Uzun zamandır sel sorunu yaşıyoruz. Sorun artarak devam ediyor. Şimdi de Mersin’i sel aldı.
Yağışlar bu ülkede sıklıkla sellere neden olur evet ama şehir merkezlerinde bu denli büyük boyutlara ulaşmazdı. Artık şehir merkezinde dahi ölümler yaşanıyor. Bu kısmı düşündürücü.
Yakın zamanlarda yaşanan seller ve sonrasında yaşanan afet görüntülerine ilişkin çok şey söylendi. Nedenleri uzun uzun anlatıldı. Her seferinde yetkili ağızlardan nakarat gibi tekrarlanan, olağanüstü yağışların etkisi ve benzeri açıklamaların da günü geçiştirmek dışında bir anlamı olmadığı da yazıldı çizildi. Sonuç Mersin’in hali. Değişen bir şey yok! Değişen sadece hasarın boyutunun artışı.
Ama artık sellerin şehir merkezlerinde dahi insanların can güvenliğini tehdit eden boyutlara ulaşmasının nedenlerini gerçekçi bir biçimde ele almanın, buna yol açan politikaları sorgulamanın zamanı gelmedi mi?
Elbette geldi ve geçti. Ama neden yapılamıyor ya da yapılmıyor. Soru bu. Sorun da bu.
Konuyu Mersin özelinde irdelemenin gelinen noktada artık bir anlamı yok. Daha önce başka kentlerde, bugün Mersin’de; yarın başka bir kentte. Hepsinin özelinde bir takım farklı nedenler elbette vardır. Ama oraya takılıp kaldığında, tümünün ortaklaştığı ana nedenler; bunlara yol açan ve afete dönüşmelerine yol açan yanlış politikalar ve bu politikalar sürdükçe afetlerin kaçınılmaz olduğu gerçeği gözden kaçabiliyor. Daha doğrusu kaçırılabiliyor. Eğer çözüm aranmak isteniyorsa, sorunu genelleştirmekten başlamak gerekiyor. Kesin olan şu ki, bütün şehirlerimiz aynı riskleri farklı oranlarda taşıyor.
Artık olağan yağmurlarda bile büyük metropollerin merkezi caddelerinde derelerin oluşmasının nedenlerini bilmeyen var mı? Bunu bilmek için, çok değil, yaşadığı şehrin 5-10 yıl önceki halini hatırlayabilmek yeterli. Daha önceleri yaşadığımız az katlı yapıların, ormanlık alanların, doğal toprak tepelerin, şehirli çocukların futbol oynadığı mahalle arası toprak sahaların, mahallelerden akan derelerin ve yeşil alanların yerini nelerin aldığını görebilmek için anılarımızı anımsamak bile yeterince açıklayıcı.
Az katlı evlerimiz büyük apartmanlara, gökdelenlere dönüştü. Bahçelerimiz kat karşılığı verildi. Bahçesinde 3-5 ağacı olan gecekondulardan kurtulduğumuza sevindiğimiz günler çok eski değil. Derelerimiz daraldıkça daraldı, çoğunun üstleri kapatıldı, yatakları yapılaşmaya açıldı. Mahalle arası toprak sahalar ya yapılaşmaya açıldı, ya halıyla kaplandı. Toprak gördüğümüz tepeler artık yok. Hepsi bina yığını ile yok edildi.
Tarım ve hayvancılığın yok edilmesiyle yaşanan büyük şehirlere göçün yarattığı nüfus yoğunluğu, bunun getirdiği konut gereksinimi, yapılaşmanın kaçınılmaz sonucu betonlaşma arttıkça arttı. Sokaklarımız ve kaldırımlarımız artık toprak değil ‘çok şükür’ ama bu arada toprağımız da kalmadı.
Yanlış ulaşım politikaları sonucu; şehirlerin ortasından geçen otobanların, trafik yoğunluğu arttıkça genişlemek zorunda olan ve mücavir toprakları yutan caddelerin, alt geçitlerin, üst geçitlerin, ormanları yok eden köprülerin betonlaşmaya katkıları olağanüstü.
Gelişmiş ülkelerin büyük kentlerinde kişi başına düşen yeşil alan miktarı 30-40 metrekarelerde iken, bizim büyük kentlerimizde 4-5 metrekarelerde. O da şimdilik. Yeşil alanların insan sağlığı ile ilişkisini irdeleyen birçok bilimsel araştırmanın detaylarını bu yazıya sığdırabilmek imkansız. Ama intihar oranı, doğal ölüm oranı ve kalp rahatsızlıklarına bağlı ölüm oranıyla yeşil alan miktarı arasındaki ilişkiyi ortaya koyan çok çarpıcı araştırmalar var. Yeşil alanların yok edilmesinin sellere yol açmasının ötesinde, daha büyük sorunlar doğurduğu, sağlığımızı da alıp götürdüğü çok açık ve çok acı bir gerçek.
Altyapıları ancak bir gecekondu yerleşiminden biraz fazlasına yetecek kent merkezlerimiz, gökdelenlerle, plazalarla, AVM lerle işgal edilmeye devam ettikçe; toplu taşım seçeneklerini arttırmayı değil de, otomobil kullanımını özendiren politikalarda ısrar ettikçe; insanı ve çevreyi önceleyen anlayışları değil de, inşaat sektörünün günü kurtaran politikalarını çıkar yol olarak görmeye devam ettikçe bu afetler de yaşanmaya devam edecek!
Önüne çıkan her arsayı gördüğünde ciğer görmüş kedi misali saldıran yok ediciler, günlük çıkarları uğruna bu ülkenin geleceğini de yok ediyorlar. Onların kazandıkları rantlar, bizim geleceğimizden çaldıkları. Onların insafı yok. Ama bizim de gidecek başka bir ülkemiz yok.
Çıkar yol bellidir. Bilimin, tekniğin ve şehir planlamanın evrensel ilkelerine geri dönmek. Bizlere düşen ise yasa yapıcılara bunları anımsatmak, insanca yaşanacak bir ülke için çaba sarfetmek, bunun için mücadele etmek!... (Şİ/HK)