-sonra bunlar oldu
Fehime bakkala yürüdü. Dut ağaçları vardı yolda. Yapraklarını bırakalı ay olmuş. Avuçları gökyüzüne bakan benim, senin, bizim ağaçlarımız. Onlar öyle mahzun, kimi zaman fısıltıyla ama hiç umudu kesmeden beklerken Fehime mantosunun eteklerini -biraz da poyraz vardı- bedenlerine savurarak yanlarından geçti.
İçinde aynı kelime zıplayıp duruyordu: seviyorum, seviyorum çok seviyorum.
Fehime bu kışa rağmen oğlanın birine âşık oldu galiba. O yüzden bugün erkenden işini bitirdi. Dosyaları, imza kartonlarını üst üste dizdi. Bilgisayarını kapattı. Noter Hanım'ın camdan kapısını tıklattı.
"Annem biraz üşütmüş. Müsaade ederseniz..."
Fehime yerinde duramıyor: Fehime, Fehime, Fehime
Deniz kenarına inerse, dalgaları görürse, hele sandalları, midye karıştıranları görürse sakinleşecek. Dünyayı içine alacak. Derin nefesler verecek. Sakinleşecek.
Köşedeki marketi gördü.
"Bir sigara," dedi içinden.
Son dutu geçip, önünde ekmek dolabı duran kapıya yöneldi.
Ilıktı içerisi. Işıklar yanıyordu. Kimseler yok gibiydi. Dükkânın uzun koridorunda yürüdü. En arkadaki loşlukta oturan adamı gördü.
Başında beyaz takkesi, elinde tespih, yüzü derin izlerle sürülmüş bir amca.
Fehime yaklaştıkça adamın ağladığını gördü. Ama bildiğimiz ağlamak değildi bu. Kımıltısız ve usul bir yüzden gözyaşları akıyordu. Adam başını kaldırdı, yanında durduğu ufak pencereden dışarıya baktı. Gözlerini sildi. Yeni yaşlar belirdi. Yeni yaşlar aktı yanaklarından çenesine. Kırçıllı pantolonuna damladılar.
Fehime ile adam bir an göz göze geldiler. Adam yine eğdi başını. Tespihini kımıldattı.
Fehime geriye döndü. Çıkarken kapıda ekmekleri yerleştiren adamı gördü.
"Kusura bakmayın ekmek kalmadı da. Komşu bakkaldan üç, beş almaya gittiydim. Buyurun?"
Fehime parmağıyla içerisini gösterdi.
"Amca çok ağlıyor."
Adam doğruldu.
"Babam iki gündür gökyüzüne bakıp duruyor. Anlamadık biz de. Derdini de anlatmaz hiç."
Fehime sigara almadı. Nedense süt aldı. Denize de yürümedi. Metro durağına yürüdü.
"Annemi görsem," dedi içinden.
Turnikelerden geçti. Boş bir sıraya oturdu. Derin bir iç çekti. Ağlamaya başladı -nedense-
Durduramadı kendini bir türlü. Tırnaklarını geçirdi koluna, dişlerini sıktı. Acıttı etini. Nafile. Sonra bıraktı iplerini. Hıçkırmadan ama durmadan gözyaşlarını aktı önüne.
Tren geldi. Durdu. Kapılar açıldı. Fehime kalkamadı yerinden. Camdan ona bakan kadınla -Sevim, diyelim biz ona- göz göze geldiler.
Tren hareket etti yeniden.
Sevim, Menemen'de son durakta indi. İstasyonun karşısındaki ziraat dükkânına girdi. Beş kilo şeker gübre aldı. Başörtüsünü düzeltti. Yola çıkıp arka mahalleye doğru yürümeye başladı.
Telefonu çaldı yolda.
"Efendim... Yok, vardım ben Menemen'e. Bahçeye gidiyorum şimdi. Hı, evet aldım gübreyi. Sen koy çayı..."
Sevim evleri geçti. Bostanlar başladı. Gübre kokusu yükseldi. Bahçenin birinde bağlı sakız keçisi bağırdı uzun uzun.
Kavaklar bitti. Son narı, son ayvayı geçti. Bahçelerine vardı. Telle bağlı kapıyı açtı. Girdi. Sevim, gübre torbasının ağzını açtı. Avcunu doldurdu. Çilek ocaklarının başına vardı. Ağır ağır gübreyi sermeye başladı.
Aniden durdu. İçi bulanır gibi oldu.
"Yine gebe mi kaldım ben," diye düşündü.
Gitti bir zeytin kütüğüne oturdu. Çöker çökmez de ağlamaya başladı. Eli ayağı boşaldı sanki. İncecik bir yağmur oldu ondan kalan gözyaşı. Tekir kedinin biri -muşmulanın çatalına pusmuş öte daldaki serçeyi gözleyen toraman tekir- durup kadına baktı uzun uzun. Daldan atladı yere. Önce sağ, sonra sol patisini yaladı. Lokma kadar serçe hâlâ orada duruyordu ama gitti tavuk kümesinin çinko damına sıçradı. Kadına yeniden baktı. Sonra bulutlara baktı.
- İki gün önce olandı
Kurt indi. Tek başına. Arka ayağında duman rengi bir akıtma. Alnından gözüne inen siyah lekesiyle kurt indi çok uzakta bir yerde. Havayı derin derin kokladı. Yanık kokusunu takip etti. Et ve kemik çekti onu. Koşmayacak, kovalamayacak bir avı. Ne sürüden geri kalmış kocamış bir koyun, ne yılkı, ne korkmuş bir tavşan. Pıhtısından donmuş, çatlamış kan.
Kurt bir yangın toprağına vardı. Taşın üzerindeki karaltı çekti onu. Yaklaştı. Boynundan yarılmış ve dehşetli dizginiyle fırlamış bir katır. Zor ölmüş.
Kurt ete vardı. Açık gözlerine baktı katırın. Katırın gözlerinde bulut.
Kurt döndü, açlığına geri yürüdü.
Kurt dağına geri çıktı.
O bulut kaçtı uzaklara... (31 Aralık 2011)
* "Kumrunun Gördüğü" adlı kitabıyla 2011 Sait Faik Hikâye Armağanı'nı kazanan Ahmet Büke'nin 31 Aralık 2011 tarihli öyküsü, yeni çıkan kitabı "Cazibe İstasyonu"nda yayınlandı.