24 Ağustos Perşembe günü Bülent Uluer’i İstanbul’da toprağa verdik. “78 kuşağı” denilen ve Bülent’in de sembol isimlerinden biri olduğu bu kuşak artık sık sık cenazelerde buluşuyor. 50’li, 60’lı yaşlarda hayatını kaybedenlere bakarak aramızdan erken ayrıldıkları söylenebilir elbette. Ama bir başka gerçek de şu ki, bu kuşağın devrimcileri zaten tesadüfen sağ kalmış, 70’li yılların o yoğun antifaşist mücadeleleri içindeyken bu kadar uzun yaşamayı pek de beklememişti. Onun için bugün aramızdan ayrılırken inanmadıkları tanrıya Cemal Süreya gibi sesleneceklerine şüphe yoktur:
Ölüyorum tanrım
Bu da oldu işte.
Her ölüm erken ölümdür
Biliyorum tanrım.
Ama ayrıca aldığın şu hayat
Fena değildir...
Üstü kalsın...
Evet, bu kuşak doğduklarında buldukları dünyayı giderken daha iyi bırakmak için, hatta mümkünse bir “yeryüzü cenneti” yapmak için sosyalizm mücadelesine girişince bu ülkeyi yönetenler de onların hayatını cehenneme çevirmek için ellerinden geleni yaptılar; ama yine de onlar güzel bir hayat yaşadılar.
Bülent de en güzellerinden birini yaşadı… Çünkü bu kuşak düşündüğü ve inandığı gibi yaşadı; elbette büyük zorluklara göğüs gerdi, büyük haksızlıklara uğradı ama doğru ve haklı bildiği yoldan giderken neyle karşılaşacaklarını az çok biliyorlardı ve bunlara katlanmasını da bildiler. 70’li yılların saldırılarından, hapishanelerinden, sürgünlerinden geçerek tesadüfen sağ kalmış olanlar bugün Bülent gibi erken sayılabilecek yaşlarda aramızdan ayrılıyorsa elbette bunun geçmiş yıllarda yaşanılanların bedenlerimizde yarattığı tahribatla da bir ilgisi vardır. Ancak sonuçta “ne kadar değil nasıl yaşandığının” önemli olduğunu bilen bu kuşağın gençlik yıllarında benimsediği görüş ve değerleri kaybetmeyenler “üstü kalsın” demeyi de bilirler.
70’li yıllar çok özeldir
Bu topraklarda örgütlü bir siyasi akım olarak artık tarihi yüz yılı bulan sosyalist hareketin 70’li yılları gerçekten özel bir dönemdir. Özellikle 12 Mart darbesinden sonra ve bu darbeye direnişin de etkisiyle 70’li yılların ikinci yarısında yükselmeye başlayan, yaygın ve kitlesel bir güce ulaşan sosyalist hareket “toplumsal bir hareket” haline gelmiştir ve bu duruma ulaşmasında Bülent gibi devrimcilerin, Bülent gibi militanlığı ve liderliği kendisinde birleştirenlerin, cisimleştirenlerin katkısı, payı büyüktür. Doğrusu “78 Kuşağı” bu tür devrimcilerin eseridir.
Bülent’in bilinen hitabet yeteneği sadece iyi ve etkili konuşmak, güzel kelimeler bulmak değildir. Onu o kadar başarılı bir hatip yapan şey o dönemin devrimci gençliğinin heyecanını, coşkusunu, özlemlerini, tutkularını kavraması ve yine herkesin anlayacağı bir dile dökmesiydi; bir bütün olarak dönemin devrimci ruhunu yakalaması, bunu etkili ve coşkulu şekilde ifade etmesini bilmesiydi. Bu, sadece konuşma yeteneğiyle olacak, yapılabilecek bir şey değildir. Bu yeteneğin yanı sıra Bülent gibi kişinin sürekli kendini geliştirmesinin yollarını bulması, bitmez tükenmez bir okuma, bilgilenme içinde olması gerekir ki, Bülent tam da böyle bir devrimciydi. O da yetmez bu kuşağın belki biraz fazlaca tek yanlı yetişen genel devrimci tipinin dışında çok farklı ilgi alanları, hatta aykırı denebilecek merakları olması gerekir. Pipo içmesinden başlayıp hem Batı müziğine hem de Türk sanat musikisine olan ilgisine, klarnet çalmasına kadar gider... İşte Bülent bunların hepsinin toplamı olan gerçekten özel bir devrimciydi, sıra dışı bir sosyalistti.
Dev Genç’ten HDP’ye
Bülent’in 17 yaşında TİP Üsküdar ilçe örgütünde başlayan ve Devrimci Gençlik Grubu ile devam eden siyasi hayatı çeşitli aşamalardan geçerken, önce Devrimci Sol’la ve sonra Kurtuluş'la buluşmasını getirse ve son yıllarında HDP’de sürse de o hep Dev Gençli idi, hep Dev Gençli olarak kaldı. Ama o Dev Genç de zaten 68 ve 78 kuşağı devrimcilerinin siyasi hayata gözlerini açtığı, yetiştiği siyasi ocak değil mi? Özellikle 60’lı ve 70’li yıllardan sonra gelişen sosyalist hareketin devrimci kimliği Dev Genç olmadan anlaşılabilir mi?
Bülent’in Dev Genç’ten HDP’ye uzanan siyasi hayatı ve mücadelesi bu ülkedeki solun, sosyalist hareketin son 40 yılının da bir özetidir. Bu özete uzaktan, kabaca bakıldığında siyasi mücadele alanında zafer veya başarıdan çok yenilgiler, başarısızlıklar görülebilir; ama daha yakından bakıldığında orada büyük bir zenginlik, inanılmaz mücadeleler, deneyimler, fedakarlıklar, vefakarlıklar, dayanışmalar, dostluklar ve yoldaşlıklar vardır. Acı ve tatlı yanlarıyla dolu dolu ve inanıldığı gibi yaşanan güzel hayatlar vardır. Ve yine Bülent’in de Spartaküs örneğiyle çarpıcı bir şekilde belirttiği gibi, bazen yenilgi zafer kazanmaktan daha kalıcı ve anlamlı olabilir. Yeter ki, bu yenilgi daha sonraki mücadeleler için yol gösterici bir deneyim haline gelebilsin, getirilebilsin.
Bülent’le birlikte “78 kuşağı” olarak gençliğimizi de uğurladık ama gençliğimizde edindiğimiz ve o zamandan beri uğruna mücadele ettiğimiz şeyleri, devrimci değerlerimizi, özlemlerimizi, ideallerimizi uğurlamadık…
Hâlâ içimiz fırtınalı bir deniz! Hâlâ daha dinmedi o fırtına! (SÖ/HK)