12 Eylül askeri darbesinin hiyerarşik başı Kenan Evren, mahkemeye okuduğu yazılı savunmasında, "Bu gün olsa yine yaparız" demiş.
Böyle demesi hiç de şaşırtıcı değil. İnsanlığa karşı suç işleyen nice devlet görevlisi veya devletine yardımcı olduğu iddiasındaki nice suç makinelerinin savunmalarının temelinde iki argüman vardır: Birisi, "Bugün olsa yine yaparım"; ikincisi ise, "Ben yasaları uygulayarak görevimi yaptım, emir kuluyum vs"
Dünyayı kana bulayan ve dünyanın en büyük soykırımcısı Naziler de, Latin Amerika'nın klasik darbecileri de, Türkiye'nin periyodik cuntacıları da yaptıklarının doğru, yasal ve meşru olduğunu devlet olgusuna bağlarlar.
Devlet kutsaldır ve devletin yaptığı doğrudur anlayışının devamında ise, geriye yasaları uygulamak kalır ki, zaten onlar da yasaları uygulamışlardır! Aksi takdirde yasaya ve emirlere karşı mı gelinmeliydi? O halde yasayı uygulayanları yargılamak da neyin nesidir?
İnsanlık suçu işleyen iktidarların ve darbecilerin zihin dünyası böyle işler. Bu halet-i ruhiyenin temelinde, kişinin kendini suçtan sıyırması yatar. Kaldı ki, yaptıklarını zaten suç olarak görmezler. Kendisi mekanizmanın (devletin) bir parçasıdır ve devlet de kutsal olduğuna göre, yargılanamaz! Bu kurgunun dünyasında, tekil örnekleri saymazsak, pişmanlığa yer olmaz! Ve bu insanlık suçlarının failleri, haklılık iddialarını güçlendirmek için, "Bugün olsa yine yapardım" demekteler.
Tarihin cilvesine bakın ki, dünün işkencecisi Mamak Cezaevi Komutanı Raci Tetik, bugün, Meclis Darbeleri Araştırma Komisyonu önünde, işkence ettiği komisyon üyesi Sırrı Süreyya Önder'in sorularıyla yüzüne ayna tutuldu. Ancak Tetik, insanlık suçunun diğer failleri gibi inkârcılığa ve işkence etmediği yalanına sığınarak o aynaya bakamadı.
Devleti kutsal sayan anlayışın sahipleri, devleti bir mekanizma, kendilerini de onun birer parçası olarak görürler. Burada insana yer yoktur! Toplum ise, bu mekanizmaya hizmet ve görevle sorumlu olan bir yapıdır. Bu temel çarpıklık, bütün totaliter, otoriter, faşist yapıların zeminini oluşturur. Bu durum bir yerde Naziliktir, bir yerde milliyetçilikle malul diktacılıktır, bir yerde dincilikle malul totaliterliktir vs.
Bütün bunlar aynı zamanda insanlığa karşı suçların merkezinde devletin/iktidarın olduğunu gösteriyor. Ve devletin her yasal zor'unun meşru olmayabileceğini, yasallık adı altında pekâlâ "devlet terörü" olabileceğini gösteriyor. Tarih bunun zengin örnekleriyle dolu.
İnsanlığa karşı suç işleyen iktidarlar, kimi zaman kendi yasallıklarını da çiğneyerek keyfilikler gösterirler. Kenan Evren'in, "Taraf tutmadığımızı göstermek için bir sağdan, bir soldan astık" cümlesi, bu vicdansızlığın şahikasını oluşturmaktadır.
Darbeciler esasta hangi nedenle yargılanmalı?
Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen 12 Eylül 1980 darbesiyle ilgili davanın tam bir darbe yargılaması kapsamında olduğu kanısında değilim. Yine de hiç yoktan iyidir ve bu davanın bir tarafı ve takipçisi olmak gerekir.
Darbenin başlarından Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya (ki, 12 Eylül darbesi için bu iki kişi yargılanıyor! Bu durum, davanın inandırıcılığını daha baştan sarsıyor), darbe yapma yetkisini TSK İç Hizmet Kanunu'nun 35. maddesinden aldıklarını ve ayrıca, yoğun çatışmacı ortamı mevcut hükümetin durdur(a)madığını, halkın sokak çatışmalarından bıktığını, kendilerinin yönetime el koyarak toplumu rahatlattıklarını söylüyorlar. Darbeciler, kendilerini birer kurtarıcı olarak sunuyorlar ve bunların bir kısmı da toplumda kabul görüyor.
Darbecilerin darbe döneminde işledikleri suçlar sabit olmasına rağmen, devletin bekası için darbeyi yapmak zorunda olduklarını ve bu gerekliliğin bir sonucu olarak da, darbe yapmaktan yargılanamayacaklarını belirten sorumlular, yargının ve tarihin suçlu sandalyesinden kaçmak istiyorlar.
Hâlbuki bu görüngünün arkasındaki gerçeğe ulaşmak gerekir. Bu gerçek ise, darbeye ortam hazırlanmasıdır! 12 Eylül'ün ruhunun yasalarda bile devam ettiği bu ortamda, gerçeğin tümüne ulaşılması epeyi zordur. Ancak yine de darbecilerin darbe ortamını oluşturmaktaki fonksiyonlarının açığa çıkarılması, savunmalarındaki zaten çürük olan argümanları yerle bir edecektir.
Türkiye'deki çatışmacı ortamı yaratmada devletin parmağı, 70'lerin ikinci yarısındaki kitle katliamlarında asker-sivil bürokrasinin ve devlete yardımcı güçlerin nasıl yer aldıkları, dönemin hükümet yapılarını belirlemedeki perde arkası oyunlar vb; bütün bu alanlardaki araştırmalar 12 Eylül'ün pazılını ortaya çıkarır. Ve asıl o zaman 12 Eylül döneminde yaşanan ve bilinen tüm zulümlerin arka planı ortaya çıkar ki, işte bu durum, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin matrislerini ifşa eder.
Aslında darbelerin mantığını, 12 Mart askeri müdahalesinin darbeci Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç'ın, "Sosyal uyanış, ekonomik gelişmenin önüne geçti" sözü özetler. Bu tespit, sistemin reorganize edilmesinin bir işaretidir ki, darbelerin yaptığı da budur!
Kenan Evren'in "Bugün olsa yine yapardım" efelenmesinin kaynaklarından biri de, 12 Eylül darbesinin devleti şekillendirmeye devam etmesidir.
İnsanlığa karşı suçların sorgulanması ve gereken cezaların verilmesi bizi daha çok demokrasiye yaklaştırır. Ve o zaman ben yasaları uyguladım, emir kuluydum gibi kendilerini suçlarından azade tutmak isteyen safsatalara son verilir. (HŞ/HK)
Not: 12 Eylül 1980 darbesinin bazı rakamsal sonuçları bile darbenin insan ve toplum hayatındaki tahribatı hakkında bir bilgi vermekte. Darbe döneminde 650 bin kişi gözaltına alındı. 10 bin davada 230 bin kişi yargılandı. 517 kişiye idam cezası verildi ve 50 kişi idam edildi. 14 bin kişi vatandaşlıktan çıkarıldı. 300 kişi şüpheli şekilde öldü. 171 kişinin işkenceden öldüğü belgelendi. Cezaevlerinde 299 kişi öldü. 1 milyon 683 bin kişi fişlendi. 30 bin kişi siyasi mülteci olarak yurtdışına gitti. 3 bin 854 öğretmen, üniversitede görevli 120 öğretim üyesi ve 47 hâkimin işine son verildi. 30 bin kişi işinden atıldı. 400 gazeteciye 3 bin 315 yıl ceza verildi.
Bunlar yalnızca birer rakam. Bu rakamların yaşamla bağını kurduğumuzda ve hayatın içindeki yer alışlarıyla düşündüğümüzde, bir kuşağın yok edilişinin öyküsünü hissederiz!