Moda eğitimi almamış birinin New York’ta stilist olarak kendini ortaya atması ve muvaffak olması görülmüş şey değildi. İspanya’nın Mallorca (Mayorka) adasından ABD’ye gelmiş Miguel Adrover, dürüstlüğü, dobralığı, yontulmamış haliyle etrafında adeta manyetik alan oluşturuyordu.
Sokaktan, hatta çöplerden topladıklarıyla kreasyonlar yapıyor, Alexander McQueen’den artakalanları layıkıyla değerlendiriyordu
90’ların ikinci yarısında New York’un Lower East Side mahallesinde kendine geniş bir arkadaş ve meslektaş çevresi oluşturduktan sonra moda dünyasında yıldızı peyderpey parlamaya başladı.
Ses getiren ilk defileleri çok kısıtlı bütçelerle gerçekleştirilmiş olsa da çok kültürlülük, sınıfsal çatışmalar, sürdürülebirlik, siyaset gibi temalara değindiği için sivrilmesi katiyen tesadüf değildi.
Günlük yaşantısıyla birebir bağı olan, rengârenk New York sokaklarında onu besleyen ne varsa, yansımalarını kreasyonlarında görmek mümkündü. Köklerinin olduğu Cezayir’den esinlenmiş Kuzey Afrika yansımaları, gene köklerindeki Yahudilik’ten yola çıkarak Hasidikler’in estetik zevkiyle aynı defilede buluşuyor, “Amerikan rüyasını” yaşarcasına kovboy kıyafeti veya ABD askerî üniforması varyasyonları geniş bir mozaikte buluşuyordu.

Ütopyanın Allahı
Çevresinde Kate Moss ve Pedro Almodovar gibi şahsiyetler dışında cevherini erken teşhis etmiş olan modacılardan Anna Winthour da vardı.
İstikbalinin parlak olacağı anlaşıldıktan sonra kariyerini desteklemeye karar vermiş bir şirketin de varlığıyla 2001’de “Utopia” defilesi 1,5 milyon dolara mal edilmişti. Miguel provokatif olduğu kadar birleştiriciydi. Öngörüleri kuvvetli, sosyal hassasiyeti yüksekti. Global bir estetiğin sanki bütün varyasyonları, ütopik de olsa kreasyonlarında birleşmişti.
Derken ikiz kuleler saldırısıyla ABD’nin bilhassa Müslümanlar’a düşman kesildiği yeni döneme girildi ve onların kafasında “Ortadoğu” namına ne varsa tukaka ilan edildi; Miguel’in şansı da bir anda dönüvermişti.
"Stilist Öldü (The designer is dead)" belgeseli kötümser adıyla her ne kadar Miguel’in moda dünyasından geri dönmemecesine silindiğini ima etse de memleketi Mallorca Adasında personasını başka şekilde yeniden yarattığını da gözümüze sokuyor. Yönetmenliğini ve senaryo yazarlığını Gonzalo Hergueta’nın üstlendiği 2025 İspanya, ABD ortak yapımı 86 dakikalık film Donostia San Sebastián Uluslararası Film Festivali’nde yer aldı.
New York’un sefahat dünyasında kendini hiçbir zevkten mahrum etmemişe benzeyen Miguel adada içkiyi, uyuşturucu ve uyarıcıları, hatta seks yapmayı bıraktığını söylerken neyse ki estetik açlığına halen gem vuramıyor.
Stilettolu stilistin stili

Belgeselde doksanların ve iki bin başlarının kalabalık, gürültülü ve sansasyonel New York sekansları, Mallorca’nın zeytin ağaçlarıyla bezenmiş huzurlu coğrafyasında çekilen görüntülerle kontrast oluşturuyor. Lakin kırsal kesimdeki Miguel’in enerjisinden fazla bir şey kaybetmiş olduğunu sanmayın.
Onu sık sık bir sarnıcın üzerindeki açıklıktan merdivenle sarnıcın içine inerken izliyoruz. Komşusu ihtiyar bir kadından aldığı sepet dolusu taze çiçekler dışında, muhtelif kumaşlar, elbiseler, maskeler, gene çöpten toplanmış plastik aksesuarlarla vitrin mankenlerini süslediğini görüyoruz.
Loş ortamdaki girift enstalasyonların Prado müzesinde sergilenen, İspanya’nın klasik ressamlarına ait şaheserlere öykünmesi seyirciye Miguel’in estetik gücünü sorgulatmak yerine tecrübeli stilistin sanatsal cevherini teyit ettiği kesin. Kendisi hakkında kösteklenmiş ressam yakıştırmasını şahsen kullanması, mevzubahis enstalasyonları çizmeyip fotoğrafını çekmeyi tercih etmesinden kaynaklanıyor.
Çok dar bir arkadaş çevresi olmasına rağmen kendisini gayet pozitif ve enerjik tavırlar içinde görüyoruz. Yalnızlığın kendisini geliştirmeye, yaratmaya ittiğini, kreasyonlarındaki şahsiyetlerde var olarak adeta onların içinde yaşamını sürdürdüğünü aktarıyor. Artık kendi bedenini de bir manken olarak kullanıyor; stilettolarının iyice uzattığı sırım gibi figürüyle fotoğraf makinesinin karşısına geçip otomatik çekimler yapıyor. Eksantrik kıyafetler her zamanki gibi Miguel için bir iletişim vektörü.
Orta yaşın getirdiği olgunlukla çekiciliği farklı kulvarlarda ilerlerken kendisini hayalimdeki Don Kişot’a benzetmem tesadüf mü?
Pastoral estetik
Zamanında New York’un yeni süperstarı olarak lanse edilen Miguel’i kamera karşısında bize anlatanlar arasında uzun seneler boyunca işbirliği yaptığı Jennifer Hoffmann, ayrıca Pulitzer ödülü sahibi moda eleştirmeni Robin Givhan da var. Modaya devrimci, aynı zamanda sansasyonel bir tavırla girmiş Miguel’in meşhurlardan Paris Hilton’la da bir ara teşrikimesaisi olduğunu görüyoruz.
Belgeselin tümünde Miguel’den bir kahraman yaratma ülküsü inceden inceye hissedilse de yönetmen Gonzalo’nun gayet sürükleyici, teferruatlı ve kahramanının ikinci baharına yaraşır ciddiyette bir iş kotardığı belli. Miguel’e atfedilen modada öncü ve siyaseten aktif kimliğinin yanında ruhunun derinliklerine de temas ettiğimizi düşünüyorum
Burberry veya Louis Vuitton gibi markaların ürünlerini tersyüz ederek veya esas amacından farklı kullanarak Miguel’in piyasayı bir şekilde sorgulayıp sarstığı unutulmamalı. Kirli paçavralarla podyuma çıkan mankenlerin tüketim furyasına yönelik bazı mesajlar taşıdığını inkâr etmek zaten imkânsız. Çocukluğundan beri tesiri altında kaldığı “egzotik” diyarların estetiğini podyumlara taşıması ise Miguel’in New York’a başka dünyaların güzelliğini fark ettirmek arzusuyla alakalıydı.
Miguel savaş zamanlarında moda dünyasının vaziyeti inkâr ederek çiçek motiflerine yönelmeyi yeğlediğini belirtirken, bilhassa “Utopia” adlı defilesini konsept olarak dünyayı birleştirici temellere dayandırdığı kesindi: “İkiz kuleler saldırısı bizi ayırdı!”
Miguel’in şimdi de hayata ve gezegenin gidişatına karşı kayıtsız olmadığını görüyoruz. Yorgun bir sanatçının bir bataklığa benzediğini, oysa çağlayan bir nehir olması gerektiğini söylüyor. Son kreasyonlarından birinin, orta parmakların havaya kalktığı, eldivenden devşirme bir çift ayakkabı olması pek şaşırtıcı sayılmaz.
Belgeseldeki bir üst ses de zaten, “Yeterince yarattıysan, insanlar eninde sonunda seni fark edecektir!” diyerek filme damgasını vuruyor.
(RL/EMK)







