Haberin İngilizcesi için tıklayın
Bu yaz iyi geçmiyor. Evet güneş, deniz, tatil, dinlenme, okumalar, hafifleşen işler güçler olmuyor değil ama iyi değiliz işte. Bu iyi olmama hali en temel gerçekliğimiz şimdilik. Bu gerçekliğin üzerine hangi giysiyi giydirirsek giydirelim sakil duruyor. Yaz da, tatil de bu giysilerden biri işte.
“Sen Bir Büyüsün Yaz” diyen Hilmi Yavuz’un mevsimidir yaz. Geçtiğimiz haftalarda 80 küsur yaşındaki bu büyük şairin gözaltına alınmasıyla yaşadığımız öfkeyi onun şiirlerine tutunarak bastırmaya çalıştığımı kendi adıma söyleyebilirim. Neyse ki tutuklanmadı da bir derin nefes aldık. Emaneten alınan bir derin nefesti elbette. Hemen akabinde Aslı Erdoğan gözaltına alındı ve ardından da tutuklandı. Şaşırdım mı? Hayır. "Olanlara inanamıyorum" desem, büyük bir yalan olacak. Gayet de inanıyorum çünkü.
Bu ülkeden en çok şaşkınlıklarımı aldığı için şikayetçiyim sanırım. Şaşıramıyorum artık.
Derimin, derilerimizin bu denli kalınlaşması bu ülkede büyümek demek galiba.
Aslı Erdoğan hakkında yazılan çizilen şeylere bakıyorum her gün. Aslının arkadaşları diye bir oluşum/köşe kuruldu mesela. Aslı Erdoğan’a destek olmak amacıyla yazı nöbeti başlatıldı. Her gün bir yazar, düşünce ve düşündüğünü ifade özgürlüğünü savunmak adına yazılar yazıyor orada. Bundan daha umutlu ne olabilir diye düşünüyorum. Yalnız değil Aslı Erdoğan. Elbette değil.
Aslı Erdoğan’ın ismini hiç duymamış, onun hiçbir kitabını okumamış kişilere bir merak kıvılcımı oluşturabilir bu yazılıp çizilenler, bu olup bitenler. Çok mu Pollyannacılık? Olsun. Delirmekten iyidir.
Ben de bu süre zarfında Aslı Erdoğan’ın kitaplarını yeniden okumaya başladım. Hilmi Yavuz’da da yaptığım gibi. Sanırım bu benim başetme yöntemim. Elimden başka bir şey de gelmiyor. Bir yazara destek vermek, onu anlamakla mümkün. Yeniden onun dünyasını solumakla. Onun sesini yeniden duymaya çalışmakla. Yoksa öfkemize kapılıp gitmek çok kolay. Ama pes etmemek gerekiyor. Bu yazarlardan öğrendiğimiz en temel şey bu olsa gerek.
Kırmızı Pelerinli Kent. Kabuk Adam. Taş Bina ve Diğerleri. Hayatın Sessizliğinde. Mucizevi Mandarin. Ve dahası...
“Şimdi gözlerinizi kapayın. İçimden ona kadar sayacağım. On dediğimde Rio’da olacaksınız. Ne yazık ki gözlerinizi ne zaman açmanız gerektiğini ben söylemeyeceğim.”
Kırmızı Pelerinli Kent’te Özgür adında bir kadının Rio de Janeiro sokaklarındaki izini sürer Aslı Erdoğan. Ama bu hayal ettiğimizden bambaşka bir Rio’dur. Tekinsiz, kasvetli, bunaltıcı, gizemli, ağır, tehlikeli bir Rio. Çatışma seslerinin, silahların susmadığı bir Rio. Tecavüzlerin, uyuşturucu ticaretinin, cinayetlerin fink attığı bir Rio.
Sıcaklık yüzünden gece-gündüz açık tutmak zorunda olduğu camlardan, çekirgeler, kertenkeleler, hamam böceklerinden, cangıla komşu olan dağınık ve kirli evinden bahseder.
Kırmızı Pelerinli Kent’i aslında Özgür yazmaktadır;
“Yazdım, çünkü insan hayatına on ile dört yüz dolar arasında değer biçilen bu kentte, ölüme karşı başka siper bulamadım.”
Bu romanda Özgür’ün kendisiyle, annesiyle, kadınlığıyla, erkekliğiyle, yaşamla, ölümle, yalnızlığıyla kısacası bir kentle olan ilişkisine eşlik ederiz.
Özgür, bu kente aşık olduğunu anladığı gece, tombul memeli bir kadın tarafından öldürülür.
Rio, onun ölümünü kovaladığı belki de ölümüne kavuştuğu yer olmuştur. Bu kentin içinde yeniden doğmayı beklerken, ölüme teslim olmuştur;
“Aritmetiğe dayanan ölüm, kişisel bir trajedi olmaktan çıkıyordu.”
Romana dair yazılacak, söylenecek psiko-politik çok fazla malzeme var. Ama bunları görmek ve analiz etmek için romanın dışına çıkmamız gerekiyor. Ben tüm bu olan bitenler sonucunda romanı tekrar okuduğumda romanın dışına çıkamadım. Çıkmak da istemedim. Okuduğum her satır ve satır arası kırmızı pelerinli kentin burası olduğu gerçeğini çok sert bir biçimde yüzüme vurdu. Ve Aslı Erdoğan’ın cesaretine, yaratıcılığına, gücüne, ilmek ilmek ördüğü psikolojik betimlemelerine bir kez daha hayran kaldım. Kitapta geçen şu cümle birçok şeyi çok iyi bir şekilde özetler nitelikte;
“‘Yazabildiğim sürece umudumu bütünüyle yitirmiş sayılmam’ diye düşündü, ‘Gerçi Kırmızı Pelerinli Kent, pikapta Chopin noktürnleri dönerken okunacak bir metin değil, olamaz da. Çünkü benim yazdığım yerlerde silah sesleri duyuluyor.’”
Bu yazıyı yazdığım sıralarda çok hoş bir rüzgar esmeye başladı. Mevsim dönmeye başladı artık, rüzgarlar sonbaharı muştuluyor. Rüzgarı seviyorum. Çünkü rüzgar dağıtır. Tutmaz. Taşır. Saçar. Sabit bırakmaz. Rüzgar varsa bıraktığın yerde durmaz birçok şey. “Yerinde yeller esiyor” lafını da o yüzden severim. Değişimin, hareketin çok önemli bir temsilcisidir rüzgar. Biliyorum rüzgarın yönü değişecek. Doğa bize bunu gösteriyor. Doğa, değişimin en somut örneği. Biliyorum, değişecek. Rüzgar bambaşka güzellikler taşıyacak, öfkemizi dağıtacak, umudumuzu çoğaltacak.
Mevsim dönecek! (TI/HK)
* Künye: Kırmızı Pelerinli Kent, Aslı Erdoğan, Everest Yayınları, 2014, 144 s.