Hafızamda geçmişe doğru yolculuğa çıkınca gençlik yıllarına ait kareler akmaz, “keşke”lerle başlayan kelebek etkisi moduna geçer. Sorgulamalarım, kararsızlıklarım, sancılarım, anlaşılamamazlıklarım, hayata tutunmalarım, yalnızlıklarım… O zamanlar da şimdiki gibi kitaplara sığınırdım. Sığınaktı kitaplar, ama bulamazdım özdeşim kurabileceğim karakter ve konular.
Ahmet Büke’nin, “Mevzumuz Derin” adlı eserini okuduğumda, yine kelebek etkili “keşke,”yle başlayan cümleler kurdum: “Ah, keşke böyle kitaplarla bulaşabilmiş olsaydım gençliğimde!”
2013 yılının eylül ayında, ON8 Kitap’tan yayınlanan “Mevzumuz Derin” aynı yıl Çocuk ve Gençlik Yayınları Derneği tarafından yılın gençlik romanı seçilmiş. Yetişkin edebiyatında işler nasıl işliyor bilemiyorum, ama çocuk ve gençlik edebiyatında bir ödüle layık görüldüyseniz bazı ölçütleri taşıyorsunuzdur.
Ana karakterin iyi yapılandırılmış olması temel ölçütlerden biridir. “Mevzumuz Derin”deki ana karakter Bedrettin, gençlerin özdeşim kurabileceği iyi yapılandırılmış bir karakter. Bedo, dershaneye giden, dershanede bir kıza âşık olan, ama yüz bulamayan, âşık olduğu kızın erkek arkadaşı tarafından fiziksel şiddete maruz kalan, düş kırıklıkları yaşayan, düş kırıklıkları üzerinden kurduğu hayallerle hayatı yeniden yapılandırmaya çalışan, hayatla ilgili sorgulamalarına cevap bulamamaktan dolayı soluğu kitap aralarında alan, geleceğe dair kaygıları olan, teknoloji meraklısı… bir genç.
Ana karakterin haricindeki yardımcı karakterler ise gençlerin günlük hayatta karşılaşabileceği, ama duygudaşlık yoksunluğundan dolayı dokunamadığı karakterler. Genç okuyucu, Yahudi Madam Pi ve Çingene Barbo’yla ruhsal ve düşünsel dünyasını zenginleştirebilir ve dokunabilir de ötekileştirilene.
Ben en çok Barbo’ya dokundum. “Barbo, çocuk arabasından bozma kasnaklı bir sepette yazıcı ve akü taşıyor. Elinde de objektif fotoğraf makinesi var. Kordon boyunda bir liraya fotoğraf çekiyor. Anında yazıcısından çıktı alıp takdim ediyor müşterisine. Bir nevi bugünün Sadri Alışık’ı işte.” (s. 49)
Barbo’nun, Sadri Alışık’la özdeşleştirilip kordon boyunda fotoğraf çektiğine bakmayın. Kordon boyuna kapağı atana kadar çekmediği ve ilerde de çekeceği çile kalmıyor; sebep ise Çingeneliği. “O Çingeneliğine tutunamıyor bir türlü. Deniyor bunu ama olmuyor. Atamadığı kemik gibi kalbinin üzerinde taşıyor. Böyle olmaktan mutlu. Başka türlüsünü istemiyor. Kalbi kemiğine yakın duruyor. Ama birisi işaretparmağıyla onu gösterdiğinde, hemen içine kapanıyor. Kaçıp gidiyor oradan.” (s. 87)
Ödül kazanan bir gençlik edebiyatı eserinde bulunması gereken ölçütlerden bahsediyorum, bahsime devam edeyim. Eserde merak öğesinin olması, bu öğenin sürekli canlı tutulmuş olması da başka bir ölçüt. “Mevzumuz Derin” birçok merak öğesini barındırmaktadır. Yazar, merak öğelerini kırpık ip gibi kitabın orasına burasına dağıtmış, sona doğru da toparlayıp yumak yapmış. Bu kırpık ipler neler mi? Berdo’nun, babasını sorduğunda annesinin ağlaması ve rahatsızlanması, orada burada bulduğu kitaplar, kitabın üzerinde yazan e-mail adresinden gelen mesajlar, İsmet Amca’nın işlettiği kitapçıya gelen deliler, İsmet Amca’nın şiir okuduğu sahibi arayan kasetler, baba özlemiyle baktığı tek fotoğraftaki adamın kimliği, bilinmeyen numaradan gelen telefon, annesinin geçmişte yaptığı iş, babaannesinin ölüm şekli, dershanenin hizmetlisi Raci Abi…
“Dershanenin hizmetlisi yok mu hocam? O işte!/ Yoo. Bizim tek hizmetlimiz var, o da Hatice Hanım./ Hocam, siz Raci Abi’yi nasıl bilmezsiniz! Ben bile iki yıldır görüyorum onu burada.” (s. 112)
“Sifonun zincirine bir kitap bağlanmış sallanıyordu.” (s. 30)
“Aha, mesaj geldi!/ Kitapları beğendi mi? Yeni kitap ister misin?” (s. 53)
“Merhaba. Yanıt vermedin. İstediğin başka bir kitap var mı? Ya da ihtiyacın olan başka bir şey?” (s. 75)
“Küt, iki mesaj üst üstte. Aynı gizemli adresten./ Merhaba. Acaba seni kızdırdım mı? Bisikletini geri almak ister misin?” (s. 100)
“Beni henüz tanımıyorsun diyeyim. Ya da beni hatırlamazsın, demek daha doğru olur. Ben seni biliyorum ama… Bisiklet için bir saat müsaade et.” (s. 102)
“Beni görmek ister misin?” (s. 109)
“ ’Anne,’ dedim, ‘sen öğretmen miydin yani?’ ” (s. 141)
...
Başka bir ölçüte geçeyim. Ana karakter Bedo’nun yaşadığı çatışmalar, duygudaşlık ve dayanışma çerçevesinde çözülmüş. Hak ve hakkaniyetten uzaklaşıp kaybolmamış ana karakter hayatın dehlizlerinde.
“Dedem teras kapısından başını uzattı./ ‘Bedrettin tembeli uyandın mı?’/ ’Yes!’/ ‘Yes de ne demek! Sizi İngiliz hastanesinde doğurmadı anneniz.’ ” (s. 9)
“Gülümsedi bana. Yine de içim ısındı. İnsan bu yüzden ölümlü işte. Ölümünü sevebiliyor.” (s. 31)
“Yoldan yaşlı bir kadıncağız geçiyordu. / Duramadım; ‘Teyze. Benim gözüm şiş mi?’ dedim. / Durdu. Sağ elindeki boş pazar çantasını soluna aldı./ Gözlerini kıstı./ Titreyen parmaklarını uzattı./ Dokundu. ‘Yavrum,’ dedi, ‘manda yuva yapmış söğüt dalına.’/ Şaşaladım./ ‘Ne?’/ ‘İşte,’ dedi, ‘kedi kıçına bakar, yaram var, der.’/ ‘Teyze ya, sen ne diyorsun! Vallahi çok sızlıyor.’ / ‘Ah, ah!’ diye bir adım geriye attı. Süzdü beni şöyle. ‘Nerde eski delikanlılar! Misal, bir Paşa vardı. Neden Paşa derlerdi? Asker falan değildi. Eşrefpaşalı’ydı. Vurdu mu üç dolmuş değnekçisini arka arkaya devirirdi. Hatta Yılmaz Güney’in filminde oynamıştı. Gelmiş onu aramış Yılmaz. ‘Burada bir külhanbeyi varmış, benim filmime o yakışır,’ demiş. Yaa! Ah ah nerede o adamlar şimdi?’/ Döndü yürüdü sonra.” (s. 33)
Ayrıca, Bedo’nun hayatındaki temel çelişkiler, kara mizahla dipsiz kuyulardan ıraksallaştırılmış.
“Şu yaşımda iki şey öğrendim hayatta abi; devlet ve aile. Kazıdıkça dibi bulunmuyor bunların.”
…
“Doğru diyorsun da, zamanı gelince çoluk çocuğa karışmak lazım yine de.” (s. 161)
Bitirmeden eserin diliyle ilgili birkaç kelam edip ayrılayım huzurunuzdan. Verdiğim kısa kesitlerde de gördüğünüz üzere, eserde kullanılan dil, gençlerin günlük hayatlarında kendi aralarında kullandıkları dille benzer özellikler taşımakta. Yazar, edebi olma kaygısıyla dili yapaylaştırmamış.
“Mevzumuz Derin”, Mario Vargas Llosa’nın, “Genç Bir Romancıya Mektuplar” adlı eserinde edebiyatla ilgili, “Edebiyat yaşamın yetersizliklerine karşı bir başkaldırıdır. Edebiyat, gözümüzün gerçekliğini daha fazla açar” yargısıyla koyun koyuna yatıp daha da büyüyecek nitelikte bir eser. Gençlerimizin bu eserle buluşması umudumla, keyifli okumalar. (ED/HK