‘’Bu yazıdaki kişilerin gerçek hayattakiler ile doğrudan bir ilişkisi yoktur ve kurulacak benzerliklerden yazar sorumlu değildir.’’
NEKRAİL böyle deyip anlatmaya başladı. Bu hikayeler, Burhan’ın doğduğu yer olan Haymana’da geçen, her anlatı da başka sonuca dönüşen; masala benzeyen, bilmeceler soran; öyle kendine benzeyen şeylermiş. Evlerinin kadınları ve köylerindeki diğer kadınlar, sabahları güneşten önce uyanıp; çocukları ve erkekleri güne, günü akşama, akşamı uykuya hazırlamayı daha çocuk yaşta görev bilip; öğrendikleri gibi, bir de uykuyu rüyalara alıştırmak için; hikayeler anlatırlarmış. Uykuyu ve rüyaları geçirdiği kazada kaybeden Burhan, annesinin anlattığı hikayeleri de kaybetmekten korkmuş. Bir sabah annesinden daha yavaş anlatmasını istemiş. Eline aldığı defterin ilk sayfasına büyük harflerle ‘’KUZEY’’ yazmış.
Daha önce okumuş olduğu Binbir Gece Masalları’ndan bir alıntıyla başlayan KUZEY; sayfalara geçince annesinin anlattığından, okuduklarından; öteye düşmüş.
Uykusuz, rüyasız zamana meşgale olsun diye başladığı yazmak; sayfalara sığmaz olmuş. Hastaneden taburcu olunca, her taburcu olanın iyileştiğini düşünmeyin! Çareler aramaya uzaklara gitmiş. İçinde olduğu kavganın darbelerine, kafasını uzatmaktan; hem suçlu hem de umutlu! Yıllarca uzaklarda başka sayfalara ve yine başka sayfalara yazmaktan hiç vazgeçmemiş.
Kuzey’i yazdığı defter dolmuş taşmış! Deftere sığmayan yazıların yeri, kitaplar değilse nerelerdir? 2009 Yılında yayınlanan ilk kitabı, adı KUZEY, masal ve felsefenin dilini birleştiren; bir tür bilimkurgu, fantastik anlatıma sahip. Uzaklara gitmişti dedim ya! Orası İngiltere, Cambridge…
İlk romanın heyecanına ve anlatımına eşlik eden ikinci romanını da yine uzaklardayken yazıyor. MASUMLAR, 2011 Yılında Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Sedat Simavi Edebiyat ödülünü alır. Peşi sıra gelen birkaç eleştiri, rüyasız Burhan’ı keyiflendirir.’ “Masumlar‘’ romanında kullanmış olduğu anlatım biçimi Yaşar Kemal ve Marquez’in anlatımlarıyla kıyaslanır.
Çocukluğunun hikayelerini kaydetmekle başladığı yazın hayatı; sağlık sorunları, özlem, ilişkiler, politika, kimlik daha birçok kavram ve yaşantıyla; alengirli anlatımına ön basamak oluyordu.
Üçüncü kitabı “İstanbul İstanbul”, 2015 yılında raflarda yerini aldığında; artık hatırı sayılır bir okur kitlesine ve uluslararası başarıya sahipti. İstanbul’u yer altından anlattığı kitapta gerçeğin hapsedilemeyeceğine, şimdinin bütün işkence ve eziyetlerine rağmen; gerçeğin bir başka yol bulacağına inandırıyordu.
Zaten hikaye anlatıcısının derdi inandırmak değildir de nedir? Sanmayın ki sadece başkalarını inandırmak ister. Asıl derdi kendini inandırmaktır. Her yazdığında değiştirdiği ‘’gerçek’’ her okunduğunda da değişmişse; uykusuz ve rüyasız zamanlar; bilinsin ki çaresiz değildir.
Yazmak, uzun bir hikayeyi kısa anlatacağını söyleyen yazarın büyük yalanıdır. Kusursuz anlatım mantığına eşlik edecek yaşanmışlıklar; ya ulu orta dururlar ya da saklanırlar, bu hikayeleri kaydedenin tercihidir. Tercihlerin doğruluğu ve yanlışlığı üzerinden yapılacak eleştirilerin yersiz olacağına değinmek dahi istemem.
Hepimiz kendi gerçeğimizi anlatırız. Bu gerçek, bildiğimiz gerçektir. Bildiklerimizin sabit kaldığını ısrar edecek olanın yaşamıyor olması gerekir. Her nefes alış yeni bir andır. Her an bilmeye açık yeni bir başlangıçtır. Şairlerin şiir seven çocuklar olarak dünyaya gelmiş olmalarına, rüyasız ve uykusuz geçen geceleri de eklersek; yapılacak her başlangıcın enteresan olacağını söylemek, şaşırtıcı olmaz sanırım.
Işıklı caddenin iki tarafına dizilmiş olan bir çok mekanın gösterişli tabelalarına bakıp tercih yapmakta zorlanınca, daha önce gelmiş olduğumuz mekanı seçtik. Karşılıklı oturup; yazmış olduğu kitaplar, yakın tarihte almış olduğu edebiyat ödülünü ve yazmakla ilgilenenlere önerecekleri üstüne, konuştuk. Konuşmanın bir çok yerini, elimde bulunan kitaplarından çizdiğim yerleri okuyarak bölmüş olsam da, yukarda anlatılmış hikaye; Burhan Sönmez’e sorulmuş ve alınmış cevapların ışığında yazıldı.
Yemiş olduğum çikolatalı pastanın tadı kötüydü. Ama cevaplar kesinlikle büyük bir edebiyatçının laflarıydı. İnsanın sonradan öğrendiği bir dilde, ana dili dışındaki bir dilden bahsediyorum, hünerli olması daha çok alkışlanırsa, bunun kıyak geçmek olacağını sanmıyorum. Siz öyle düşünebilirsiniz! Yazmaya heves edenlerin biraz kontrolsüz olması gerektiğini fakat eskisini öğrenmeden ortaya atılacak her yeni bilginin boşlukta kalabileceğini; düzenli okumanın, okurken notlar almanın kısacası tertipli çalışmanın yararlı olacağını da belirtti.
Ülkenin gündemini, seçim öncesi yapmış olduğu hapishane ziyaretini (avukat kimliği sayesinde) ve almış olduğu ödülü de konuştuk. Mütevazı duruşuna eşlik eden iddialı bakışları ilk göze çarpan detaylardı. Konuştukça söyledikleri, yeteneğin üstüne eklenmiş bilginin ve ustaca ortaya koymanın rahatlığı içindeydi.
Sohbetin güzel tarafların biri de şiirle olan yakın ilişkisini anlattığı kısımlardı. Hele kitabında yapmış olduğu bir şair tarifi vardı ki! Bunu konuşmadan söyleşiyi bitirmemiş olduğumuz için ayrıca mutlu oldum. Bu tarifi hiç değiştirmeden olduğu gibi buraya yazacağım. Ama yine de bunun değişmemiş olduğunu söyleyemem. Çünkü benim buraya onu yazmış olmama eşlik eden duygum, işte bu tıpkısı gibi görünen şeyin de farklı olmasına neden olur.
‘’Arzu yaşamın yeni tanrısıydı. Tanrı gibi her yere ulaşıp her şeye hakim olmaya çalışırdı. Sınır tanımazdı. Oysa Tanrı sahteydi. Arzu bu sahteliğin tekrarıydı. Buna insanın da sahteliği de eklenince, yaşam dayanılmaz bir hal alırdı. Şairler dışında kim vardı bu döngüyü kıran? Ölümün diliyle konuşan ve insanın arzunun sınırsızlığı yerine gerçeğin sonsuzluğunu vaat eden kim kalmıştı şairlerden başka?‘’ (GB/BK)
Kuzey, Burhan Sönmez, İletişim Yayınları , Temmuz, 2011, İstanbul.
Masumlar, Burhan Sönmez, İletişim Yayınları , Mayıs 2011, İstanbul
İstanbul İstanbul, Burhan Sönmez, İletişim Yayınları, Mart 2015, İstanbul.