Son dönem yaşanan değişimleri anlamamız açısından en önemli açıklamalardan biri Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Ali Babacan'dan geldi: "Ortalığı temizlerken biraz toz duman kalkar, her temizlikte böyle, toz-duman olabiliyor. Şimdi önemli olan bu değişimin hangi yöne doğru olduğu."
Evet, bir temizlik yapılıyor ve bu temizlikte epey toz duman oluyor. Hikâyenin gerisinde belki de Kemal Derviş'in "Biz sahayı temizleyeceğiz, siz gol atacaksınız" sözü var.
Şimdi yaşanan süreci anlamak açısından kim sahayı düzenliyor, kimler gol atacak sorusunun sorulması gerekiyor. Her şeyden önce sahayı düzenleme konusunda Kemal Derviş'in temel çatısını kurduğu, Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) iktidarında iyice yerleşik hale gelen saha düzenlemelerinin temel referansı, ısrarla işaret edilen makro ve mikro reformların gerçekleştirilmesi idi.
Bu reformların temel referans noktası, doğrudan çalışan-ücretlilerin üzerinde denetim kurmak olmakla birlikte; sermayenin hareket yeteneğini gerek ülke sınırları ama çok daha önemlisi ulus-ötesinde artıracak değişikliklerin yapılması gerekiyordu.
İşte tam da bu gereklilik, yaşanan krizin doğrudan devletin temel bileşenleri üzerinden açığa çıkmasına neden oldu. Yani bir birleşik krizden, sistemik bir krizden -ama sistemin değişimi değil- sistemin kapitalist mantık üzerinden yeniden güçlendirilerek biçimlendirildiği süreçten geçiyoruz.
Bir ara belirleme yapacak olursam uluslararası, ulusal ve yerel sermaye alanlarına birlikte bakmak lazım. 2001 krizi, Türkiye'nin dünya ekonomisine entegrasyonunun kriziydi. 2008'deki kriz ise Türkiye'deki sermayenin güçlenip bölgede egemen olmanın gereklerini yerine getirmesinin yollarını da açan bir kriz oldu/oluyor. Bu kriz aydınları, orduyu ve yargıyı birbirine kattı çünkü ortalığı kendileri için temizlemek istiyorlar.
AKP birkaç alanı eşzamanlı düzenliyor
Burada bu işi inanılmaz bir gözü karalıkla götüren AKP iktidarı ile karşılaşıyoruz. AKP birilerinin gol atabilmesi için birkaç alanı eş zamanlı düzenliyor. Düzenlemelerin ne olacağına da aslında IX Kalkınma Plan'nda, sermaye ve sermayenin organik aydınlarının dillerinden düşürmedikleri Orta Vadeli Plan'da ve 2010 Hükümet planında detaylı bir şekilde işaret edilmiş durumda.
Bu düzenlemeler bir yandan ücret-emek kesimi üzerinden yeni sermaye adına düzenlemeleri içeriyor; diğer yandan AKP iktidarının doğal ortam, doğal kaynaklar, su-orman gibi ortak kullanım alanlarının sermaye birikim sürecine çekilmesini hızlandırdığını da görüyoruz.
6. Krize Karşı Teşvik Programı'na bakıldığında ne demek istediğim açıkça görülecek. İkinci düzenleme alanı, sermayenin yeni ihtiyaçları ile çeşitli nedenlerle örtüşmeyen devletin iç mimarisindeki dönüşüm üzerinden gerçekleşiyor. Demokrasi ve katılım adı altında ordu, yargı ve yüksek öğretim kurumlarının üzerine gidiliyor.
Bu bir yandan AKP'nin meşruluğunu güçlendirirken, diğer yandan bu kurum/yapılara ilişkin her çeşit yeni düzenleme doğrudan sermayenin sosyal evreninin temel belirlemelerinin daha da etkin işlemesine neden oluyor.
AKP'nin hükümet olarak hareket ettiği ve düzenlemelere yöneldiği diğer bir alan ise Türkiye'nin dış dünya ile ilişkilerinde özellikle Ortadoğu ve diğer bölgelerde etkinliğini arttırmak.
DEİK ve benzeri yapılar ile başbakanlık ve hatta Cumhurbaşkanı'nın tüm gezileri, devletin bir şirket gibi iş adamlarının talepleri doğrultusunda hareket etmesine yol açmıştır. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün işaret ettiği, "Açılım politikaları gerçekleşirse bölgede güçlü ülke oluruz" ifadesi tam da bu anlamda önem kazanıyor.
Açılım politikalarını da bu minvalde okumak gerekiyor. Siyasi iktidar ve sermaye gücü, politik manevralarla yerel sermayenin, Türk ve Kürt sermayelerinin ortak hareket edebileceği temiz bir alan yaratmak istiyor. Bu alanda ordu da söz sahibi olmak istiyor ve bu nedenle ortalık toz duman.
AKP gücünü nereden alıyor?
Yani sahayı eş zamanlı olarak siyasi iktidar (AKP iktidarı) düzenliyor. Ama burada sorulması gereken temel soru, "AKP gücünü nereden alıyor?". AKP iktidarı gücünü, oligarşik bir hal alan ama kendi içinde çelişkiler yaşayan sermayeden, hâlâ birikim ve benzeri fayda bekleyen kesimlerden, daha da önemlisi kültürel bilinçdışını harekete geçirdiği kesimlerden alıyor.
AKP'nin, gücünün önemli bir kısmını, farklılaşan sermayelerden aldığını söyleyebiliriz. AKP bir yandan Türkiye'nin uzun zamandır büyük sermayesi olan sermaye kesimlerinin belirli bir kesiminin desteğini arkasına almakla kalmadı, son zamanlarda hızla yükselen yeni sermaye gruplarının da desteğini aldı. Ve Sanayi Bakanlığı dolayında ihracata yönelecek küçük orta boy işletmelerden de destek alıyor hâlâ.
Yukarıda işaret ettiğimiz, doğal kaynakların (su havzaları-ormanlar vs) ve özelleştirme ya da kamu ihalelerinin açtığı yeni sermaye değerlendirme alanları, gerek erken gerekse geç sermaye birikimi yapan aile/şirketlerinin desteğini canlı tutuyor. Yani bu kesimler arasında çatışmalar sürerken emekçi kesimleri, kadınları ve çevreyi tahrip edecek goller de atılıyor.
Kısaca ama önemli olduğu için ısrarla tekrar edilmesi gereken şey: Siyasi iktidar öncekinden farklı olarak hem önceden birikim yapan büyük sermaye grubunun hem de yeni gelişen sermaye grubunun gücünü arkasına alarak farklılaşmayı gerçekleştirmek istiyor.
CHP ve MHP'den "umut programı" beklemek
Bu bileşik kriz ya da belki daha doğru bir ifade ile yapı-içi dönüşüm, kuşkusuz sadece çalışan - ücretli kesimleri değil; kadınları, yaşam ortamını -çevreyi- ve daha da önemlisi sermayelerin bir kısmını; devlet içinde değişime ayak uyduramayan, uydurmayan ordu, yargı ve yükseköğretim kurumlarına çarpıyor, tahrip ediyor ve ortalığın toz-dumana karışmasına neden oluyor.
Yani inanılmaz bir negatif enerji açığa çıkıyor. Bu negatif enerjinin inanılmaz bir boyutu tüm bu kapitalist işleyişe el veren Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ve Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) gibi partilerden "umut programı" beklemek; sorunu ulusalcı-kalkınmacı milliyetçi çıkışlarda aramak ya da katılım-demokrasi adı altında sermayenin hızla gelişeceği ortamı besleyen neo-liberal söylem üzerinden tepkilerin dile getirilmesi.
Var olan enerjinin, dönüştürücü siyasetin yeniden kurulacağı enerjilerin bu tarz devlet-piyasa ikilemi içinde yok edilmesini anlamak mümkün değil.
Önümüzdeki süreçte neler olacak?
Bu soru özellikle emekçi, ücretli kesimler için, kadınlar için, ülkenin ucuz emek-gücüne dönüştürülecek Kürtler için ne sır ne de belirsizlik içeriyor. 2010 Hükümet Programı, Orta Vadeli Programa bakın göreceksiniz. Sorun tabi potansiyel gücü olan ordu-siyasi iktidar, yargı-siyasi iktidar arası çatışmaların nereye evrileceği sorusudur.
Hareket harekete geçtiğinde
Sahayı hazırlayanlar ve golü atacak olanları sıraladıktan sonra tabi ki bu bütünsel açıklamada eksik olan bu sürecin olumsuzluklarını yaşayan ücretli, çalışanlar, köylüler, öğrenciler, kadınlar, yaşam ortamı doğal çevreyi kaybedenler ne yapacak? TEKEL işçilerinin eylemliliği bunun geldiği noktayı gösteriyor. Yine TEKEL işçilerine toplumsal olarak verilen destek de önemli bir aşamaya gelindiğini de gösteriyor.
Ama TEKEL işçilerinin yaşadığı sürece karşı sol, komünist yapıların son dakikada omuz vermeleri bir başka şeyi de gösteriyor. Hâlâ örgütlü yapılar, hareketi harekete geçirme noktasında değiller, hareket harekete geçtiğinde omuz verme aşamasındalar.
Muhalif aydınlar pro-aktif davranmalı
TEKEL işçilerinin mücadelesi özellikle ücretlileri temsil eden sendikalar açısından önemli sonuçlar yarattı/yaratacak gibi. TEKEL işçileri, sendikaların köşeye sıkışan ve varkalma mücadelesi veren ücretli-çalışanların taleplerinin genellikle önünde değil arkasında olduğunu, sendikal mücadelenin bir anlamda sendikacıların ayakta kalma mücadelesi olduğunu bizlere gösterdi.
Aynı şekilde sendikaların hiç değilse şimdiki hali ile devam edemeyeceğini de gösterdi. Ama buda hızla sönümlenebilir. Gerçekçi olmak gerek, büyük düş kırıklıkları yaratacak umut pompalaması bazen daha karamsar sonuçlara yol açabilir.
Burada bir dördüncü kesim muhalif-sosyalist komünist aydınlar var ki, bu kesimlerin temel işlevi olay anında olay yerinde olmak değil. Olay anında olay yerinde olup destek vermek inanılmaz önemli ama esas işlevlerini yerine getirmediklerinde o kadar da önemli değil bence.
Aydın muhalif aydına düşen görev, gelişmeleri önceden gösterebilmek. Türkiye'de yukarıda sıraladığım raporlara şöyle bir göz atıldığında kamu personeli rejimi ve emek üzerinde ne gibi değişiklikler gerçekleşeceği çok ama çok önceden belliydi. Bizler bunları pro-aktif davranarak bu değişikliklerden etkilenecek kesimlere aktaramıyoruz. Bunun için hızla muhalif, pro-aktif çalışma ortamlarının kurulması gerekiyor. Sermaye aydınları bunu zaten oldukça iyi yaparken, muhalif olanlar bu konuda yeteri kadar emek harcamıyor.
Uzun erimli bir dile ihtiyaç var
Sonuç olarak yaşanan yapı-içi dönüşümü anlamak için her şeyin yerli yerine konup analiz edilmesi gerekiyor. Kolaycı ve problemli ulusalcı, milliyetçi reaksiyonlarla katılım ve demokrasi adı altında liberal sol düşünceler eleştirilerek; bu topraklardaki toplumsal pratiğin değişkenleri üzerinden Marksist kavramlarla gerçekliği analiz edecek, uzun erimli bir dile ihtiyaç var.
Bu analizin politik dili ise yukarıda işaret ettiğim gibi sadece üretim ve işçiler üzerinden bir örgütlenmeyi gerektiriyor. Ancak bunun da ötesinde, kadınların, emekçi kadınların, Kürt kadınların; çevre tahribatı üzerinden başlayan toplumsal örgütlenmelerin eş zamanlı olarak kendi alanlarında mücadele verirken ortak mücadele platformları oluşturmaları gerekiyor. (FE/BB)