Şirket-i Hayriye Vapuru, Aylık Boğaziçi Mecmuası, Sayı 2
Boğaziçi, yüzyıllardır tüm dünyanın hayranlık duyduğu coğrafyalardan biri. Hem doğal güzelliği hem de önemli konumu sayesinde her dönemde el üzerinde tutulan bir yer.
Bu güzel bölgede büyük çaplı ilk yerleşimin 1699’da yapılan Amcazade Hüseyin Paşa Yalısı ile başladığı düşünülüyor. O yıldan sonra Boğaz’daki yerleşim her geçen sene arttı ve bölgede yeni bir yaşam tarzı doğdu. Konumu “Leb-i Derya” (denizin dudağında) olan bu yalıların sayısı zamanla arttı ve Boğaziçi’nde Yarımada ve Pera’dan daha farklı bir yaşayış ortaya çıktı. Abdülhak Şinasi Hisar’ın deyimiyle, bu bölgedeki yaşam tarzı “Boğaziçi Medeniyeti” idi.
19. yüzyılda iyice artan nüfus, İstanbulluların sayfiye ve yazlık tatil anlayışı, bölgede yeni bir ihtiyacı doğurdu. İki yakadan oluşan ve Karadeniz’le Marmara’yı birbirine bağlayan suyolunda, insanların ulaşımı için denizin kullanımı elzem bir hale geldi. Bu ihtiyacı fark eden iki gayrimüslim yurttaş, 1800’lü yılların ortasında deniz taşımacılığı işine girişir, fakat imparatorluk yönetimi tarafından hoş görülmezler.
Padişah devreye giriyor
Boğaz’da yolcu işini “gayrimüslimlerin yapmasını istemeyen” hanedanlık, Sultan Abdülmecit’in izniyle, taşımacılığın yapılması için özel bir şirket kurulmasını ister. Fuat Paşa ve Cevdet Paşa’nın girişimleriyle 1851’de Şirket-i Hayriye kurulur. Bu bir ilktir, çünkü Osmanlı topraklarında ilk kez bir anonim şirket kurulmuştur. Dönemin padişahı Abdülmecit, annesi Bezmialem Valide Sultan, diğer paşalar ve valiler aralarında 2 bin hisseyi paylaşırlar.
Şirketin yönetimi de Mösyö Lafontin’e verilince, Londra’dan ilk gemilerin siparişleri verilir. 1852 yılından itibaren, Boğaz sularında Şirket-i Hayriye’nin vapurları yolcu taşımaya başlarlar.
Rumeli, Tarabya, Göksü gibi isimler alan vapurların sayısı hızla artmaktadır, çünkü talep çok fazladır. Ali Hilmi Efendi döneminde 16 adet vapur, her yıl milyonlarca yolcu taşır. Öyle ki; Birinci Dünya Savaşı’ndan bir yıl önce, şirket vapurları 18 milyon yolcu taşımıştır.
* Şirket-i Hayriye Vapurlarının 1880-1943 Yılları Arasında Taşıdığı Yolcu Sayısı
Birinci Dünya Savaşı patlak verince, şirket vapurlarını ve kaptanlarını savaşa göndermek zorunda kalır. Dolayısıyla yolcu sayısında da hızlı bir düşüş yaşanır. İstanbul’un işgali, göçler ve Boğaz’ın kontrolünün Osmanlı’da olmaması şirketi zor duruma sürükler.
1923’te cumhuriyetin ilan edilmesi ve Ankara’nın başkent olması, İstanbul’un göç vermesine sebep olur. Devlet çalışanları, zengin aileler ve memurlar genç cumhuriyetin başkentine taşınırken, Boğaz’da geriye bir hayalet şehir bırakırlar. İstanbul’un nüfusu o yıllarda 800 bine kadar düşer. Şirket ve Boğaziçi eski şaşalı günlerinden oldukça uzaktır bu yıllarda.
Şirket-i Hayriye Amele Cemiyeti
1925 yılında, Şirket-i Hayriye çalışanları sahip oldukları sendikavari bir oluşum aracılığıyla greve başlarlar. Şirketin kötü durumu çalışanlara da yansımış, kötü çalışma koşulları ve düşük ücretler şirket çalışanlarını isyan edecek hale getirmiştir. Hasköy’deki fabrikada greve başlayan işçiler, insanca çalışma koşulları ve emeğin hakkını verecek bir ücret talebiyle seslerini çıkarırlar.
Karşılığında aldıkları cevap ise sadece onların değil, 1960’lara kadar yapılacak tüm işçi grevlerinin önüne geçecek nitelikte olur: Takrir-i Sükûn Kanunu.
Grev yapan emekçiler işten çıkartılır ve yerlerine ordudan yeni işçiler getirilir. Şirket-i Hayriye Amele Cemiyeti o gün amacına ulaşamasa da, cumhuriyet tarihinin ilk büyük çaplı grevlerinden birini yaparak seslerini bugüne değin duyurabilmiştir.
* Toplumsal Tarih Dergisi, Haziran 1996
Şirketin kaderini değiştiren olay
1930’lu yıllarda şirketin kaderini değiştiren bir olay yaşanır. Dönemin ünlü zenginlerinden Necmettin Kocataş, şirketin yönetim kurulu başkanlığına gelir. Kocataş, Sarıyer’deki meşhur Kocataş Yalısı’nın da sahibidir, dolayısıyla Boğaz’daki kültüre ve yaşam tarzına hakim biridir. Necmettin Kocataş’ın girişimci ruhu sadece burada değil, başka alanlarda da karşımıza çıkar. Türkiye’deki ilk gazoz fabrikasını kuran Kocataş, aynı zamanda doğal kaynak suyu da şişeleyip satmıştır. Bu doğal kaynak suyunun çıktığı yer ise kendi yalısına ait koruluk alandır. Sahip olduğu araziden çıkan kaynak için fabrika kurmuş ve ürettiği içecekleri satışa çıkarmıştır.
Necmettin Kocataş şirketin başına geçer geçmez, Boğaz’daki hareketliliği ve turizmi artırmayı amaçlar. Bunun için izlediği yol ise bir dergi çıkarmaktır. Şirket-i Hayriye, 1936 yılının Ekim ayında Boğaziçi adlı bir dergi çıkarmaya başlar. Derginin yazı işleri müdürlüğüne de torunu Yusuf Sıtkı Mardin’i getirir.
Kocataş, Mardin Ailesi ve halkla ilişkiler
Necmettin Kocataş, Sarıyer’de yaşadığı yalısına tüm ailesini toplamaya karar vermiştir. Kızlarını ve damatlarını yaşadığı yalıya toplayan Kocataş’ın oldukça geniş ve ünlü bir ailesi vardır. Örneğin; Türkiye’nin ilk hukuk profesörlerinden Ebül’ula Mardin, Kocataş’ın damadı, derginin yazı işleri müdürü Yusuf Sıtkı Mardin’in babasıdır. Türkiye’de halkla ilişkiler dalının öncüsü kabul edilen Betül Mardin de Kocataş’ın torunları arasındadır. Ünlü bilim insanı Prof. Dr. Şerif Mardin, meşhur müzik yapımcısı Arif Mardin gibi üyeleri bulunan geniş aile, uzun süre birlikte yaşar.
1936-1938 arasında yayımlanan Boğaziçi Dergisi 18 sayıdan oluşur. Derginin sayıları incelendikten sonra ortaya çıkan sonuç ise çarpıcıdır: Boğaziçi Dergisi, yayımlandığı dönemde Şirket-i Hayriye’nin halkla ilişkiler çalışması niteliğinde bir hüviyete sahip olmuştur.
Şirket-i Hayriye, Boğaz kıyılarında arsalar almış ve evler yaptırmıştır. Dergide yer alan ilanlara göre, şirket bu evleri kar amacı gütmeden satmış, dergiye özel reklamlar almış, vapur seferlerini, ücret tarifelerini bolca yayımlamış, ayrıca edebi yazılara ve şiirlere de yer vermiştir. Ülkemizde o dönem adı konmasa da, halkla ilişkiler çalışmasının belki de ilk örneğini temsil eden o dergi, Kocataş Yalısı’nda yaşayanlar tarafından yaratılmıştı. O evde büyüyen ve o dönemde çocuk olan Betül Mardin’in, ileriki yıllarda Türkiye’deki ilk halkla ilişkiler uzmanı olması da, bu noktadan bakıldığında çok tesadüf gibi durmuyor.
* Boğaziçi Dergisi'nde yayımlanan bir Şirket-i Hayriye ilanı
Şirket-i Hayriye’nin son yılları
1937 yılında Hasköy’deki fabrikasında, Türkiye’nin ilk yerli vapurunu üreten şirket, yıllar içerisinde maddi zorluklarla boğuşamaz duruma gelir. Bir zamanlar 14 vapurla birden Boğaz’da mehtap turları düzenleyen Şirket-i Hayriye, II. Dünya Savaşı’nın da etki ettiği ekonomik çöküntü, tramvay ve otobüs hatlarının artışı gibi sebepler yüzünden ekonomik çöküntüden çıkamaz. O dönem İstanbul’da üç kollu olan deniz taşımacılığının son halkası olarak kamulaştırmaya katılır.
Marmara, Haliç ve Boğaziçi bölgeleri için 3 farklı şirket deniz taşımacılığı yapmaktadır. Marmara Denizi’ndeki taşıyıcı “Hazine-i Hassa Vapurları İdaresi” (Marmara hattı) 1844’te kurulmuş ve daha sonra AKAY idaresi olmuştur. Bu idare 1937’de kurulan Devlet Deniz Yolları İşletme Umum Müdürlüğü çatısı altında yer alan “Şehir Hatları İşletmesi”ne dönüşmüştür.
Haliç hattında ise vapurların 1858’den beri işlediği “Haliç Vapurları Şirketi” varlığını göstermiştir. Bu şirket, 1945’te Şirket-i Hayriye ile birlikte kamulaştırılarak bütün haklarının Şehir Hatları’na devri ile İstanbul sularında vapur taşımacılığı tek çatı altına toplanmıştır.
Şehir Hatları ise 2005’te İDO (İstanbul Deniz Otobüsleri) bünyesine katılarak İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne (İBB) devredildi. 2010’da İDO özelleştirmesi sırasında ise İDO’dan ayrıldı ve sadece İBB’nin işletmesi haline geldi.
160 yıllık tarihi olan Şirket-i Hayriye, bugün Şehir Hatları adı altında çalışmalarını sürdürüyor. (OI/AS)