Birçok kişi tarafından "müzik dünyasının divası" olarak nitelendirilen Bülent Ersoy, Star TV'de yayımlanan "Popstar Alaturka" yarışmasında, programın genel havasına uymayan bir çıkış yaparak halen sürmekte olan sınır ötesi operasyonlarda hayatlarını kaybeden askerlerin durumunu sorguladı.
Oğlu olsa askere göndermeyeceğini açıkça söylemekten çekinmeyen Ersoy, "Bir çocuğun ne demek olduğunu ben sizler gibi bilemem. Ben anne değilim, olamayacağım da. Ama insan olarak o anaların yüreğinin nasıl cayır cayır yandığını ben anlayamam ama anneler anlar" dedi. Sonra kendisine "İnşallah Allah bana bir oğul nasip eder de anlı şanlı askere yollarım" diyen Ebru Gündeş'e duraksamaksızın "Ondan sonra da ölüsünü eline alırsın!" diye cevap vererek "vatan sağolsun/şehitler ölmez vatan bölünmez" gibi sözlerin klişe laflar olduğunu ve sonucu değiştirmediğini belirtti.
Canlı yayında olunduğu için müdahale edilemeyen ve bazı izleyiciler tarafından alkışla desteklenen bu sözler üzerine, Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı Basın Savcılığı'nın Ersoy hakkında "halkı askerlikten soğutma" suçunu işlediği iddiasıyla soruşturma başlattığını öğrendik.
Böylece, 80'li yıllarda darbe mağduru olmaktan kurtulamayan Ersoy'un, bu ifadelerinden ötürü halkı askerlikten soğutma suçundan 9 aydan 3 yıla kadar hapis cezası istemiyle yargılanabilecek olması nedeniyle, bir defa daha "asker mağduru" durumuna düşme tehlikesiyle karşı karşıya kalması beklenebilir. Böyle bir durumda Ersoy'un "çile bülbülüm çile" şarkısını daha bir içten okumasını beklemek de herhalde yanlış olmasa gerek!
Anayasa'ya ve AİHS'ye aykırı bir madde: TCK 318
Bu vesileyle hemen belirtmek gerekir ki, halkı askerlikten soğutma suçunu düzenleyen, düşünce ve ifade özgürlüğü üzerinde Türk Ceza Kanunu'nun (TCK) 301. maddesi kadar esaslı bir tehdit oluşturan 318. maddesi, her ne kadar ana akım medyada henüz "hak ettiği yeri" alamasa da önümüzdeki günlerde ve süreçte fazlasıyla baş ağrıtacak bir niteliğe sahip.
"Halkı askerlikten soğutma" gibi, sadece suçun adlandırılması bakımından bile Türkiye'yi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) önünde mahkum ettirmeye yetebilecek bu tür bir suç ihdasını, devletin takdir hakkı ya da güvenlik kaygısı söylemine başvurarak meşrulaştırmak mümkün gözükmüyor.
Nitekim, çeşitli gazete yazılarında ve bilimsel dergilerde, hatta yargıç ve savcıların insan hakları eğitimlerinde defalarca belirtildiği gibi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ve AİHM içtihatları göz önünde bulundurulduğunda, özellikle kadınlar gibi askerlik yükümlülüğüne tabi olmayanlar başta gelmek üzere, genelde barışı, özel olarak da vicdani ret hakkını savunmak düşünce ve ifade özgürlüğünün koruması altındadır ve bu konuda verilebilecek bir mahkumiyet kararının AİHM'den döneceği açıktır.
Bu nedenle, savcıların, Anayasa'nın 90. maddesinde yer alan "(..) temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır" hükmü gereğince, AİHS'ye ve dolayısıyla AİHM kararlarına ve Anayasa'ya aykırılığı tartışmasız bu gibi soruşturma ve davaları açmaktan mümkün olduğunca kaçınmanın kişisel bir tercihten öte anayasal bir zorunluluk olduğunu unutmamaları gerekiyor.
TCK'nin -öngördüğü suç tanımı fazlasıyla belirsiz olan ve geniş bir şekilde yorumlanabilen- 318. maddesi, bu haliyle, Anayasa'ya ve AİHS'ye aykırı bir yapı arz etmektedir ve ileride Türkiye'nin başını fazlasıyla ağrıtacaktır: "301 kere hayır" diyenler "318 kere hayır" demeyi sürdürdükleri ve yasa bu haliyle yürürlükte kaldığı sürece bu aykırılığın devam etmesi kaçınılmaz.
"Çocuğumun ölmesini istemiyorum"
Oysa, "savaşa, silah tutmaya, öldürmeye ve ölmeye hayır" demenin artık neredeyse hiçbir medeni ülkede suç olmadığı, aksine, savaş kışkırtıcılığının insanlık suçu olarak muamele gördüğü bir dünyada "askerlikten soğutma" gibi bir suçun artık eski günlerde kalmış bir güvenlik anlayışı ile ordu-millet düşüncesinin günümüz insan hakları anlayış ve hukukuna aykırı düşen bir yansıması olduğunu kabul etmek gerekiyor.
Karakterlerinin ve ruhlarının "başkasını öldürmeden/ölmeden insanca yaşama" çağrılarına uyarak ve vatan hizmetini "bilim ve sanatta eser ortaya koyma" gibi -ölümü değil- yaşamı yücelten faaliyetler üzerinden tanımlayarak, vicdanlarına aykırı düşebilecek fiilleri deneyimlemeye bile gerek duymadan ve dolayısıyla kendilerine yabancılaşma yoluna girmeden daha baştan "hayır" demeyi tercih eden yürekli insanlar, mızıkçı muamelesi görmek ve karakoyunlanmak yerine sadece medeni cesaretleri nedeniyle bile övülmeyi ya da en azından düşüncelerine saygı gösterilmesini hak etmiyorlar mı?
Bir annenin "çocuğumun ölmesini istemiyorum" feryadı devlet yetkililerinin "gerektiğinde ölebilir" demesi kadar meşru ve hukuka uygun değil midir? Özetle, "her şey vatan için" diyenlerin şu soruyu da yanıtlamaları gerekmez mi: "Peki vatan ne için?..." (ECG/TK)
* Ertuğrul Cenk Gürcan, Ankara Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi, İnsan Hakları Merkezi
* Gürcan'ın "Zorunlu Askerlik Hizmeti Karşısında Vicdani Ret: Bir İnsan Hakkı (mı)?" başlıklı makalesini görüntülemek için tıklayın. (PDF belgesi, 580 K)