Haberin başlığı şöyleydi: "Hastalara farklı, kendilerine farklı tedavi" (*)
Baktım kaynak güvenilir, okumaya başladım.
Haberi veren muhabir (Michelle Roberts) adının altına görevini şöyle yazmıştı:
"Sağlık muhabiri"! Özendim. Hoşuma gitti. Bizim ülkemizde de örnekleri var...
Aslında belki de "vardı" demek daha doğru. Çünkü pek az yayın organı gerçekten yetişmiş, bilgili, uzman "sağlık muhabiri" istihdam ediyor haber merkezlerinde.
Anadolu Ün. İletişim Fakültesi tarafından sürdürülen bir araştırma çalışması çerçevesinde yarın ve sonraki gün İstanbul'da gerçekleştirilecek olan ve benim de katılacağım "sağlık haberciliği çalıştayı" için bu habere bir "mim" koydum. Sonra haberi okuyup bitirdim.
Sonra aktif hekimlik yaptığım sırada kendim hastalandığımda ne yaptığımı düşündüm.
Şimşek hızıyla yaşadıklarım görümün önünden geçtikten sonra çok eskilerde kalan, sevgili Timur Selçuk'un söylediği sözleri sevgili Orhan Veli'ye ait "Pireli Şiir"'in şarkısı dudaklarımdan döküldü.
"Bu ne acayip bilmece / Ne gündüz biter ne gece /Kime söyleriz derdimizi?/Ne hekim anlar, ne hoca!"
Sonrasında düşündüm....
Hiçbir baskı altında olmadan özgür bir şekilde...
Hasta ve hekim haklarının birleştiği tek durumdur bu. Hekimlerin hiçbir etki ve baskı altında olmadan özgür bir şekilde mesleki ilkeler ve sahip oldukları bilgi ve deneyimle davranması!
Gerçekten mümkün müdür değil midir bu tartışılır. Ama olası etkileri en aza indirgeyebildiği oranda bir hekim gerçek hekim olur.
Baskıların öyle dışarıdan zorla, şiddetle gelmesi gerekmez. Çok farklı biçimlerde olabilir.
Mesleki çevrenin etkisiyle oluşan alışkanlıklar, çoğu bilimsel bilgiye dayanmayan teamüller, yeniye dair merak, kendini ortaya koyma güdüsü, bir ben bilirim duygusu...
Tabii hastadan kaynaklananlar da rol oynar burada. Onun saygı göstermesini ya da sevmesini sağlama ihtiyacı, olumlu ve iyi bir ilişki için yaranma duygusu, belki bir küçük "çıkar", ardından açılması gereken yeni kapılar ve ilişkiler.
Bazen de bilimsel zorlamalar belirleyici olur. Deneyimleri tersini gösterse de klasik bir kitapta ya da yeni bir yayında yazanın "doğru" olduğuna o anda duyulan inanç. Gerçekleştirilen bir araştırmaya gönüllü ve ekstra bir katkı olasılık ve olanağı. Bilimsel bilginin "yanlışlanabilir" olma olasılığı ve kişisel deneyimlerin orada belirtilenden farklı olması yüzünden de olabilir.
Ticari Tıp Sektöründen gelen, hadi "baskı" demeyelim ama yönlendirici etkileri unutmayalım. Örneğin yakınlardaki uluslar arası bir kongreye gitme olasılığı o anda, her zamankinden farklı bir davranışa neden olabilir.
Asıl önemlisi ise uygulamaya konulan sağlık modeli ve finansman sisteminin dayatmalarıdır. En azından başına bir iş gelmesini, bir sorun çıkmasını istemediği için bu etkilerin belirlediği davranışlarda bulunulabilir.
Bunları artırabilir, farklı örnekleri gündeme getirebiliriz...
Herkes böyle yapıyor demiyorum; özel olarak birileri için de geçersiz bir "iddia"da da bulunmuyorum. Bir zorluktan ve her hekim için gündeme gelecek bir olasılıktan söz ediyorum.
Bir araştırma
Haberde bu etkinin söz konusu olmayacağı bir özel durumun sorgulandığı bir araştırmadan söz ediliyor.
ABD'de yapılan bu araştırmada, yaklaşık 1000 doktordan bir hastalık düşünmeleri ve buna uygun bir tedavi seçmeleri istenmiş. Sonra doktorlara kendileri hasta oldukları zaman aynı durumda ne yapacakları sorulmuş ve verdikleri yanıtlar arasında büyük farklılıklar gözlenmiş.
Aktif hekimlik yaptığım dönemde örneğin enfeksiyon hastalıklarında "standart miktar ve standart süreli antibiyotik tedavileri" önerdim. Ama aynı dönemde de şimdi de asla antibiyotik kullanmam gereken bir enfeksiyon hastalığında hastalarıma söz ettiğim o süre kadar ilaç kullanmadım asla.
Hemen her zaman aynı ve en basit antibiyotiği kullandım. Hastalarıma da sıklıkla en basit, en az yan etkili, en kolay bulunabilen, ucuz olanını yeğledim. Ama onlara hep klasikleşmiş bilginin belirttiği sürece ilaçlarını almalarını önerdim. Aslında onların çoğu da bu süreye o kadar özenle uymadılar ama bu durum hiç değişmedi.
Ben bazı hastalıklarımda olabildiğince erken farkına vararak bir anlamda hastalığın tam olarak ortaya çıkmasını ve yerleşmesini engelleyecek tedavileri uyguladım. Ama başvurduklarında aynı bulguları saptasam da tam tedavi önerdim.
Aradaki fark, kendimden sorumlu olmamdı ve riskli bir durum ortaya çıktığını hemen fark edebilecek durumda olmamdı. Oysa hastalar o bilgiden yoksundular, fark edemeyebilir, geç fark edebiler ve büyük riskler söz konusu olabilirdi.
Garantili tedavi mi, az yan etki mi?
Yapılan o araştırmada da doktorların kendileri için örneğin ölüm riski yüksek, ama kurtulurlarsa yan etkileri daha az olan tedavi yöntemlerini tercih ettikleri ortaya çıkmış.
Oysa hastalar söz konusu olduğunda daha sonra yaşam kalitesini nasıl etkileyeceğine bakmadan, yaşama şansını arttıran tedavilere öncelik tanıyorlarmış.
Söz konusu haberde belirtilen bir başka yayın da bunu ortaya koymuş. Hekimler hastaları için garantili tedavi yöntemlerini yeğlerken, kendileri için yan etkileri daha az olanları yeğlemiş.
Tıbbi uygulamalar konusunda yukarıda söz ettiğim etkenler, özellikle de "ticari tıbbın" yoğun etkileri, bende olabildiğince tıbbi incelemeler yaptırmama şeklinde bir davranış geliştirdi. Tıbbi incelemenin olası nedenlerin ayırıcı tanısını yapmaya sağlayacak kadarıyla yapılması kuralı, şimdilerde nasıl olsa kanı alıyoruz "şuna da bakalım" biçimine dönüşmüş durumda. Bir ön tarama, henüz klinik bulgu vermemiş kimi hastalıkların erken saptanması için elverişli bir yol, olanakmış gibi görülse de ticari tıbbın ağına düşülen en önemli noktalardan birisi budur. Bu yüzden insanlar ardarda yapılan incelemelerle bir çarkın arasında kayboluyorlar. İlkin bundan kurtulmak gerekli.
Bu olumsuzluklardan arınmış bir tıbbi hizmetin şekillenmesi için bununla birlikte olması gereken ikinci unsur ise hastaların durumla ilgili olarak her noktada bilgilendirilmesini sağlamak, durumlarıyla ilgili her şeyi onlara açıkça anlatmak, yani "aydınlatmak" ve bunu olabildiğince onları etkilemeden ve tarafsız bir şekilde yapmaktır.
Hekimleri her durumda hastalandıramayacağımıza göre hastaları hekimlerin sahip olduklarına eşit bilgiyle bilgilendirmek çözümlerden birisi olabilir. Bu yaklaşım, tıbbın göklerden yere inmesini sağladığı kadar, bilimselliğini ve nesnelliğini da çoğaltacaktır.
Bilgilenmeyi sağlayacak ve yaygınlaştıracak mekanizmalar arasında sağlıkla ilgili habercilik ve sağlık yayıncılığı da var. Söz ettiğim çalıştayın önemi de burada.
Sonuç olarak her beden insanın kendisinine aittir; onun üzerinde tasarrufta bulunma hakkı da yine kendisinindir.
Dolayısıyla haberin sonunda belirtilen şu cümleye katılmamak olanaksız: Doktorlar, kişisel görüş bildirmektense, benzeri vakalarla ilgili bilgi vererek, kararı hastanın almasını sağlamaya teşvik etmelidirler. (MS/EÖ)
(*) http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2011/04/110418_doctors.shtml