Önemli uyarı: Bu yazı, siz okuyucuları yerinde otururken hafifçe germek, belki suratınızda ufak bir gülümseme, belki ensenizde bir ürperme, belki hiddetinizde bir artış, belki içinizdeki heyecanda bir kabarışa yol açabilir. Ama bunlardan herhangi birini istemiyor, uzak kalmak istiyorsanız hiç devam etmeyin. Televizyondaki evlenme programlarının reyting ihtiyacı var diye yorumlar var internette.
Belki haberiniz yoktur, belki gözünüzden kaçmıştır ama Türkiye Cumhuriyeti içinde birbirinden güzel, birbirinden kinayeli, birbirinden havalı olaylar, yasalar, insanlar gelip geçiyor. Bir kısmını yakalayabiliyoruz, bir kısmından çok uzağız, bir kısmının göbeğinde buluyoruz kendimizi.
Eğer bir takipçiyseniz, gerek Bianet bünyesinde, gerek başka haber alım organlarında bunları görüyorsunuzdur, ve eğer bolca görüyorsanız, bu tekrardan hem sıkılmış, hem de gerilmiş olmanız olası. Ama gelin bugün bunlardan 2 tanesini kullanarak, bu 2 tanesindeki bazı ortak noktaları izleyerek bu ülkenin insanları olan bizlerde aslında nelerin bozuk olduğunu anlamaya çalışalım, birazcık kafamızı çalıştıralım.
Sen arabalı, sökül paraları!
Artık, ilk ve orta dereceli okullarda giriş çıkışlarda sorun yaşanmaması için yeni bir uygulama başlatıldı ve bazı kişiler, gerekli şartları sağladıkları takdirde "Okul Geçiş Görevlisi" olabiliyor. Peki bu Okul Geçit Görevlisi statüsünü alabilmek, bu fahri (yani ekonomik bir karşılık almadan yapmak) yetkiyi alabilmek için kişide ne gibi şartlar aranıyor? Herhangi bir ilçe polis müdürlüğü web sitesinde bulabileceğiniz bilgilerin bir kopyasını sunuyorum size:
"İlk ve orta dereceli okullarda istekli öğretmenler, veliler ile 11 yaşını bitirmiş öğrenciler okul geçidi görevlisi olabilirler."
Tabi ki bu hevesli insan topluluğu gerek teorik gerek ise pratik bir dizi kontrol, eğitim ve testten geçirildikten sonra bu yetkiye sahip olabiliyor. Uygulamanın sonunda bu kişiler okul giriş-çıkış saatlerinde araçların trafiğini kontrol edebiliyor, zabıta yetkileri ile plakaya ceza kesebiliyor, bu kestiği cezaların tek tanığı kendileri olduğundan sözleri son karar olarak görülüyor. Ardından da görevlerini bu saat aralıkları bittiğinde bırakıyorlar. İlk duyumda kulağa hoş gelen kısımları olan bir uygulama değil mi? Haydi yakından bakalım.
Eğer ki otomobiliniz ile, o saat aralığında "öyle veya böyle bir sebeple" orada bulunuyorsanız, bu görevlilerin ağızlarından çıkan 10 kelimeden yaklaşık 6 sı "ceza, yasak, plaka, suçlusun, dur, terbiyesiz" gibi kelimeler. Bu insanlar, ellerindeki bir miktar yetkinin onlara verdiği uyuşturucuya benzer sarhoşlukla, hiçbir insana kibarlık sunmadan, hiçbir sıcaklık göstermeden her türlü acımasızlıkla altlarında bulunan kişilere eziyet etmeye çalışıyorlar.
Onu geçin, ilköğretim 8. sınıftaki hevesli öğrenciler kız arkadaşlarının ilgisini çekebilmek için bile ceza yazma yetkilerini kullanmaktan çekinmeyebilirler. Siz ki, bu çıkış saatinde orada aracınızla insan olduğunuz için beklemeyi tercih edebilirsiniz. Ama arabanızın kaputuna yumruğu ile vuran, evinde çocuğuna bakmak dışında bir hobi bulduğu için mutlu bir velinin (kadın ya da erkek, cinsiyetlerin üstünlüğü buranın içeriğinde değil, 2 üst ya da alt yazıyı okuyunuz) egosunu cila gibi kaportanıza sürmesi ile karşılaşıyorsunuz.
Derdiniz kimseyi rahatsız etmek olmasa bile, orada size gücünü, üstünlüğünü göstermek isteyen bir ego yumağı var ve bu ego yumağının otorite kokan her hareketini sineye çekmeniz gerekli. Eğer ki çekmezseniz, eğer ki "bakın sayın görevli, ben yasa olsa da olmasa da beklemeyi tercih ediyorum, bunu da insan olduğum için yapıyorum" deyiverin, Eskişehir'in merkezindeki okulda bulunan bir bayan veli bakın size nasıl da cezaları yırtınırcasına yazmaya başlıyor... Yeterli bir seviyeye sahip olmayan bir avuç insana, kaldırabileceklerinden fazla yetki verdiğinizde ne de güzel şeyler oluyor değil mi?
Ülkeyi geliştirene vekillik yok arkadaş!
Gelelim ikinci olayımıza. Bildiğiniz gibi YSK, bağımsız olarak başvuran 12 adayın milletvekili olmak için uygun koşullara sahip olmadığı gerekçesi ile adaylıklarını fes etti. Bu kişilerin kim oldukları, nasıl vasıflara sahip oldukları yine bu yazının konusu dahilinde değil, o nedenle geçmiş hüküm giyme sebeplerini ve bunları temize çıkarma yazısını yine başka bir yerde aramanız gerekmekte.
İnsanların kendi çevrelerini temsil edebilme hakkı, belirli kısıtlamalarının olması mantıklı sebepler sunulduğunda kabul edilmekle birlikte, neredeyse herkesin hakkı olan bir şey olmalıdır. Zaten bu düşünce, yüzde 10'luk baraj bu ülke sınırları içinde olduğu sürece hayalden öteye gidemeyen bir şey, bunu da kabul edelim.
Benim kendi evimde, keçeli kalemle bir dosya kağıdına yazıp koyduğum "DEMOKRASİ" yazısı bile, gerek maddi gerek manevi ağırlıkla ülkenin tümünde olandan daha fazladır, o nedenle burada "demokrasinin getirdikleri...." Kısmını da bulamayacaksınız. Çok isterseniz, benim gibi yapın, hem el yazınız da gelişir, ne de olsa gereksiz dosyaların doldurulması ve el yazısı ile mürekkep harcanması ülkemizdeki en büyük devlet faaliyetidir.
Mesela kadın vekil adaylarından asker terhis belgesi istenir, bunların yazışmaları mükemmel bir devlet pratiğidir. Şu anda suratınızda oluşan hafif tebessüm birazdan solabilir, bu tebessümün size yakıştığını düşünüyorsanız, lütfen okumaya devam etmeyin.
"Şimdi zaten ufak da olsa toplulukları temsil etme hakkımız yok yüzde 10 barajı sebebiyle, biz de kendimizi temsil etmek için pratik bir seçilme sistemi geliştiririz" deseymiş eski halk ozanları, büyük düşünürler ya da "köyün delileri", bağımsız aday olmak herhalde akıllarına gelirmiş. Hiçbir kurala aykırı olmayan, kendi bölgesi içinde olan insanları temsil eden bir kişiyi meclise sokmanın mantıklı bir yöntemidir bu sonuçta.
Her aday bir partinin yönetim şekline kendini yakın hissetmek zorunda değil, böyle bir zorlama da yok. Ama bağımsız da olunsa, yerine getirilmesi gereken ekonomik bazı sorumluluklar var. Ölçeği "bin TL" ler ile belirlenen, "10 bin" sınırına çok yakın meblaların sunulması lazım ki, aday olunabilsin. Peki bu miktarlarda para sunulurken insanların hiçbir engelinin olmaması, bu meblalar sunulduktan sonra ise adaylık haklarının elinden alınması nasıl bir komikliktir?
Karşımızda dünün çocukları yok. Bu insanlar kendileri için adaylığın olup olmayacağını birçok bilir kişiye sorup öyle adım atmışlardır bu işe, ağzında sakız olan genç bir kişinin tiyatro ortasında arkadaşıyla sohbet ederken karar verip aday olması gibi bir durum yok ortada. Bütün bu durumun anti demokratik, faşist, yanlı, insanlığa ters, ayırımcı, vs. olması zaten haftalarca gündemi süsleyecek. Benim bezim ise o taraklarda değil. Benim sıkıntım 2 kitleyi kapsıyor ve işte bu 2 kitlenin tanımlaması sizin yüzünüzün düşeceği, birazcık da sinirleneceğiniz yer.
Bunların ilki, bu kararda rol oynayan o "bilgili, görgülü, ülke yönetmeye ya da yönetilen ülkenin yargısal kararlarını vermeye muktedir" insanlar ile ilgili, diğeri ise bu insanları seçen, bu ülkede yaşayan, sokakta birbirine el sallayan insanlar için, yani biz halk ile ilgili.
Alalım sazı elimize
Kendimize karşı dürüst olmamızın zamanı geldi; bizler insan yetiştirme konusunda 1 gram bile bir şey bilmiyoruz sayın okur(lar). Bir insanı küçüklükten olgun bir insan haline getirirken o kadar beceriksiziz ki, bir insanın hayatta nasıl ileriye dönük bir varlık olması gerektiğini aşılayamıyoruz.
Ama gelin görün ki aile konusunda atıp tutmayı en çok seven, bunun ne anlama geldiğini sanki biliyormuş gibi üstte tutan da biziz. "Hadi oradan!" demiyor musunuz? Sinirlenmediniz mi? Biraz daha deşelim o zaman.
Bir kişi, bir birey bir topluluk içinde var oluyorsa, en kötü ihtimal o topluluğa hiçbir etkisi olmadan yaşar ve ölür. Yani o toplulukta varlığı fark edilmez, hiçbir dengeyi değiştirmez, hiçbir girdi veya çıktı farklılığına yol açmaz.
Bu şekilde yetiştirilen bir birey, gereksiz yere tüketir, gereksiz yere var oluşunu sürdürür çünkü toplum bir bütün olarak ilerlemeye ve gelişmeye uygun olduğundan, bu bireyin eksisi herkesi etkiler. Biz, Türkiye halkı olarak çocuklarımızı böyle yetiştirmeye özen gösteriyoruz.
Hiçbir şeye katkısı olmayan, hiçbir sorumluluğun altına girip çabalamayan, suya, sabuna, pankarta, kaleme, kağıda, megafona dokunmayan insanlar yetiştirmek bizim uzmanlık alanımız. Peki böyle yetişmiş insanlar yukarıda anlattığım konumlara geldiğinde ne yapıyorlar?
Bu insanlar Okul Geçit Görevlisi olduklarında düzgün bir yargı yetisi almadıkları için herkesi suçlu sayıp bundan sıyrılabileceklerini düşünüyorlar. Bu insanlar iletişim konusunda eğitilmedikleri için karşılarında olan insanın kurduğu cümleyi anlayamıyor, bu da aşağılık kompleksi ile birleştiğinde bir "Ceza canavarı" na dönüşüyorlar.
Bu insanlar devleti yönetmek için koltuk sahibi olduklarında, ahlak ve adalet konusunda aileleri onlara bir şey öğretmediği için kendi yandaşlarını allayıp pulluyorlar, onların ne istediklerine odaklanıp, hayattaki kimseye değer vermeden saltanatlarını sürdürüyorlar. Ya da yargı kolunda yerlerini sağlamlaştırdıklarında, sonucunda kendi çıkarlarına uyan verilerin sağlanacağı işlere ellerini sokuyorlar sadece. O nedenle tehlikeli ama zengin birçok dolandırıcı, onları zor duruma düşürmeye cesaret eden bir savcı olmadığından rahatça yaşayabiliyor.
ABD için söylediğiniz onca ağıza alınmaz sözden sonra, yazılmış Batman çizgi romanları nedense bir anlam ifade etmeye başladı değil mi? Hani şu güçlü uyuşturucu tüccarlarını suçlayan her yargı memuru acı ölümle erkenden tanıştığı için Batman dışında kimsenin kılını kıpırdatamadığı Gotham şehrini.
Periyodik olarak yerin dibine sokup, sonrasında çıkarmayı reddettiğiniz ülkenin insanları kendi toplumlarını böyle yollarla eleştirmeye 1960'lardan çok daha önce başlamışken, siz çocuğunuzun elindeki Texas'ı alıp yırttıktan sonra yanağına okkalı bir de tokat savurmuştunuz. Ah evet, bu sıkıntıların sadece yüksek yerlere gelen, ya da güç sahibi olan insanlarda olduğunu düşünüyorsanız, zaten bu yazıya harcadığınız dakikaları savurganca harcamışsınız demektir.
Az veya çok, iyi veya kötü hepimiz bu eksikliklere sahibiz, çünkü sizlerin de aileleri insan yetiştirmek konusunda ölçümü mümkün olmayacak kadar fazla eksiğe sahiplerdi, benim de emin olun aşağı kalır yanım yok. İzlediğimiz, okuduğumuz, dinlediğimiz herhangi bir şeyin içinde nelerin olabileceğini bile anlamaktan yoksun insanlarız.
Tüm bunları gerekli veya gereksiz, önemli ya da önemsiz diye ayırmanın bizim harcımız olduğunu düşünüyoruz. Aslında hiçbir şeyi sınıflandırmaya yetkin değiliz, çünkü o kadar bilgisiziz ama kabul etmekten o kadar çok korkuyoruz ki. Size bir örnek daha, 2009 yılında sinemaya aktarılan ve 1986 yılında yazılan Watchmen grafik romanında büyük egoist devletlerin kendi aralarındaki silahlanma yarışına, birbirilerine saldırmak için an kollamalarına engel olacak o "Mutlak Dünya Barışı" fikrini nasıl sağlayacağına dair olan radikal öneriyi kaçınız fark etti?
Bunun eleştirisini kaçınız dikkate aldı? Yoksa o da çocuğunuzu götürdüğünüz başka bir "aptallık silsilesi" miydi? Ya da gözünüzü çıplak mavi adamın vücut parçalarından alamadınız mı? Her türlü beğenmediğiniz eserde, dinletide, filmde görebileceğiniz onlarca şey varken, bunları bir anlam içinde görebilecekken siz görmemeyi seçiyorsunuz. Bu "Kayıp nesil" olmak ile alakalı değil, bu "ama paramız yoktu amca" gibi film replikleri ile savurabileceğiniz bir şey değil, bu toplum olarak ilerlemekten korkmak ile alakalıdır.
Bu, soru sormaktan çekindiğimiz içindir. Neden çekiniriz soru sormaktan? Çünkü bu aslında sessiz bir antlaşmadır. Ben size soru sormam, sizin bir şeyleri bilmediğinizi "açık etmem", böylelikle siz de karşılığında aynı "nezaketi" bana gösterirsiniz, birlikte üstü kapalı, rezil olmadan kavrulup gideriz.
İşte tüm bunları, kendimizi bir leblebi gibi kavrulup durmak dışında görmekten aciz olduğumuz içindir. Bugün kendilerine soru soracakları ya da hareketlerini sorgulayacakları için bağımsız adayların önünü kesenlerin, matematik dersinde problemin 2. Yolunu soran çocuğu döven öğretmen arasında temelde hiçbir fark yoktur. Biz, eksiklerimizi kabul etmekte beceriksiz, bundan dolayı da telafiyi hiç düşünmeyen bir insan gurubuyuz. Bunu da saltanat misali bir sonraki kuşağa güzelce geçiriyoruz.
Bunu 23 yaşındaki bir üniversite öğrencisinin yazılarından okuyor olmak belki sizi incitir, belki yazının ağırlığını gözünüzde sıfıra indirir, orası yine sizin yetiştirilirkenki eksiklik oranınızla alakalıdır. Ama unutmayın, bizler çocuklarımızı böyle yetiştirmeye devam ettiğimiz sürece, onlara yaratıcılık ile ilgili hiçbir şey aşılamadığımız sürece, geçmişten ders alabilmek için doğrusuyla yanlışıyla bizden öncekileri ona sunmadığımız sürece bu ülkede daha ne faşistlikler, daha ne anti demokratik hareketler göreceğiz.
Daha önce dediğim gibi, bu yazı, siz okuyucuları yerinde otururken hafifçe germek, belki suratınızda ufak bir gülümseme, belki ensenizde bir ürperme, belki hiddetinizde bir artış, belki içinizdeki heyecanda bir kabarışa yol açabilir. (SK/EÖ)