Bundan yirmi yıl kadar önce o kitabın her sayfasını nasıl didik didik okuduğumu, annemin kucağında beni, karnında kızkardeşimi bırakarak savaşa katılan bölük komutanı yüzbaşı "Deli Atıf"ın izini nasıl sürdüğümü, onun o cehennem günlerine dair anlattıklarını, içimi acıtan bir heyecanla, nasıl satır satır aradığımı bugün bile hatırlarım.
Aradıklarımı orada bulamadığımı da.
O beyaz kitapta, bana anlatılanlara dair tek iz, eklerdeki "Kore muharebelerine katılan Türk kuvvetlerinin kayıpları" tablosunda yer alan bir sayıydı. "Yaralı subay" sayısı: 54.
O savaşın onda yarattığı bedensel ve ruhsal travmayı tam otuz iki yıl birlikte yaşadığımız, birlikte taşıdığımız adam, yani babam, bu kadardı işte: 54'ten biri, 1/54...
Harp Tarihi Dairesi'nin Kore Harbi kitabındaki o istatistik sayfası, geçenlerde, Atlas dergisinin Ağustos sayısında yayımlanan ve bu konuda dünyada ilk ve tek örnek olan "Kore Savaşı" röportajında tekrar karşıma çıktı ve kitabın bende yarattığı boşluk hissini yeniden yaşadım.
Bu hissin tek sahibi olmadığımı da, röportajı yapanlardan Gürsel Göncü'nün üç - dört gün önce Açık Radyo'da söyledikleri anlattı bana: "Bizim askeri tarih kitaplarından hiçbirinde, Çanakkale Savaşı'ndaki Yahya Çavuş hariç, albay rütbesinin altında bir kahramana rastlayamazsınız."
Gürsel ve röportajı birlikte yaptığı, gidilmedik yolları birlikte tükettiği Özcan Yüksek, gerek Atlas'taki yazıda, gerekse başka yerlerde hep aynı acılı duyguyu aktarıyorlar; sekiz bin kilometre ötede keşfe çıkmalarının nedeni de o duygunun ağırlığı, taşınamazlığı: Nasıl bir toplumuz ki biz, bizim için ölenleri, aradan daha bir insan ömrü kadar bile zaman geçmeden, tümüyle unutuyoruz...
Elli yıl geriye baktığında flu insan siluetleri bile görememek, ürkütücü bir durum gerçekten.
Ama sırf bu nedenle yarının ölülerini de seçemiyor olmak, geçmiş savaşların ağırlığından bihaber bu toplumun, gelecek savaşlara da aynı kuş hafifliğiyle, aynı duyarsızlıkla süzülüyor olması, daha da ürkütücü.
Nitekim, önümüz savaş; bu artık apaçık ortada.
Irak'la savaşı başlatacak olanlar, yani o savaşa en daha hazır olması gerekenler kendilerine hâlâ hazır hissetmiyor, kapının önüne gelmiş bir savaşı başlatıp başlatmamak Amerika Birleşik Devletleri (ABD) başkentinde derin bir iç kavganın nedeni, milyonlarca Amerikalı, topraklarından binlerce kilometre uzakta yaşanacak bir savaşın kendilerine belki hiç ulaşmayacak sıcaklığıyla her sabaha ter içinde uyanıyor.
Bizim buralarda ise çıt yok. Savaş burnumuzun dibinde, sınırın hemen öteki tarafında, hatta bu tarafında yaşanacak, Bush yönetiminin tabutta geri götürmeyi göze alamadığı her Amerikalı'nın yerini belki bu ülkenin beş genci alacak; ama kimse istifini bozmuyor. Dahası, hayatında bir kez olsun namluyla göz göze gelmemiş "sivil stratejistler", televizyonlara çıkıp buz gibi bir sükûnetle Bush'un nereden, nasıl, ne zaman vuracağına, "bizim neden bu işin içinde yer almamız gerektiğine" dair tahliller attırıyor.
Savaşı başlatacak ülkede pek çok kişi, geçmişin haksız savaşlarını, acı yenilgilerini hep aklında tuttuğu, Vietnam'ı, Somali'yi bir türlü unutamadığı için saati geri çevirmeye çalışıyor.
Burada ise herkes savaşa çoktan hazır; ne olacaksa bir an önce olsun isteniyor, bir partinin genel başkanı, "Amerika Irak'ı vururken başbakanlık koltuğunda ben olmalıyım" diye kürsü kürsü dolaşıyor. Burada savaşların tarihi oralarda yazıldığı gibi yazılmıyor çünkü. Bu ülkede bütün savaşlar "haklı", yenilgiler bile "zafer..."
"Haklı savaşlar"ın ve "zafer"lerin kayıplarının, "dünyevî" olanı terkedip "uhrevî" olana geçen "şehit"lerin ardından acı çekilemeyeceği için de, "ölen ölüyor, kalan sağlar unutuluyor."
Tıpkı Gürsel ve Özcan'ın Kore Savaşı'nın unutulmuşları için yazdıkları gibi.
O savaşın en ağır yenilgisi, dört bin kişilik Türk tugayının dörtte birini üç gün içinde yok eden bir facia bile savaş tarihi kitaplarına "Kunuri Zaferi" olarak geçmişse, yine Gürsel'in dediği gibi "Savaşların tarihini bir tek bu ülkede, sadece askerler yazıyor"sa, Kunuri'de gün gün tuttuğu notlardan o savaşın "gerçek tarihi"ni yazan kişi bile, "Yazmadığınız şey var mı" sorusunu "Çok şey var, ama, onlar benimle birlikte öbür tarafa gidecek" diye cevaplıyorsa, "bu tarafta" hatırlanacak ne kalıyor ki? (NH/BB)