21 Mart gecesi alınan kararlarla birlikte başlayan haftanın sonuna geldiğimizde bir çoğumuz “Psikoloğa mı gitsem acaba?” diye sorgularken bulduk kendimizi. Akli dengemizden şüphe ettiğimiz, beynimizin zaman zaman bronzlaştığını hissettiğimiz bir hafta olmadı desek yalan olur. Dağ başına taşınma ihtimali üzerine düşünmek, ülke sınırları dışındaki yaşamı sorgulamak günlük rutinimiz haline geldi. Anında tepkilerimizi verdik olan bitene, bu sayede sıkışan gazı da bir parça dışarı attık. “Susmadık, korkmadık, itaat etmedik” ve etmeyeceğimizi de haykırdık.
Haksızlığa uğradığımızı bu sefer gerçekten derinden hissettik. Çünkü yılanın dokunmadığı kimse olmadığı gibi bin yıl yaşamayı hak eden yılanlar da yok artık. Her ne kadar Hes kodumuzdan kimlik numaramıza ülke vatandaşı ait olduğumuz kesin olsa da sanki buraya ait değilmişiz gibi hislere kapıldık. “Ben nerdeyim, ben başka bir ülkede miyim?” repliği Feyyaz Yiğit’in (o “şehir” diyor tabii) kulaklarımızda çınladı durdu, çınladı durdu, çınladı durdu…
Bütün bu olan bitene en çok isyan da yine müzik emekçilerinden geldi. Çünkü “lebalep” organizasyonlarda yer alamıyorlar, seyircileriyle buluşamıyorlardı. Hem de koskoca bir yıldır!
Turne otobüsüne birlikte binseler… Birlikte mi binseler? Turne mi? Tur mu? Organi…ne? Biri konser mi dedi? Kons… Bu kelimeleri yavaş yavaş unutmaya bile başlıyoruz sanki.
Küçük küçük konserler mesafeli ve gerçekten de temkinli bir şekilde yapılmaya başlansa da -ki bu çok umut verici- hâlâ müzik emekçilerinin yaşamını idame ettireceği hatta bütün bu evde oturdukları süre zarfına ilişkin borçlarını kapatabilecekleri somut işler ya da çözümler üretilebilmiş değil. Ya da bugünden yarına olduysa bunu duymamış olmak benim ayıbım olsun (Ah ya keşke olsa da duymamış olmak benim ayıbım olsa!)
Müzikle iyileşiyoruz!
Pandeminin ilk zamanlarında, yani geçen yıl bu günlerde bir seri yapmaya başlamış, 55 gün boyunca düzenli olarak her gün bloguma “Müzikle İyileşiyoruz” başlığı altında yazılar yazmaya ve kalemimin döndüğünce bizi iyileştireceğini düşünerek seçtiğim şarkıları anlatmaya çalışmıştım. O zaman henüz daha bu kadar üretim yoktu, şimdi ise dinlemeye, dinleyip yazmaya yetişemiyorum, ne mutlu! Yalnız, son dönemde kulağıma takılan şarkılar da iyileştirici güce o kadar sahip ki… Onların arasından da son dönemde güçlü sesleriyle, kulaklarımızın pasını silen bizi yeniden hareketlendiren birkaç kadın müzisyenden ve şarkılarında/albümlerinden bahsetmek istedim.
“3 Derdim Var” - Serap Yağız, Taner Öngür
Salgından önce de pandemi döneminde gibi yaşayan ve “üretimlerine zeval gelmesin” dediğimiz Taner Öngür, geçtiğimiz günlerde 2007 yılından beri birlikte çalıştığı/ürettiği Serap Yağız’la bir albüme daha imza attı: “3 Derdim Var”. “Bir ayrılık, bir yoksulluk, bir ölüm…” Albüm Tülay German’ın sesiyle dinlemeye alışık olduğumuz “Mapusun İçinde”, “Urganda Gerdan İniler”, “Yeniliğe Doğru” şarkılarının yanı sıra Öngür’ün de imzası bulunan Moğollar, Cem Karaca ve Taner Öngür tarafından seslendirilen parçalardan oluşuyor. Mevlana Celalettin Rumi ve Karacaoğlan sözlerinin kullanıldığı şarkılar da cabası!
Can Yücel’in “İşçi Marşı” ve “Sonsöz” dizelerine ses veren Öngür, bu parçaları da albüme almış. Taner Abinin aktardığına göre “Sonsöz” Can Yücel’in hiçbir kitabında yer almıyor. Can Yücel bu şiiri, anti-nükleer mücadeleye hediye olarak yazmış. Şiir, tam da Taner Abi’mizin 90’lı yıllardan beri mücadele ettiği meselenin dert ortağı: Nükleere inat, yaşasın hayat!
“Serap ile de çeşitli etkinliklerde, konserlerde seslendirdik, torosların sipsi, cura ve boğaz çalma tarzında yapılan müziklerinden esinlenerek 10/8'lik bir ritimde ve havasında bir Anadolu Rock şarkısı olmasını hedeflemiştim, bir çeşit Moğollar’la yaptığımız "Ölüler Altın Takar mı?" şarkısının devamı veya benzer bir misyonu taşıdığını düşünüyorum” diyor şarkı için Öngür ve albüm oluşum sürecini şöyle özetliyor: “Albümdeki beş şarkının davullarını Batucan Işık, üç şarkının davullarını Kemal Küçükbakkal ve bir şarkının davullarını Ediz Hafızoğlu çaldı, Haluk Önol iki şarkıda gitar solosu çaldı, geri kalan her şeyi, evimde karantina günlerinde ben hallettim”.
Albümün kapak tasarımı Anatolian Rock Revival Project’e ait ve albüm, plak formatında sadece 250 adet basıldı ve o baskılar da bildiğim kadarıyla hemen tükendi. Ancak dijital platformlarda albümü dinlemek mümkün. “3 Derdim Var”daki neredeyse çoğu şarkının bas üzerine kurulu olduğunu söylemek yersiz olmayacaktır. Öte taraftan Serap Yağız’ın şarkı söyleme tavrı ve üslubu, başkalarından dinlemeye alışık olduğumuz ve o halleriyle klasikleşmiş ve hatta kulağımıza yapışmış şarkılarda hiç de öyle sakil durmuyor, aksine Serap öyle bir söylüyor ki çok da yakışıyor. Albümün yolu açık olsun, biz de bu ikiliden yeni sürprizlere hazırlıklı olalım. Sahi sahnede de görür müyüz ki yakında?
“Merhem”- Melike Şahin
Kadınlardan bahsediyorken, geçtiğimiz haftalarda çıkan ve beni son derece şaşırtan ve hatta etkisi altında bırakan bir albümden, daha doğrusu benim için albümün bile ötesine taşan bir şarkıdan bahsetmek istiyorum: “Öpmem Lâzım”. Daha önce sadece bir şarkısını döne döne dinlediğim ve play list’lerimden sadece birine attığım Melike Şahin’in “Merhem” albümündeki bu şarkı birkaç play list’imde aynı anda yer bulabildi. Şarkının bana en çok geçirdiği his kadınların da cüretkar bir şekilde taleplerini söyleyebilmesinin mümkün olabildiği.
Kadın libidosunun şarkıya dönüşmüş hali ve her ne kadar o vesileyle yazılmamışsa da (ki bilmiyorum belki de öyle yazılmıştır) gündemle de benim için başka bir anlam kazandı. Melike Şahin’in şarkıyı söyleyiş biçimi daha doğrusu tavrı da bu tezimi savunur nitelikte. “Öpmem Lâzım” bütün kadın eylemlerinde duymayı en çok istediğim şarkıların başında geliyor. Belki slogan bile çıkar bu şarkıdan, ne dersiniz?
Albümün tamamı için de Ertem Eğilmez’in “Arabesk” filminden çıkmış gibi diyebiliriz. O synth’ler, o sampler’lar, ah o loop’lar… “Merhem”, 80’li yılların gazino tınısıyla kulaklarıma “Merhem” oldu diyebilirim. Diva Bebe Records & Gülbaba Records işbirliği ile çıkan albümdeki isimler de pek dikkat çekici. Mabel Matiz, Sabi Saltiel, Uri Brauner Kinrot, Can Güngör, Emre Malikler, Elif Dikeç ve Dijf Sanders…
Canlı izlemek isteyeceğim performanslar listesinde de yerini alıyor Melike Şahin bu albümüyle.
"Free Falling"- Monika Bulanda feat. Can Ömer Uygan
Sizi şimdi bambaşka bir türe doğru yelken açtırıyorum ve Monika Bulanda’yla tanıştırmak istiyorum. Rüzgarına kapılıp gideceğimiz parçanın adı da “ Free Falling”. Monika’ya bu parçada Kam ve Gevende’den bildiğimiz, jam session’larda dinlemlere doyamadığımız Can Ömer Uygan eşlik ediyor. Hani o trompetinden çıkan seslerin dalga dalga duygularımıza mihmandarlık ettiği trompetçi (yani en azından benim için öyle).
Perküsyoncu olarak bildiğimiz ve bu yönüyle pek çok farklı müzisyenle birlikte izlediğimiz/dinlediğimiz Monika, bu sefer hem vokal hem de perküsyonist olarak karşımızda. Üstüne bir de loop’ları yazmış. Polonyalı müzisyen, “Free Falling”in klibinin yönetmenliğini de üstlenmiş, ne de iyi yapmış. Şarkı son dönem dinlediğim güçlü kadın vokallerden birini de barındırıyor. Üstüne bir de “Elektro-akustik müzik nasıl yapılır?”ın cevabını veriyor.
Canlı performans sahnesinin pek çok müzisyenle destekleneceği ve jam’e dönüşeceği bir tanıtım konseri ne de çok yakışırdı bu parçaya, ah şu sahneler bi açık olsaydı…
“Madtime Stories” - Ceyda Özbaşarel
Bundan birkaç hafta önce Standart Fm’de yayınlanan Standart Dışı isimli radyo programıma konuk aldım sevgili Ceyda Özbaşarel’i. Ceyda ile yaptığımız sohbette yeni albümü “Madtime Stories”i birlikte dinlemiş, nasıl da kadınların empati duygusunu gözler, kulaklar önüne seren bir albüm olduğunu uzun uzadıya konuşmuştuk.
Güçlü ifade biçimi, sözlerdeki kıvraklık ve temsil ettiği değerler albümü benim için özel kılan etmenlerin başında geliyor. 8 İngilizce, 1 Türkçe parçadan oluşan albümde şarkılarının tamamının söz ve müzikleri Ceyda’ya, düzenlemeleri ise Adem Gülşen’e ait. Albüm her ne kadar karanlık gibi tınlıyorsa da derinliğiyle umudu taşıyıp önümüze koyuveriyor. Sanki tüm bulutlar bir anda toplanıp fırtınayla karışık yağacakmış gibi oluyor sanıyorsunuz ya, hayır işte o bulutların hemen ardında gökkuşağı görünüyor, güneş “somun gibi kabarmış toprağı” ısıtmaya, minik damlaları parlatmaya başlıyor.
Ceyda’nın “Madtime Stories”ı işte böyle işliyor içinize. Pandemi biter bitmez, Ceyda sahneye çıkar çıkmaz… Merakla ve heyecanla…
Monika da, Ceyda da pandemi sürecinin kendilere ve alışageldikleri bir takım hallerin değişimine tanıklık etmeleri açısından ortak bir paydada buluşuyorlar. Kendilerine daha da içerden bakmayı fırsata dönüştürüyorlar. Doğaya da yakınlaşarak, doğanın ve hatta hayatın içindeki kontrastları farklı türlerde ve farklı ifade biçimleriyle yansıtıyorlar. Monika’ya göre ise “Bu kontrast bizi güçlendiriyor, o güç ise gerçekliğe yaklaştırıyor ve gerçeklik de ilham verici olabiliyor”. İnişler, çıkışlar hepsi hayata dahil değil mi? Müzik de öyle…
Bu kadınların seslerine, yüksek empati duygularıyla kendilerini var ettikleri müziklerine kulak verin, pişman olmazsınız. Bu yazı burada nihayetlenmiyor, şimdilik sadece bir es veriyor. Çünkü Öykü Aras, Müge (Yılmaz), Pınar Günay, İrem Derlen ve adını anmayı unuttuğum pek çok kadın müzisyenin yeni üretimlerine kulağımı açmış durumdayım. Kim bilir belki de yakın bir zamanda size onlardan bahsederim. Yaşasın kadınların güçlü sesleri! (ÖÇD/AS)