“Sevmenin, umudun, mutluluğun bir Ağustos perşembesi”nin öncesinde, 22 Ağustos Salı gününde, Turgut Uyar’ın doğumunu ve ölümünü beraber yüklenen aydayız.
Turgut Uyar 4 Ağustos 1927’de Harita Subayı bir babanın oğlu olarak Ankara’da dünyaya geldi. Yatılı okullarda geçen ilk gençlik yıllarından sonra bir türlü üstüne uyduramadığı mesleğiyle genç bir subay oldu ardından. Ancak o çok sonra “omuzlarını sırmaları, apoletleri olmadan da” sevdiğini söyledi, hatta belki daha çok.
1949’da ilk şiir kitabını yayınladıktan sonra 1958’de orduyu bıraktı. Bu tarihten bir yıl sonra yayımlanan “Dünyanın En Güzel Arabistanı” kitabıyla Uyar, hem ikinci yeninin hem de kendi şiirinin özünün kapısını araladı.
1960’ların başında geldiği İstanbul’da, “yüreğinin bozuk saat” olma sebebi Tomris Gedik ile tanıştı. 1969’da Turgut Uyar saatlerce sohbet edebildiği meslektaşı ve elinden kaçıracakmış gibi kaygıyla sevdiği Tomris Uyar ile eş oldu.
“Geyikli gecelere” misafir olduğu, “dikey ve yatay mutsuzluklar”la bölünmüş 58 yıllık hayatında iki darbe bir muhtıra gördü. Sokakta değildi belki ama yüreğinden taşanı şiiriyle söyledi o da.
22 Ağustos 1985’te “tam kendine göre bir hareketle dengesinin” bozulmasına izin vermeden yakalandığı siroz hastalığının tedavisini reddetti ve eksik bıraktığı her şeyi burada kalarak dünyadan gitti.
Bireysel olarak onu okuyan herkesin hafızasında zaten yerini buluyordu Turgut Uyar. Ancak çok yakın bir tarihte “kalplerimizi hızla geliştiren” bir direniş esnasında toplumsal hafızamıza da yerleşti. Gezi’de “Turgut Uyar’ın dizeleri” olduk en çok:
“Ve kimsenin bölemediği şarkıyı
Güllerin, buğdayların ve acının şarkısını
Bir Haziran uygulayacak sesimize.
Sütçünün sesiyle birlikte
Şoförün sesiyle birlikte
Erkenci işçilerin sesiyle birlikte
Sabaha başlamış sarhoşların sesiyle birlikte
Yaman sarhoşların sesiyle birlikte
Ve yeni uyanmışların ve yeni doğmuşların
ve herkesin ve herkesin
Sesleriyle birlikte
Bir Haziran uygulayacak
Kimse bölemeyecek ve kalbimiz
Hızla gelişecek…”
Yokuş Yol’a ile anımsadık bazen de. Dün öğütledikleri bugün de karşımızdaydı çünkü. Şiirin özünden çıkardığımız kişisel paylar bir yana değişmeyen bir devlet geleneğini kavradık bir kez daha ve bildik:
“muş - tatvan yolunda güllere ve devlete inanırsan
eşkıyalar kanar kötü donatımlı askerler kanar…
muş - tatvan yolunda bir gün senin akşamın ne ki
orada her zaman otlar otlar ergenlikler kanar…”
Turgut Uyar’ın hüzünle, umutla, umutsuzlukla, hasretle yoğrulan; insanı insana insanla, ıslak tütünle, büyük yalnızlıklarla anlattığı; en çok temmuz sıcağını ve soğuk pazartesi sabahlarını anımsatan şiirlerinden kendine en çok yakışanlardan biri olarak bize kalandır:
“…bütün yitiklerim karalarım üstüste, üstüste bütün karışıklığım
gelip geçtiğim macera şu kadar binler yıllık
şu kadar binler yıllık karalarım karışıklığım üstüste
usul usul insan insan ölüm ölüm üstüste
şu kadar güneş şu kadar su şu kadar su yılanı şu kadar düzen
ben sebepliyim denizlere aylara kavgalara umursuzluğa
bir maviyi durup dururken birine benzetiyorum
bir balığın ağzını anıyorum durup dururken
serinliyorum…”
Bu Ağustos Salısında, Turgut Uyar’ın ölümünün 32. yılında ortalıkta hala “korkulacak bir şey yok ve fakat hala her şey naylondan”. Eksik bıraktığı yerden bizi kuşatan dünyaya inat en iyisi “uzanıp kendi yanağımızdan öpmek” kendimizi. (TP/HK)
Not: Metinde tırnak içindeki ifadeler Turgut Uyar'ın şiirlerindendir.