- Ne yapıyorsun kızım?
- Kendime çatal bıçak alıyorum, bundan sonra odamda yaşayacağım.
Bir pazar günü, kim bilir hangi sebepten fokurdamış, kaynamış; bilmem kaçıncı kez odamda kendime yeni bir hayat kurmaya karar vermiştim.
“Sakinleşip hayatımı bir düzene sokma” isteğimi hatırlıyorum. Bana kalsa evden kaçardım ama yan mahalleden öteye geçemeyeceğimi adım gibi biliyordum. Odamda kendime yeni bir düzen kurma fikri daha baskın geliyordu, kararlılıkla hayal dünyama kapanıyordum.
Behiç Ak’ın Günışığı Kitaplığı’ndan çıkan yeni romanı Bülbüllerin Şarkı Söylediği Yer, beni isyan bayrağını çektiğim o ilk çocukluk anılarının ortasına şıp diye bırakıverdi.
İlk sıkışıklık anında koşa koşa hayal dünyasına sığındığım, kendimi içten içe “Andersen gibi iflah olmaz bir hayalperest” diye tanımladığım, hayatımın belki de en “ayaklar havada” dönemine gittim.
Bugünümün bitmek bilmez koşturmasının altını kısıp bir Behiç Ak romanıyla rahat bir mindere oturmak, fütursuzca hayallere dalmak nasıl da işime geldi! Kitap bitsin istemedim, itiraf edeyim.
“Sizi terk ediyorum artık!” Kerem’in ailesine isyan bayrağı çektiği bu sahne ile başlıyor olaylar. Dört kişilik ailenin en küçüğü, nereye gideceğini bile bilmeden çıkıp gidiyor gerçekten. Vay! diyorum, “çocuk evi terk etti resmen.”
Nereye gideceğini bilmeden yola çıkan biri kaybolmaktan başka ne yapabilir ki? Kaybolacak, diye düşünüyorum, yetişkinliğe has bir endişe sarıyor içimi, bir dakika, ama zaten kendi yolumuzu bulmak için önce kaybolmak gerekmez mi?
Alıştığın, bildiğin, güvenli yuvadan ayrılmak büyümenin doğal ihtiyacı değil mi? Neyse ki ailesi de Kerem’in bu keşif arzusunu destekliyor. Bu sayede sıfır kilometre bir macera başlıyor.
Dışarı adım atar atmaz olaylar bizi ele geçirir mi? Hayır, Kerem de önce iç sesiyle tanışıyor, sakince geziniyor, bir meydanda durup insanları izliyor ve yavaş yavaş kaybolacağı yollara giriyor, onu Bülbüllerin Şarkı Söylediği Yer’e götürecek yollara. İnsana kendinin yüz çeşit hâlini gösteren aynalar, alışılmadık bir dost, para kazanmak için hayallerini yontan bir sanatçı, ilham veren bir kız çocuğu ve daha niceleri…
Behiç Ak, çocuklar için güvenli bir çember çiziyor önce, kenarlara ağaç dalları, çiçek işlemeleri, ortalara doğru köpekler, kediler, kuşlar; mutlu, meraklı, düşünceli çocuklar…
Büyükler olmadan mümkün mü? Her türlüsünü davet ediyor o çemberin etrafına, anlatıyor olan biteni; kuşların, ağaçların, toprağın söyleyemediklerini; o güvenli çemberde çocuklar özgürce ifade ediyor kendini, hatta yetişkinler de bazen tereddüt etseler dahi…
Her Behiç Ak hikâyesinden aynı hisle ayrılıyorum. Bu seferkinde kendine ait bir alan yaratmak için mutfaktan odasına öteberi taşıyan o kız çocuğu kitaptan başını kaldırıp konuşuyor benimle: “Bak, o bizi anlıyor işte.”
Bu hikâye, evden ayrılanlara, dünyasını genişletenlere, yeni maceralarda, yeni hikâyelere dahil olanlara, iyi okumalar herkese.
Yaşasın çocuk kitapları.
(ÇYK/EMK)