Ankara Katliamı’nda katledilen Barış Annesi Meryem Bulut’u, hepimizin Meryem Anne’sini sokaklarda, meydanlarda tanıdım. Onu hep kortejlerin en önünden, pankartları göğsünü gere gere onurlu bir mücadelenin nişanını taşır gibi tuttuğu anlardan, halaylardan sonra başımızı öpüp okşarken, her birimize evladı gibi sarılırken hatırlıyorum.
Türkçe bilmezdi, ama benim gibi Kürtçe konuşamayanların ne dediğini aşağı yukarı anlardı, o nedenle yan yana olsak da pek konuşamazdık.
2014 yılı başında HDP’nin Okmeydanı Seçim Bürosu’nu açmadan hemen önce, büroya emekçilerin, Kürt özgürlük hareketinin sembol afişlerini asınca bize kızmıştı, "Yalnız siz mi eziliyorsunuz? Filistinliler de eziliyor, başka halklar da eziliyor, onların da fotoğraflarını asın!" demişti. Sonra, Okmeydanı’ndaki Kürt gençlerle seçim bürosunu yeniden düzenlemiştik; kadınların, LGBT’lerin, Filistin’de direnenlerin, katledilen Sevag Balıkçı’nın fotoğraflarını asınca, “Şimdi oldu” dercesine başını sallamıştı.
HDP’nin “Kendimizi de Kentimizi de Biz Yöneteceğiz”, “Şehir Benim” dediği 2014 Seçimleri’nde de Belediye Meclis Üyesi adayı oldu, Okmeydanı’ndaki iki barış annesiyle birlikte. Yüksek Seçim Kurulu, ilkokul mezunu olmadığı gerekçesiyle adaylığını düşürdü. Avukatlar aracılığıyla, ilgili yönetmelikte adaylık için ilkokul mezunu olma şartı olmadığı gerekçesiyle itiraz ettik. Yasalardaki boşluklar, daima egemen olanın lehine yorumlanıyordu, itirazımızdan sonuç alamadık.
Soma Katliamı ve Torun Center İşçi Katliamı’ndan sonra, 23,5 Nisan Anması’nda, AKP’nin yolsuzluk protestosunda, sokaklarda hep Meryem Anne ile birlikteydik. Şenlikli yürüyüşlerimizde ise düdükten başı ağrır, zılgıta ve Kürtçe sloganlara katılır, alkış ve gülümsemeyle bize eşlik eder, yorulunca bir köşeye geçip biraz otururdu. Evde hiç duramaz, hiçbir şey olmasa, pazara gidip bildiri dağıtırdı.
Hep yan yanaydık, ama hikâyesini kimse bilmezdi. Oysa herkesin bildiği, fakat duymadığı, Kürt halkı için ‘sıradan’ ama bir o kadar da onurlu bir hikâyesi, direngen bir yaşamı vardı.
Anne, 90’ların devlet şiddeti içerisinde yara almış bir hakikat gibiydi… İstanbul’a, 90’larda Batman’da yaşadığı köy yakılınca, beş oğlu ve iki kızıyla birlikte gelmek zorunda kalmış. Köyünü, toprağını, yaşamını geride bırakarak, “Dağdaki oğlumu bir daha görür müyüm?” düşüncesiyle yollara düşmüş. Okmeydanı’nda, Mardin’den, Diyarbakır’dan, Siirt’ten zorla göç ettirilen Kürtlerle, örgütlü sosyalistlerle tanışmış.
Oğlundan haber alamadığı 20 yıl içerisinde, İstanbul’a direnmiş, dimdik durmuş, kentin köşeye atılmış, yoksullaştırılmış, gettolaştırılmış, kriminalleştirilmiş ezilenleri için mücadele etmiş. Toplumda yok sayılan, baskı altında tutulan her kesim için, kadınlar için, Ermeniler, Aleviler, işçi-emekçiler, faili meçhuller, cezaevindeki hasta tutsaklar için sokağa çıkmış. Direnişi, İstanbul’u aşmış; Diyarbakır’da, Hakkari’de, Cizre’de, Cudi’de canlı kalkan olmuş.
Bu arada torunları büyümüş, onlar da mücadeleye katılmış. Biri Şengal’e, diğeri Kobanê’ye IŞİD’le mücadeleye gidince, daha da çok inanmış yaşama. Şengal’deki torunu Çekdar, 2014’te IŞİD’le mücadele ederken şehit düşünce, Meryem Anne de vasiyetini söylemiş yakınlarına: “Bana bir şey olursa, oğlum Çekdar’ın yanına, Batman’daki şehitliğe, toprağıma bırakın beni.”
Diğer torunu ise, bugün hâlâ Kobanê’de IŞİD’e karşı hem insanlık, hem de kadın özgürlüğü mücadelesi veriyor. Şimdi bu yara almış hakikatin üstüne ne desek, ne koysak olmuyor; çünkü bu savaşın bilançosu, saf hakikat hiçbir zaman bilinemiyor.
Ankara’ya Emek, Demokrasi Barış Mitingi’ne giderken hep yanında olan 20’li yaşlardaki Melek, Meryem Anne’nin yolda aç kalmasınlar diye büyük bir paket hazırlayıp onunla otobüse bindiğini, Ankara’da alanda yerden Türkçe bir bildiriyi alıp, katlayıp cebine koyduğunu anlatıyor.
Kortej oluşturulmaya başlanınca, yine Meryem Anne’nin şenliğe katılan bir çocuk heyecanıyla en öne geçip pankartı tuttuğunu söylüyor. Melek, saygı duruşundan hemen sonra da patlamaya, yani katliama tanıklık ediyor, hayatta kaldığına inanamıyor önce, sonra da Meryem Anne’nin öldüğüne. Melek, “Biz barışı sadece istiyoruz, ama ömrü savaşla geçmiş 70 yaşındaki Meryem Anne, barışa tüm kalbiyle inanıyordu” diye ekliyor.
Meryem Anne’yi 15 yıldır tanıyan Okmeydanı’ndan Mardinli Ali ise, “Meryem Anne, sadece barış ve kardeşlik diyordu, insanlık diyordu. Kan akmasın diye hep dua eder ve eylemlere giderdi. Savaşın biteceğine inanıyordu. Türk, Kürt, Laz, Çerkes, Ermeni değişmezdi onun için, ezilenler için her eyleme giderdi.” Ali biraz susuyor, sonra gözleri dolarak “Biz de barışa inanıyoruz, biz de bunun peşindeyiz” diyor.
Meryem Anne, Batman’da vasiyetine uygun bir şekilde toprağa verildi. “Yaşamaya değer olan” ve “yaşamaya değmeyen bedenler” arasında sürekli bir tasnif yapan devlet, sonunda bu toprağın yüz akı olan 100’ü aşkın insanla birlikte, Meryem Annemizi de katletti. Yoldaşları onun için yapılan anmada “Her Şeye Rağmen Barış” pankartıyla oturdu. Bu defa en önde Meryem Anne değil, onun fotoğrafı vardı.
Ankara’ya giden otobüsler, gittikleri sayıyla geri dönmediler. Nasıl dayanıyoruz? Galiba çoğalarak döndükleri için. Cenazeler ülkenin her yerine giderken, biz ülkenin her yerinden çoğalarak geliyorduk çünkü. Barış için daha güçlü bir inatla dimdik durduğumuz için inanıyorduk.
Rojava’da direnen Avaşîn’in dediği gibi: “Sabah vedalaşmıştır, akşam dönmemiştir. Böyle çok arkadaşım oldu. Nasıl dayanıyoruz? (…) Gözyaşlarımızı tutamayız, ağlarız. Ama ağlamayı da yeterli görmeyiz. Ağlamak, onu doğru sahiplenmenin ifadesi değildir. Duygulanırsın, etkilenirsin, ama orada bizi ayakta tutan, dayanabilme gücünü veren temel şey; arkadaşlarımızın uğrunda hayatlarını verdiği amaçtır. (‘Dağın Kadın Hali’, Arzu Demir, sayfa 141.)
Şimdi o amaca sahip çıkarak, 10 Ekim Yürüyüşü’nü sürdürmek zorundayız. Çünkü Meryem Anne’nin ömrü, bütün bu ömürler barışa adandı, er geç barış kazanacak! (MY/NV)
Bu yazı Agos gazetesinde yayımlandı.