Bir yanda koca koca şapkalı, üniformaları madalyalı, samimiyetsiz, mesafeli adamlar. Diğer yanda her gün biri diğerinden farksız demeçler veren, eleştiriye tahammülsüz, sürekli konuşan adamlar. Öte yanda vatan sevgisiyle yanarak bendine sığmadığından can havliyle kendini meydana atan adamlar. Her yerde, her daim taşla ya da lafla birbirine saldıran adamlar.
Bir kandır akıp gidiyor sokaklarda. Peki ama bu kimin savaşı?
İnegöl ve Hatay fotoğraflarındaki muhteşem üçlü: asker, polis, provokatör. Bu üç bileşenden ortaya çıkan formülde gözü tırmalayan bir şey var. Orada gördüğümüz temsili bir Türkiye resmi olabilir mi? Eğer öyleyse bu ülke "gaza gelen," işsiz erkeklerden ibaret.
Provokasyon dediğimiz bireysel seslerin kısılarak kalabalığın gürültüsünün kulaklara taşınmasıdır. Münferit hareket ettiğin an yere düştüğünle kalır, ezilirsin. Son olaylara milliyetçi açıklamalar getirmek çok kolay ve manidar. Ama olan biteni sadece milliyetçi söylemle nereye kadar açıklayabiliriz? "Şurada olay var abi, katılıp bir görelim"ci insanların tepkisini nasıl açıklarız? Aş iş götürmediğin, neye tepki gösterdiklerini sorsan "Kürt, PKK, terör" üçlemesinden başka kelam edemeyecek insanların tepkisini neye yormalıyız?
Tabii bir de diğer soru: Nerede bu kadınlar? Bu cümleden onlar da sokaklara çıksın anlamı çıkarmayınız. Ellerinde taş sopa, ülkenin geleceğini kurtarmak için sokaklara atılan adamların eşleri, anneleri, sevgilileri evlerde tedirgin bir bekleyişte. Elinin hamuruyla erkek işine bulaşmaması gerektiğini bilen kadınlar evlerde. Bir ülke kurtarılıyor ama bu onların da ülkesi olamaz. Çünkü kadınlara hiç sorulmadı. Ya da onlar konuştuğunda kimse kale almadı. "Silahlar sussun!" dediklerinde her şeyi pek bilen asker "böyüklerimiz", olayı, sahte bir gülümsemeyle "çok biliyorsan gel sen çöz"e getirerek onları zaten en başından bu oyunun dışında tuttu.
Dibine kadar yoksulluk ve erkeklik kokan günlerdeyiz. Toplumların en tehlikeli kesiminin sıkıntıdan ve işsizlikten mustarip erkek kısmı olduğunu bir kez daha gördük. Bugünlerde yoksulluktan kokan nefeslerimize durmadan kan kokusu karışıyor. Patlamaya hazır bombalarımız arıza vermeye başladı bile. Şiddetin cinsiyeti olur mu? Bal gibi olur. Savaşın dili erildir. Ve biz bu savaşın içinde debelenip durdukça erkeklik söylemi her gün yeniden üretilerek çıkması imkansız kara bir leke gibi alnımıza yazılacak. Korkuyoruz ve haklıyız. (BK/TK)