İsrail'in Gazze'ye insani yardım malzemesi taşıyan aktivistlere yönelik kanlı saldırıları İsrail yönetiminin işgali sona erdirmeye ve Filistinlileri insan yerine koymaya niyeti olmadığını bir kez daha kanıtladı. Mevcut İsrail yönetimine "yeni yerleşimler inşa etme", "Gazze üzerindeki ablukayı kaldır", "işgali bitir", "67 sınırlarına dön" gibi talepler iletmenin anlamı iyice tartışılır hale geldi ve İsrail'e tepki duyan çoğunluk İsrail devletinin varlığını sorgulamaya başladı.
Bu çoğunluğun yola çıkış teması ırkçı bir antisemitizm olabildiği gibi, solcu bir antisiyonizm de olabiliyor. Hatta ideolojik olmayan bir öfke de... Ama sonuç olarak mevcut İsrail devletinin yıkılması talebi ağırlık kazanıyor.
İşte bu, İsrail'deki mevcut rejimin en önemli propaganda silahı. Yıllar önce, ikinci intifada sırasındaki intihar saldırıları sürerken Haaretz gazetesine bir röportaj veren Amos Oz, "İsrail'in bu topraklarda kalıcı olamayacağı konusunda ben de endişelenmeye başladım" diyordu. Yani sürekli İsrail'i eleştiren Oz gibi bir yazar bile, suçu İsrail yönetiminde bularak da olsa, İsrail halkının kadim korkusunu hissediyordu.
Gerçekten de İsrail'de yaşayan yahudilerin çoğunluğunun ortak ideolojisi birkaç bin yıllık bir tarihi oluşturduğu varsayılan bu olayların yarattığı korkuyla biçimlenir. Zamanında önce Babil'e, sonra Romalılar tarafından dünyanın dört bir yanına sürülmeleri Yahudi mitolojisinin ve tarihinin yapı taşıdır. Son sürgünden ancak iki bin yıl sonra kendilerine ait olan vaat edilmiş topraklara dönüp devletlerini tekrar kurabildiklerine inanırlar. Davud'un devletini canlandırmışlardır yani. Üstelik bu ağır bir soykırımın ardından olmuştur.
İsrail'in en önemli milli ziyaret noktalarından biri Ölü Deniz yakınındaki Masada'dır. MS 70 yılındaki son sürgünden sonra direnen bir avuç Yahudi'nin son kalesi olan Masada'nın ancak içindeki bütün insanların topluca intihar etmesiyle düştüğüne inanılır. "Masada bir daha asla düşmeyecek" sözü İsrail'in milli sloganlarındandır. Bu topraklardan bir kez daha atılabilecekleri korkusu, İsrail devletinin cinayetlerini meşrulaştıran bir motif halini almıştır.
Şu sıralarda iyice alıp başını giden İsrail propagandası işte bu korkuyu beslemeye dayanıyor. Böylece İsrail halkında "bizi bu topraklardan atacaklar" korkusu iyice kök salıyor. Topraklarında kalabilmek için her türlü şiddeti, militarizmi, hatta son olaydaki gibi akıl almaz gaddarlıkları kaçınılmaz bir mücadele biçimi olarak görmeye başlıyorlar. Yani bizim Filistin direnişi olarak gördüğümüz şeyin karşısına, bir tür İsrail direnişi yerleştiriliyor.
Böyle bir durumda gerçekten çözüm isteyen çevrelerin nedeni ne olursa olsun İsrail devletinin yıkılması gerektiğini vazetmeye devam etmeleri bir hata. Her şeyden önce İsrail devletinin saldırılarını halkının gözünde daha da meşrulaştıracak bir hata.
Bunun yerine savunulması gereken şey mevcut İsrail rejiminin yıkılması gerektiğidir.
Arada fazla bir fark yokmuş gibi görünse de, fark var. Devletin yıkılması, İsrail yurttaşlarının çoğunluğu tarafından üzerinde yaşadıkları ülkenin de ortadan kalkması, dolayısıyla tarihte olduğu gibi bir kez daha sürgüne gidecek olmaları şeklinde anlaşılıyor. Oysa bugün doğru olan yaklaşım İsrail devletinin (ya da İsrail adını taşıyan bir ülkenin) varlık hakkını değil, ırkçı İsrail rejimini sorgulamaktır.
İsrail'de 1948 yılında kurulan yeni devlet Nakba'dan Gazze saldırısına kadar Filistin halkını etnik temizliğe tabi tutarak ve baskı altına alarak kök saldı. Devlet terörizmi rejimin doğuştan gelen bir özelliğiydi. Bugünkü İsrail devleti, ırkçı, militarist ve dinci bir rejime sahip. Ama İsrail'in kurulduğu günden beri bundan başka bir rejim görmemesi, göremeyeceği anlamına gelmez.
Tıpkı Güney Afrika'daki apartheid rejimi gibi, İsrail'deki ırkçı rejim de yıkılabilir. Mevcut devlet barış ve demokrasi yanlılarının hakim olduğu, işgalin bittiği, duvarların yıkıldığı, Filistinle aradaki sınırların kaldırdığı bir tür İsrail-Filistin ortak devletine veya federasyonuna dönüşebilir.
Böyle bir politikayı savunmak mevcut gayrımeşru rejimi mahkum ederken, İsrail devletinin varlık hakkını, dolayısıyla da Yahudilerin o topraklarda kendi yönetimleri altında yaşama hakkını inkar etmemiş olur. Yani ancak mevcut rejimi gayrımeşru ilan ederek uluslararası yaptırım uygulanmasını sağlayan, ama İsrail devletinin varlığını bundan daha fazla sorgulamayan bir politika sonuç verebilir. Bunun için de önce siyonizm eleştirisi üzerine kurulu faydasız argümanlardan oluşan ideolojik bir dilden, uluslararası hukuk, insan hakları, ırkçılığın reddi ve barış gibi evrensel değerler üzerine kurulu fonksiyonel bir dile geçmek gerekiyor. Bu aynı zamanda İsrail'in özellikle Avrupa'da fütursuzca kullandığı antisemitizm silahını altetmenin bir yolu olabilir.
Bu ırkçı rejimin yıkılması için önce İsrail propaganda makinesinin elindeki silahları almak gerekiyor.(ÜŞ/EÜ)