“… Ve Tanrı kadını yarattı.”
Tanrı sonra şaşırdı, bu kusursuzluk bir karanlığa kurban gitti. Kadın artık gözleri kapalı, hapsolmuş bir yerlerde. Sesi yok, tınısı yok, hissedilmiyor. Mucize bekler gibi ve 2009’da kadın olmak yok oluşa sürüklenmek gibi.
Zamanın ve tarihin önemini yitirdiği bir dönemde yaşıyoruz.
Farklılıklara ve ayrımlara tahammül azalırken, cinsiyetler ve tercihler benliğin ta kendisi gibi görülüyor.
Bulgaristanlı düşünür, feminist Julia Kristeva der ki “Birinin 'kadın' olduğunu iddia etmek en az birinin 'erkek' olduğunu iddia etmek kadar absürd ve cahilcedir.”
Çünkü kadın ya da erkek olmak toplumda kendimizi ne şekilde temsil ettiğimizle alakalı sembollerdir. Oysa kadın olmak buralarda bir damga gibi artık, araç olmaktan kurtulamayan temsili kimlikler hayatın her yerinde varlar ancak hayatın hiçbir yerine dokunamaz hale geliyorlar.
Siyaset… Birkaç ay önce Atatürk’ün altı okunun temsili CHP’ye çarşaflı kadınlar girince işler karıştı.
Pek çok soru işareti kafamda dolaşırken bir gün bir basın toplantısında aynı çarşaflı kadınların yanlarındaki erkeklere ne diyeceklerini bilmediklerini söyleyip gülmeleri kafamı karıştırdı.
Erkek döndü ve lafı kendisine bırakmasını söyledi. İçim acıdı. Sustum, o da sustu, o belki hiç konuşmamıştı. Sonra o güldü, ben yine sustum. Tarafların oyununda kadın neredeydi? AKP’nin türbanlı genç kızlara göz kırpıp oy peşinde koştuğu, bir diğerinin aynılarına tebessüm edip “Biz de buradayız” imajı verdiği bir yerlerde mi?
Başı açık- kapalı ayrımlarının, dinsiz ve dindar tabanlı özdeşleştirmelerinin yapay gündeminde mi?
Bunlar olurken “katılımcı demokrasi” kisvesiyle kadınların sesleri olmadan, düşünceleri olmadan farkındalıklarının çürüyüp gittiğini gördüm.
Siyaset, din ve kadın üçgenine sömürünün eklendiğini gördüm.
Televizyon… Ekranlarda durmaksızın eğlenen kadınlar görüyorum. Buralarda günler hep başa sarıyor ve sanki hiçbir şey değişmiyor gibi sürüp giden düğün eğlenceleri yaşanıyor.
Dünyanın ayrı yerlerinde kadınlar konuşuyor, ABD’nin Dışişleri Bakanı makamında son on üç senedir kadınlar oturuyor, Almanya’nın Başbakanı olan farklı bir kadın müthiş önem arz ediyor, kadınlar Oscar törenlerinde parlıyor, dünyanın diğer ucunda derileri kemiklerine yapışmış kadınlara yardım elleri kadınlardan uzanıyor.
Ekonomik kriz yarattığı sistemi yerken kadınlar televizyonlarda eğleniyor.
Vasıfları ünlü saydıkları insanlarla eşleşiyor.
Dürüstlük Seda Sayan'dan, güzellik Hülya Avşar’dan, dobralık Ebru Gündeş’ten ve annelik, evlenip çocuk sahibi olmak istediklerini çığıran manken kadınlardan ileri gitmiyor.
Bilmediğim kadınlar… Buralarda bir yerlerde pek çok kadın ağlıyor olmalı. Dövülüyor, sövülüyor, canı yanıyor ama sağır ve dilsiz olmalı ki benim kulaklarıma gelmiyor sesleri.
"Namus" bekçileri var onların. Doğru ve yanlışları önceden belirlenmiş tam da bu yüzden sınırların dışına çıkınca cezalar yükleniyor sırtlarına.
Kapalı kutular içinde yaşayıp zindana atılmış gibi kutucuklar ardından görüyorlar dünyayı burkalarının içinde.
Tercih yapma, "buradayım" deme, fark edilip fark etme bir lüks haline gelmiş.
Eskiden eğlendiğim "Arap kızı" şarkısı bir kabus gibi artık.
Oralarda bir yerlerde Arap kızı soluğunu yitirdi, camdan bakmaz oldu, yağan yağmur da gözyaşları.
Herhangi bir kadın… Sokakta her vakit görebileceğim cinsten kadının adı değişiyor.
Hani telaşla yürüyen metropol insanları, minibüs şoförlerince sıkıştırılan araba kullanıcıları, tacize uğrayıp susan, erkeklerin tatminleri uğruna kafaları çöp konteynırlarında bulunan, ormanda tecavüze maruz kalan, vücudunu satmaktan utanç duyan, çantasını sürekli gözetim altında tutmak zorunda kalanlar ve diğerleri.
Kadının maruz kaldıkları sıradanlaşıyor ve sıradan şeyler zaman içinde görmezden gelinip “normal”mişçesine yabana atılıyor. “Kadın” sıradanlaşıyor.
Güç… Güçlü kadınlar görüyorum. Düşünen, üreten, seçen, sınayan ve var olan...
Kadının yalnızca sevilmeye layık bir çiçek olduğu masalının ardından sonra kadının saygı duyulan bir güç emsali olduğunu ispatlayan, çalışan ve katılan kadınlar…
Keşke bütün kadınlar aşka layık oldukları kadar hayata tutunmaya, ayaklarının üstünde durmaya, öncü olmaya layık olduklarının farkına varabilse diyorum.
Ve Tanrı kadını yarattı. 2009’da Tanrı’nın yüzü gülse, şaşkınlığı sona erse. Kadınlar hayata dokunabilse diyorum. (TD/EZÖ)
* Tuğba Dülger, İstanbul Bilgi Üniversitesi Siyaset Bilimi ikinci sınıf öğrencisi.