Hükümetin yargı reformunun yanı sıra yurttaş hakları açısından ilerlemeler içeren anayasa değişikliğini tartışanlar ikiye ayrıldı: "Ne olursa olsun ileri bir adım diyenler" ve "öyle ama bize daha fazlası, yeni bir anayasa lazım" diyenler.
Herkes fikrini belli etmeye başladı. Yasemin Çongar bugünkü yazısında ikinci gruptakileri her şeyi isteyerek hiçbir şeyin değişmemesini savundukları için eleştiriyor. Çongar'ın eleştirisinin hedeflerinden biri, Nimet Tanrıkulu'ysa "bu paketle de bizim açımızdan ciddi bir değişiklik olmayacağını biliyoruz" diyerek itirazını gerekçelendiriyor.
Bu aslında sol ve liberaller arasında zaman zaman şiddetlenerek uzun zamandır devam eden bir daha genel bir tartışmanın devamı: AKP demokrasiye gitmek için bir imkan sunuyor mu, sunmuyor mu?
Sorunun cevabı önemli, çünkü sekiz yıldır iktidarda olan partinin ideolojisi, herhangi bir anayasa değişikliğinin lafzından daha önemli. İlki, her zaman ikinciyi belirliyor.
İlk dönem ve AB
Güncel olan anayasa değişikliği olduğu için, AKP'nin bakışını bugüne kadar yaptığı ya da yapmaya giriştiği anayasa değişiklileri üzerinden görmek, soruyu aydınlatmaya yardımcı olabilir.
AKP'nin 2002-2007 arasındaki ilk dönemi, esas olarak Avrupa Birliği'ne (AB) uyumu içeren bir dizi düzenlemeyle açıldı. 2001'in ardından 2002 ve 2004'te de anayasada çok sayıda değişiklik yapıldı.
Anayasa hukukçusu Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu bu dönemi şöyle özetliyor:
"AKP, 22. dönemde 7 Anayasa değişikliği yaptı. Nicelik olarak, 20 yılda yapılanların yarısı. Fakat nitelik olarak, 2004 değişikliği dışında hiçbirinin hedefi, insan haklarını pekiştirme, demokrasinin önündeki engelleri kaldırma veya hukuk devletini temellendirme değil. Hatta bazıları, 82'yi bile aratır oldu."
O dönem ordunun şeffaflaşması, Devlet Güvenlik Mahkemeleri'nin kaldırılması gibi düzenlemelere itiraz eden AKP'li milletvekillerine Dışişleri'nden birifing talebi geldiği haberlerde yer alıyordu.
İkinci dönem ve engelli koşu
AB'ye uyum heyecanının dinmesinden sonra, hükümetin anayasayla ilgisi basitleşti. İlk dönem boyunca askerin yanı sıra yargı tarafından da kısıtlandığını hisseden AKP daha araçsal bir yaklaşımı benimsedi. Özetleyelim:
* 2007, cumhurbaşkanlığı seçimi sorunuyla başladı. AKP Abdullah Gül'ü aday gösterdi. Meclisteki ilk turun gecesi 27 Nisan e-muhtırası geldi. 5 Mayıs'ta başbakan Dolmabahçe'de Genelkurmay Başkanı'yla görüştü. Gül, ikinci turda seçildi. Bu dirence AKP'nin cevabı anayasa değişikliği oldu. Cumhurbaşkanının halkoylamasıyla seçilmesi önerisi, siyasi bir tartışmanın, felsefi bir bakışın, yurttaşlar arasında bir uzlaşmanın değil pragmatik bir tepkinin sonucuydu.
* Temmuz 2007'deki seçimlere cumhuriyet mitingleri, cumhurbaşkanlığı seçimi tartışmalarıyla gidildi. AKP "yeni anayasa" vaat ediyordu. Seçimden güçlenerek çıktı. Erdoğan bu konuda aceleci davranmayacaklarını, en geniş mutabakatı arayacaklarını, zaten 13 kez değiştirilen 1982 anayasasıyla daha fazla devam edilemeyeceğini söyledi. Altı akademisyenin hazırladığı taslak Eylül 2007'de ortaya çıktı. Tartışılan taslak ve diğer öneriler "mutabakat olmadığı" için kadük kaldı.
* 2008 başında Erdoğan'ın bir konuşmasının ardından üniversitelerde başörtüsü yasağının kaldırılması için anayasa değişikliği hazırlandı. AKP-MHP teklifine DTP de destek verdi ve değişiklik Meclis'te kabul edildi. CHP'nin başvurusuyla Anayasa Mahkemesi düzenlemeyi geçersiz kıldı.
* Nisan 2008'de AKP hakkında açılan kapatma davasını boşa çıkartmak için parti kapatmayı zorlaştıran bir anayasa değişikliği hazırlığı olduğunu açıkladı.
Mutabakat bahanesi
AKP'nin pragmatik girişimlerine karşı muhalefet hep savunmada kaldı ve konuyu toplumsallaştırmak, katılımcı bir süreçle yeni bir yurttaş mutabakatını ortaya çıkmasını zorlamak için uğraşmadı. Aksine yüksek yargıyı araçsallaştırmak için elinden geleni yaptı. Meşhur 367'yle ve başörtüsü kararında esasa girerek Anayasa Mahkemesi kendine yasamanın üzerinde bir rol biçti. Sonuçta AKP'nin ilerlemesi için yargı reformu kaçınılmaz hale geldi.
Eylül 2009'da İçişleri bakanı Beşir Atalay "Bu programların başında anayasanın değiştirileceğini biz yazdık. Türkiye'nin sivil bir anayasaya olan ihtiyacı devam ediyor. Anayasayı değiştirme niyetimiz değişmedi. Ancak bugünkü siyasi ortamda mutabakat yok. Tahminim 2011 seçim süreci ve sonrasında anayasa değişikliği ihtiyacı Türkiye'nin gündemine oturacaktır" dedi.
Bugün değişiklik paketini savunanlar ruhunu sorgulamaksızın hükümetin teklifinin "teknik olarak" ileri bir adım olacağını söylüyor. Yeni bir anayasa talebine karşı da Atalay'ın dillendirdiği gerekçeyi veri olarak kabul ediyor.
Oysa CHP-MHP olmasa da, toplumun geniş kesimlerini temsil eden örgütlerin, sendikaların, meslek odalarının, BDP'nin talepleri yıllardır ortada. Hak ve özgürlükler alanında uluslararası düzenlemeler var. Tüm yurttaşlar için koşulsuz örgütlenme özgürlüğünü, ifade özgürlüğünü anayasada koruma altına almak için bugün neden iyi bir zaman değil? Bunu demokratikleşme adımı olarak önemsemeyen bir iktidarın ruhunu vereceği bir yargı reformundan demokratikleşme çıkacağının güvencesi ne? "Ya statüko ya da bu kadar"la yetinmek istememek statükoculuk olabilir mi gerçekten?(EÜ)