Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Suudi Arabistan dönüşü gazetecilerin sorularını yanıtlarken Başbakan Davutoğlu’nun “Üniter devletlerde de başkanlık sistemi elbette olabilir” sözlerini kendisine soran gazeteciye “Üniter sistemli başkanlık baktığımızda var. Hitler Almanyası’na baktığınızda bunu görürsünüz” demesi haklı olarak tepki çekti.
Ertesi gün Cumhurbaşkanlığı yazılı bir açıklama yaparak Erdoğan’ın sözlerinin “çarpıtıldığını”, Hitler Almanyası “benzetmesinin söz konusu olmadığını” belirtti. Açıklamada “Holokostu ve Antisemitizmi, İslamofobiyle beraber bir insanlık suçu olarak ilan eden Sayın Cumhurbaşkanımızın ifadelerinin Hitler Almanyası’na olumlu bir gönderme gibi yansıtılmaya çalışılması kabul edilemez” denildi.
Toplama ve imha kamplarında, evlerinde ve sürgün yollarında 6 milyon Yahudi’nin öldürüldüğü, öldürülmeyenlerin işkenceden geçirildiği, Yahudilerin kitleler halinde sürüldüğü insanlık suçlarının en ağırının yaşandığı Hitler Almanyası’na ilişkin olumlu veya olumsuz herhangi bir benzetmenin veya göndermenin “kabul edilemez” olduğu tartışmasız bir gerçek.
Erdoğan’ın, “olumlu olmadığı” ve bir “benzetme” de olmadığı açıklanan sözleri neden sarf ettiği, “Hitler Almanyası” tanımının konuşması içinde neden geçtiği şimdilik “muamma” olarak kalacak gibi görünüyor.
Bu nedenle yazının geri kalanı, Erdoğan’ı konu dışında bırakarak ama onun son açıklamasıyla kaçınılmaz olarak gündeme gelen “Hitler Almanyası’nı” bizzat yaşayan filolog Victor Klemperer’in, dünya tarihine lanetle yazılan yıllar boyunca tuttuğu günlüklerinin ana gövdesini oluşturduğu, Türkiye’de İletişim Yayınları tarafından 2013 yılında yayınlanan, ‘LTI (Lingua Tertii İmperii): Nasyonal Sosyalizmin Dili’ kitabı hakkında olacak.
Küçük arsenik dozajları
Dresden Üniversitesi’nde Fransız Edebiyatı profesörü olan Klemperer, Hitlerin lideri olduğu Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi’nin 1933’te iktidara gelmesinden sonra, 1935’te Yahudi olduğu için pek çok Yahudi gibi üniversiteden uzaklaştırıldı; onu toplama kamplarından kurtaran eşi Eva Klemperer’in Aryan olmasıydı.
Kitap, kısa tanıtım yazısından alıntılarsam, bir iktidar zihniyetinin, hâkim ideolojinin nasıl “usul usul” dilin gözeneklerine sindiğini konu ediyor. Kitap, daha çok, Nazilerin Yahudileri kitlesel olarak imha etmeye başladığı yıllardan önceki zaman dilimini ele alıyor. Adorno’nun ‘Sahicilik Jargonu: Alman İdeolojisi Üzerine’ kitabında “Dil faşizme bir sığınak sağladı; için için yanan kötücüllük bu sığınakta kendini kurtuluşun ta kendisiymiş gibi ifade etti” sözleriyle özetlediği “sığınağı” irdeliyor.
Nazizmin dilinin “senin için namzeden ve düşünen dil…” olduğunu kitapta sıkça tekrarlayan Klemperer, dilin bir toplumu nasıl zehirlediği bahsini açtığında şunu yazıyor: “Kelimeler küçücük arsenik dozajları olabilirler: Farkında olmaksızın yutulurlar, bir etki yaratmıyor gibi görünürler ama bir zaman sonra etkisini gösterir.”
Klemperer’in Nazi Almanyası’nda kullanılan dil aracılığıyla Yahudilerin nasıl düşman ilan edildiğini, nasıl “şeytanlaştırılarak” nefret nesnesine dönüştürüldüğünü anlattığı ‘Yahudi Savaşı’ başlıklı bölüm, ‘küçük arsenik dozajlarının’ bir topluma nasıl yutturulduğunu gösteriyor.
“As kendini artık Yahudi Köpeği”
Klemperer toplama kampına götürülmekten “muaf” tutulsa da gözaltına alınıyor. Bu bölümün girişinde gözaltındayken, bir çeyrek saat yüzü duvara dönük bekletilirken yanından geçip gidenlerin ona ettiği küfürler yazılı:
“As kendini artık Yahudi köpeği, daha ne bekliyorsun?”
Sonra bir odaya alınıyor ve görevlinin hakaretlerine maruz kalıyor:
“Ceplerini boşalt, çalıntı, kaçırılmış bir şeyler bulunur hep sizde.”
“Demek profesörsün ha? Yahu bizlerden birine ne öğreteceksin ki sen? Sadece bu utanmazlığından ötürü bile Theresienstad’a kapatmalı seni!”
“Kes kes. Yahudilerle savaşıyoruz biz. Yine kafanı sallayacak olursan bir tane indiririm, soluğu dişçide alırsın. Yahudi savaşı bu, Führer söyledi, Führer her zaman haklıdır. Çık dışarı.”
Dil senin için düşünür; Hitler, bunun bir Yahudi savaşı olduğunu söylemiştir ve Klemperer’i sorgulayan görevli için konu bu kadar basittir. Nasyonal Sosyalim, (Klemperer’in kitabın başka bir bölümünde metinler üzerinde söylem analizi yaparak açıkladığı gibi) düşünen insandan korkar ve bu nedenle düşünmeye duyulan nefret sürekli yeni ifadelerle kendini gösterir. ‘Führer’e sadakat yemini edenler de sadakatlerinin bir gereği olarak düşünmez, sadece emre itaat eder. Emre itaat ettikçe de düşünenden nefret eder.
Okşanan ve yüceltilen nefret
Klemperer Yahudi nefretinin kökenini, Hitlerin bir “Antisemite dönüşümünü” tasvir ettiği ‘Kavgam’ kitabının “Viyana’da öğrenim ve çille yılları’ bölümünde buluyor. Kavgam kitabı, 1925’te çıkmaya başladı ve Nasyonal sosyalizmin dili de ana hatlarıyla burada sabitlendi. Klamperer, partinin 1933’te “iktidarı almasıyla” bir grup dilinden bir halk diline dönüşen LTI’nin, zamanla tüm kamusal ve özel alana hakim olduğunu politikaya, yargıya, iktisadiyata, sanata, bilime, okula spora, aileye, çocuk bahçelerine, kreşlere sızdığını anlatıyor.
Ömrü boyunca Yahudilere “Yahudi milleti” diyen Hitler, en ilkel küfürlerini, bir alegorik suret olarak büyüttüğü ‘Yahudi milletinin” sırtına yükler, Yahudiler onun için çürüyen bedendeki kurtçuktur, Yahudilerin bütün faaliyetlerini bir hastalık olarak görür, Yahudiler ona göre eski devirlerdeki “kara ölümden” daha beterdir.
Klemperer, Hitler’in hayatı boyunca Yahudiler konusundaki başlangıçtaki çocukça tutumunun ötesine geçmediğini yazar: “Gücünün esaslı bir kısmı da buraya dayanır, çünkü bu onu en küflü halk kitlesiyle birleştirir; (…) bu kitle, daha ziyade, küçük burjuvazinin birbirine sokulmuş kalabalığından oluşur. (…) –Hitler- Sadece onunla aynı ilkellik halinde olanlardan sadakat umabileceğini bilir; onların sadakatini sürdürmelerini sağlamanın en kolay yolu ve emin yolu da, içgüdüsele benzeyen Yahudi nefretini okşamak, meşrulaştırmak ve deyim yerindeyse yüceltmektir.”
Günah keçisi ve en popüler hasım olan Yahudi, böylece ortak payda haline gelir, en değişik türden etkenleri bir araya toplayan parantezdir. Klemperer “Führer gerçekten tüm Yahudileri yok etme hedefine ulaşabilseydi yenilerini icat etmek gerekecekti, çünkü Yahudi şeytan olmadan, karanlık Yahudi olmadan Nordik Cermenin ışıklı sureti de olmazdı” diye yazıyor.
LTI’nin kelime hazinesi: Kökünü kurutmak
Hitler, ilkel ve çocuksu inançlarına rağmen oldukça kurnazdır: Her şeyi basitleştiriyor, böylece dinleyicilerinin eleştirel düşünmelerine olanak tanımıyordu. Hasımlarını (onlara karşı tek başına kaldığı düşüncesine neden olmamak için) dağıtmaz, tek parantezde birleştirir, aynı paydaya getirir, ortak noktalar atfederdi: Böylece Yahudice-Marksist dünya görüşü, Yahudice-Bolşevik kültürsüzlük, Yahudice-kapitalist sömürü sistemi, Almanya’nın felaketini isteyen Yahudice-Fransız, Yahudice-İngiliz, Yahudice-Amerikan çıkarları sıfatları kullanıma sokuldu ve hepsi aslında tek bir düşmanı işaret ediyordu: Yahudiler.
Naziler ise düşmana karşı “kendimizi savunuyoruz” fikrinde birleşti. Klemperer, Yahudi düşman imgesine dair şunları yazar: “Ama Yahudilerin bu cinai arzusu en derinlerde herhangi bir düşünüm ve çıkara değil, iktidar arzusuna bile değil, doğuştan gelen içgüdüye dayanır.”
Yani “Yahudi milleti” Nazilerin “rasyonalize ettiği” dünya görüşüne göre “doğuştan suçlu, doğuştan düşman, doğuştan hain”dir.
Klemperer şöyle yazar: “Doğuştan nefret karşısında güvende olabilmek için, nefret edenin ortadan kaldırılmasından başka bir yol yoktur: Böylece ırkçı antisemitizmin pekiştirilmesinin mantıki sonucu olarak Yahudilerin kökünün kurutulması zorunluluğuna varırız. ‘Kökünü kurutmak’ sık sık kullanılan bir fiildir, LTI’nin kelime haznesine aittir.”
LTI ise sabit ve tek seslidir.
Dönüşüm: "İyi yaşamaya hakkımız var"
Hitler’in bir halkı şeytanlaştırma ‘pratiklerini’ anlasak da diğer taraftan hâlâ ve belki naifçe anlaşılmayan karanlık taraflar var. Örneğin, bir halk Yahudi soykırımına nasıl sessiz kaldı, sorusu bugün bile geçerli. Sessizlikten öte kitleler Hitler’i nasıl oldu da sadakatle destekledi?
Klemperer, günlük tutarken çevresinde zararsız biri olarak görülen bir gencin dönüşümünü not etmiş; sorunun ipuçları bu örnekte bulunabilir. Sovyetler Birliğine hürmet besleyen akrabaları olan bir gencin, dersleri kötü olduğu için “kendisi için biçilmiş bir kaftan olan” orduya yazıldıktan sonra değişimi kayda değerdir. Nasyonal sosyalizmin ilk yıllarında orduya kaydolan genç, ileriki yıllarda hızla yükselir, artık hava subayı olarak “büyük bir adam olmuştur.” Çizmeleri, kıyafeti, üzerindeki üniforması ve şaraplarla lüks bir hayat süren genç, büyük bir kumarhanenin de rüşvetini almaya başlar. Sovyetler Birliği’ne sempatisi olan teyzesine bir mektubunda bu hayatını şöyle açıklar: “İyi yaşamaya hakkımız var, günbegün canımızı ortaya koyuyoruz.”
“Klişelerin hükmü altına girmek” olarak tarif ediyor bunu Klemperer ve kitabın başka bir bölümünde kendi evinde yetişen ‘manevi oğlunun’ dönüşümünü anlatıyor.
Toplama kamplarından önce: "Bunlar tantana"
Kleprerer, bu bölümde Nazilerin “sömürgeci tınısı” olan kelimelerini de ifşa ediyor; bunlardan biri “ceza seferi.”
Evinde çocuğu gibi büyüttüğü, eğitimine destek verdiği ve kendisine “Baba” diyen gence Nazilerin ilk yıllarında Klemperer, “Kökenlerimden ötürü benim insanlığımı tanımayan bir partiye nasıl destek veriyorsun?” diye soruyor. Manevi oğlu ise “Yahudilik tantanası sadece propaganda amacına hizmet ediyor, bu konuyu fazla ciddiye alıyorsun baba” diyor.
Birkaç yıl sonra ise manevi oğlu telefonda gülerek, küstah birkaç komüniste karşı “ceza seferine” çıktıklarını, copla sıra dayağı çektiklerini, “birazcık da Hintyağı verdiklerini” anlatıyor. Kuvvetli bir müshil olan Hintyağını zorla içirip sokakta yürümeye zorlamak, Nazilerin Yahudileri aşağılamak için uyguladığı bir yöntemdi ve Klemperer’in evinde büyüyen çocuk için artık insan onuruna karşı yapılan bu işkence sadece “birazcık Hintyağı verdik” diye dalga geçebileceği bir durum olmuştu. Şunu düşünebiliriz: Ya büyüdüğü evde ona rehberlik eden, Yahudi olduğu için her türlü aşağılamaya maruz kalan bir profesörden hiçbir şey öğrenmemişti veya küçük arsenik haplarını yutarak zehirlenmişti ve dönüşümünün idrakine varamıyordu, artık dilin hükmü altına girmişti.
Manevi oğluyla ilişkisini o konuşmadan sonra kesen Klemperer, bu sömürgeci işkence biçiminin çok geçmeden unutulduğunu çünkü, yerini toplama kampları ve gaz odalarının aldığını yazarken aslında bu örnekle toplumu toplama kamplarına karşı sessiz kalmaya götüren zihniyeti de ifşa ediyor.
Fanatik kitleler
Kitapta kendi halinde, hatta vasat Almanların bir süre sonra fanatikleşmesinin seyri de ortaya konuyor.
Bir bilgi: “Fanatik kelimesinin Almancada karşılığı yoktur; çevrilemez ve ikame edilemez.” Birinin, örneğin bir sanatçının, mesleğinin fanatiği olduğunu söylemenin içinde “hep dikenli bir kendi-içinlik, tatsız bir yanına yaklaşılmazlık salındığını” yazıyor Klemperer. Nitekim Nazi Almanya’sının ilk yıllarında da “fanatizm” olumsuz manada, örneğin komünistleri tanımlamak için kullanılıyordu diyor yazar, örnek olarak Hermen Göring’in Werk und Mench (Eser ve İnsan) çalışmasını vererek yazarın, nefret edilen komünizmden bahsederken “bu sapkın öğretinin insanları nasıl fanatikleştirdiğini” yazdığını anlatıyor.
Ancak, çok geçmeden bu kelime anlam değiştiriyor ve cesaretin, tutkunun, sadakatin “hoş bir karışımını” ifade etmeye başlıyor. Klemperer, şöyle yazıyor:
“Bayram günlerinde, Hitler’in doğum gününde veya iktidarı alışın yıldönümünde tek bir gazete makalesi, tek bir tebrik sözü, herhangi bir örgütlenmeye dönük tek bir çağrı olmazdı ki, Hitler imparatorluğunun ebediyen devam edeceğine ilişkin ‘fanatikçe imanı’ teyit eden bir ‘fanatikçe yemin’ veya ‘fanatikçe sadakat’ beyanı içermesin. Hele savaşta, hele yenilgilerin üstü artık örtülemediğinde!”
Nazizmin dilinde her şeyin konuşma, her sözün bir hitap, çağrı ve kamçılayıcı olduğunu anlatan Klemperer, “Cümle alemi bağlayan üslup çığırtkan ajitatör üsluptu” yazdıktan sonra Nazizmin en önemli şiarını not ediyor: “Sen hiçbir şeysin, millet her şey.”
Basının durumuna gelmişken, “sadece merkezi bir merci tarafından kendisine aktarılanları yazabiliyordu” diyor Klemperer. Örneğin, Goebbels’in son Reich makalesinin gazetede yayımlanmasından bir gün önce Berlin radyosunda okunması alışkanlığı oluştuğunu böylece Nazizmin iktidar alanındaki tüm basın organlarında neler deneceğinin fikren gelecek haftaya kadar sabitlenmiş olduğunu not ediyor.
“Alman kedi varlığı" ve münferit olmayan katliam
Nazi Almanyası yıllarında kullanımdaki kelimeleri büyük bir titizlikle, yazılı metinler ve konuşmalarda tespit ederek Nazizmin “beyin haritasını” çıkaran Klemperer, “organizasyon” kelimesine de bir bölüm ayırmış. Bu bölümde yazar, Nürnberg mahkemelerinde hiç konu edilmeyen ama elinde olsa “sadece bunun için bile darağacı karabileceğini” yazdığı önemli bir vakayı anlatıyor.
Klemperer, “Senin yerine düşünen dil”in hakimiyeti altına girerek düşünme yetisini bir kenara bırakan, böylece eğer vardıysa bireyselliğini tamamen yitiren ‘kişilerin’ arasında organizasyon bağımlılığını “Alman kedi varlığı” örneğini vererek irdeliyor:
“Mutlaklık arzusunun yol açtığı organizasyon aşırılığı veletlere kadar iniyordu; yok hayır, kedilere kadar. Kedilere yardım eden hayvan koruma cemiyetine aidatımı artık ödemiyordum, çünkü ‘Alman kedi varlığı’ içinde –cemiyetin parti organına dönüşen haber bülteninde sahiden böyle diyordu – artık Yahudilerin yanında barınan cinsine yabancılaşmış yaratıklara yer yoktu. Daha sonra ev hayvanlarımızı, kedilerimizi, köpeklerimizi, hatta kanaryalarımızı elimizden aldılar ve öldürdüler. Münferit vaka olarak ve münferit bir alçaklıkla yapmadılar bunu, resmi ve sistematik uygulamaydı.”
Kitapta dünya tarihine büyük bir utançla yazılan Nazi Almanya’sının Yahudi soykırımına adım adım nasıl gittiği, koca bir ülkenin zararsız zannedilen bir dilin kelimeleriyle nasıl usul usul zehirlendiği daha pek çok örnekle anlatılıyor.
Dilin tuzağı
Bitirirken Klemperer’in bir uyarı niteliğinde olan sözlerini alıntılamak lazım: “Nasyonal sosyalizmin en feci takibat altındaki kurbanları ve kesinlikle ölümüne düşmanları arasında, Yahudiler arasında bile, konuşmalarında ve mektuplarında, yayımlayabildikçe kitaplarında, olanca kudreti ve olanca zavallılığıyla, işte tam da bu zavallılığın kudretiyle, hep LTI hüküm sürüyordu.”
Hitler Almanyası’nı Erdoğan’ın son açıklaması sonrası bir şevkle tartışırken sanırım Klemperer’in uyarısını kulağa küpe etmek gerekiyor. Dilin hükmü altına girmeden de konuyu tartışmak da mümkün olmalı. Düşmana bakarken düşmana benzememek, karanlığa bakarken kapkara kesilmemek, uçuruma bakarken uçuruma yuvarlanmamak uyanık bir zihin, dikkat, çoğu kez kendini sorgulamayı gerektiriyor.
Bir gün insan onuruna saldırı olan işkencelerle “Birazcık Hintyağı verdik” diye dalga geçilenlerin, daha sonra yaşanacak soykırımın destekçileri veya onaylayan sessiz çoğunluğuna dönüşmesi tehlikesi olduğunu tarih kanıtlamış durumda. Artık lanetle anılan, tarihte silinmeyecek bir insanlık suçunun işlendiği Hitler Almanyası’nı yaşayanların yazdıkları özellikle dilin tuzaklarına karşı yol gösteren belgeler olarak elimizin altında duruyor. (SP/HK)