Bugün 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü. Bundan 39 yıl önce, 1977’de Taksim’deki 1 Mayıs kutlaması için ressam Orhan Taylan’ın çizdiği ve artık bugünle simgeleşen “dünyayı avuçlarında yükselten işçi” logosunda da ifadesini bulduğu gibi evrensel bir gün. Aynı zamanda Türkiye İşçi Partisi'nin Genel başkanlarından Behice Boran'ın doğum günü.
Dünyanın neresinde halk egemenler tarafından sömürülüyorsa, dünyanın hangi ülkesinde devletler kardeş halklar üzerinde tahakküm oluşturuyorsa 1 Mayıs, o sömürüye ve o hegomonik sisteme karşı çıkmanın günü. 1 Mayıs’ın ilan edilmesinde dünya tarihinde on yılların birikimini görürüz; hak, emek, ekmek, özgürlük, eşitlik, barış mücadelesini.
Bu mücadele siyasî alanda sivil toplum alanında olduğu gibi sanat ve edebiyat alanında da yazarların emekçilerin, ezilenlerin yaşamını anlatmaları ile perçinlenmiştir. Eserlerinde topraksız köylünün hayatta kalma mücadelesini anlatan Yaşar Kemal değil miydi, “Halka kim zulmediyorsa, etmişse, halkı kim eziyor, ezmişse, onu kim sömürmüş, sömürüyorsa, feodalite mi, burjuvazi mi? Halkın mutluluğunun önüne kim geçiyorsa ben sanatımla ve bütün hayatımla onun karşısındayım. Ben etle kemik nasıl birbirinden ayrılmazsa, sanatımın halktan ayrılmamasını isterim. Bu çağda halktan kopmuş bir sanata inanmıyorum” diyen. Orhan Kemal değil miydi pamuk işçilerini, kenar mahallelerdeki insanları anlatan. Ege’deki tütün işçilerinin hikâyesini anlatmamış mıydı Necati Cumalı.
9 yaşında başladığı çalışma yaşamında ırgatlık, berber çıraklığı, fırıncılık, demiryolu işçiliği yapan, okuma ve yazmayı yaşamı yoksullukla geçtiği için çok geç yaşlarda öğrenen Maksim Gorki değil miydi, “Emeğin ve emekçinin sanatı olur mu?” diyenlere inat, yazdığı eserlerde emeğin gücünü en başköşeye koyan, ölene kadar da emekçinin sanatını anlatan. Şöyle demişti Gorki, Ayaktakımı Oyunu’nda:
“Gerçek diyorsunuz. Nedir gerçek? Bir tek gerçek vardır; o da insandır. Nice insan etrafındakilere acıdıkları için söylerler yalanları. Biliyorum bunu. Kitaplarda okudum. Hem de güzel, insanı heyecanlandıran yalanlar söylerler. Bu yalanları insanları teselli eder, avutur. Kimi yalanlar da, bir işçinin kolunu ezen güçten yana çıkmak için söylenir. Zayıfı ezmek, onu suçlamak için söylenir. Açlıktan öleni yargılamak için söylenir yalan. Ben yalanın böylesini de tanırım. Yalan vardır zayıflara destek olur, yalan vardır kan emicilere sığınak. Oysa kendinin efendisi olan, bağımsız olan, başkalarının ekmeğinde gözü olmayan insanın yalana ne ihtiyacı var.”
1 Mayıs maden ocaklarında, inşaatlarda, fabrikalarda, tekstil atölyelerinde, ürün hasadında, AVM’lerde ölümüne çalıştırılanların günü. Soma’da, Ermenek’te, asansör facialarında, inşaatlarda, tersanelerde ölen canları, kot taşlama atölyelerinde ciğerleri yanan işçileri hatırlamanın günü. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin verilerine göre, mart ayında 157, yılın ilk üç ayında en az 415 işçi ölmüş. Emek her geçen gün değersizleşiyor. Taşeronlaşma çalışma yaşamında yeni sorunları ortaya çıkarıyor. Özel İstihdam Büroları adı altında oluşturulmaya çalışılan kiralık işçi düzeniyle işçiler sendika, tazminat gibi haklarından mahrum bırakılmak isteniyor. Sermaye – emek çelişkisi her geçen gün artıyor. Yoksulluk ise insanlara kader olarak benimsetiliyor.
Her yıl olduğu gibi bu yıl da 1 Mayıs kutlaması için alan tartışmaları yapıldı. 2010’da Taksim’de kutlanacak olmasını afişlerle duyuran iktidar partisi il başkanlıkları bununla övünmüş, 3 yıllık serbestlikten sonra meydanın 2013’te yayalaştırma projesi gerekçe gösterilerek yasaklanması, o tarihten itibaren yine fırtınalı, meydanlarda devlet terörünün estirildiği ölümlü, yaralanmalı günleri getirmişti.
Taksim’in elbette 1 Mayıs için önemli bir anlamı var. 1 Mayıs 1977 gününde, günü kutlamak için toplanan insanlara DİSK’in 1980’de öldürülen başkanı Kemal Türkler’in konuşması sırasında, bugünkü adıyla The Marmara Oteli’nin çatısından açılan ateş sonucu vurularak ve polis panzerlerinin altında ezilerek kaybeden insanların hazin hatırası; olayın hâlâ aydınlatılamaması nedeniyle suçluların cezasızlığı var akıllarda.
Bu yıl ise 1 Mayıs yine Taksim’in yasaklanması nedeniyle DİSK, KESK, TMOBB onca canın yitip gittiği Kazancı Yokuşu’na karanfil bıraktıktan sonra ortak bir basın açıklamasıyla bayramı, Bakırköy Halk Pazarı’nda kutlayacaklarını duyurdular.
Şimdi yalnız sosyalistlere değil, sosyal demokrasi iddiasında olan siyasî partilere düşen halk pazarında ve diğer illerde emekçilerle, ezilenlerle bir araya gelebilmek. Karl Marks’ın ünlü “Dünyanın bütün işçileri birleşin” sözünün “Dünyanın tüm vicdan ve sorumluluk sahibi insanları birleşin” şeklinde varyasyonunu yapmak yanlış olmayacaktır.
Son nefesine kadar mücadele
Bugün aynı zamanda Türkiye’de sol birikimin en önemli isimlerinden sosyolog Behice Boran’ın doğum günü. Boran 1910 yılının 1 Mayısında Bursa'da doğmuştu.
Michigan Üniversitesi’nde sosyoloji doktorasını tamamladıktan sonra 1939 yılından yeniden ülkeye dönen Boran sosyoloji bölümüne doçent olarak atandığı Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nde öğrenciler tarafından en çok sevilen hocalardan olmuştu. Siyasî yasaklarla geçen yaşamında 50’li yıllarda Türkiye’nin Kore’ye asker göndermesine karşı Barışseverler Cemiyeti’ni kurmuştu. Bu faaliyetinin bedeli 15 ay hapis cezasıydı.
Boran aydınların davet edilmesi üzerine, 12 Şubat 1961’de aralarında o dönem Maden İş’in Başkanı olan Kemal Türkler’in de bulunduğu 12 sendikacının bir araya gelerek kurduğu Türkiye İşçi Partisi’ne (TİP) katılmıştı.
İşçi sınıfı ve topraksız köylünün partisi olarak yola çıkan ve sonra sosyalist kimliğe kavuşan TİP, bilindiği gibi 1965 seçimlerinde yüzde 3 oyla Meclis’e 14 milletvekili göndermişti. Sonra kadroya bağımsız olarak seçilen Çetin Altan da katılmıştı.
Sol literatüre “Hümanist sosyalizm”, “Güler yüzlü sosyalizm” gibi kavramları kazandıran Mehmet Ali Aybar’ın 1962-69 arasında genel başkanı olduğu Behice Boran’lı, Sadun Aren’li, Tarık Ziya Ekinci’li, Çetin Altan’lı, Yaşar Kemal’li TİP tecrübesi bugün solun parlamentoda en önemli başarılarından biri olarak anılıyor.
O yıllar ilk defa bir sosyalist partinin Meclis’e girmesi pek alışıldık durum değildi. Örneğin birinci gelen Demirel’in genel başkanı olduğu Adalet Partisi, ikinci parti olan İnönü’lü Cumhuriyet Halk Partisi’nin Meclis’teki yerleri belli olmasına rağmen, TİP’in vekillerinin yeri belli değildi. 1966 yılı bütçe görüşmelerinde TİP’i hedef alan İçişleri Bakanı Faruk Sükan’ın konuşması üzerine gerginleşen ortamda konu vatan haini ilan edilmiş olan Nâzım Hikmet’e geldiğinde, onun Türkiye’nin en büyük şâiri olduğunu söyleyen Çetin Altan ve birçok TİP’li saldırıya uğrayacak, 8 Ekim 1978’de parti üyesi gençler ülkücü reisleri tarafından öldürülecekti.
TİP diğerlerine göre küçük bir partiydi ama ona rağmen etkili muhalefet yürütmüştü. Ancak TİP’in bu başarısı o dönem seçim sisteminin değiştirilmesi ile ödüllendirilecek (!), parti 1969 genel seçimlerinde yüzde 3 oy almasına rağmen sadece iki vekil çıkarabilecekti.
Tabiî parti içinde de zaman zaman fikir ayrılıkları olmuş, Sovyetler Birliği’nin Çekoslovakya’yı işgali üzerine Aybar ile Boran – Aren arasında çıkan tartışma 1969’da Aybar’ın istifası ile sonuçlanmıştı.
TİP o yıllarda “doğu sorunu” diye nitelendirdiği Kürt sorununa yönelik “Hâkim sınıfların baskı, asimilasyon siyaseti uyguladığı, Doğu sorununun yalnız bölgesel kalkınma sorunu olarak ele alınamayacağı, Kürt halkının yurttaşlık hakları mücadelesini desteklemenin olağan ve zorunlu bir görev olduğu” şeklindeki tespitleri ve önerileri nedeniyle 12 Mart darbesinden sonra 20 Temmuz 1971’de kapatıldı. Yöneticileri tutuklandı. Boran 15 yıl hapse mahkûm edildi.
74’teki “genel af”tan yararlanarak serbest kalan Behice Boran, TİP’i yeniden kurmaya koyuldu. 75’te TİP’in genel başkanı seçildi. TİP kurulan tuzaklarla, yöneticilerinin tutuklanmasıyla, 1961 Anayasasının kimi maddelerinin iğdiş edilmesiyle eski başarısını yakalayamamıştı. 1980 askerî darbesi ise partinin sonunu getirmiş, Boran bu kez vatandaşlıktan çıkarılmıştı.
Boran 7 yıl sürgünde yaşadı. Sürgün olayını 1986 Ağustos’unda Uğur Mumcu’ya verdiği mülakatta “Bu işlere girerken her şeyi düşünmüştüm. Hapis yatmayı, baskıları… Ama 76 yaşında bir ülkede sürgün yaşamak hiç aklıma gelmemişti” sözleriyle anlatmıştı.
Boran “Sosyalist doğulmaz, sosyalist yaşanır” derdi. Elbette öyleydi ama son nefesine kadar mücadelesini verdiği emek, eşitlik, özgürlük, barış gibi değerlerin en çok konuşulduğu gün hayata gözlerini açmıştı. Türkiye’de sosyalist hareketin en önemli temsilcisi olan Boran’ın hiç yılmayan tavrı umut olsun herkese. (SE/HK)