Dersim meselesi bir süredir Türkiye’nin gündeminde. 1937-38 yıllarında gerçekleşen katliamın acıları ve yarattığı toplumsal travmalar ise sürüyor.
Dersimli bir sanatçı olarak, bu trajik tarihin acılarını dile getiren ağıtlarla büyüdüm. On binlerce insanımızın bu acımasız katliamın kurbanları olduğunu, yine bu ağıtlardan öğrendim. Büyürken öğrendiğim ve benim bir parçası olduğum bu tarihin sorumluluk gerektiren yükünü hep omuzlarımda taşıdım.
“Dersim” dediğim, Dersim ağıtları söylediğim için zamanın Devlet Güvenlik Mahkemeleri'nde (DGM) yargılandım. Dersimli olmanın egemenlerce “öteki” sayılmak için temel bir mesnet olduğunu yaşayarak öğrendim. Tarihsel süreçte yaşanan pek çok vahşet gibi, bunun ortaya çıkma ihtimali de, devlet için ürperticiydi. Devlet ideolojisiyle şeklini alan resmi tarihte Dersim Soykırımı bir isyan ve başkaldırıdan ibaret yansıtıldı. Yediden yetmişe on binlerce insanımızın katli, böylece meşru olacaktı.
Gerçekleri yansıtmayan ve tamamen uydurma bilgilerle yansıtılan Dersim'e dair resmi tarihin aksine, olup “bitenler” vahşet boyutundaydı.
Türkiye Devleti ne yazık ki, tarihsel suçlarıyla yüzleşmekten hep kaçındı. Cumhuriyet tarihine damgasını vuran tekçi, ulus devletçi anlayış yaşananları meşru buldu, savundu. Böylece, olası benzer suçların yaşanmasına göz yumdu.
Daha çok Dersimlilerin gündemlerine aldığı ve dünyaya anlatmaya çalıştığı bir meseleydi. 2012'de dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın il başkanlarına yönelik yaptığı bir konuşmada soykırıma değinerek, katliam gerçeğini kabullenmesi, bu başlıkta tartışmaların gelişmesinin zemini oldu. Tabii, eklemek lazım ki, Erdoğan'ın bu çıkışı bizatihi gelişmeydi; belli bir mücadelenin tezahürü olarak yorumlanması gerekir.
Resmi bir anlam taşımasa da Türkiye Başbakanı'nın ağzından dile getirilmiş olması itiraf boyutuyla ehemmiyet taşıyor.
Son iki yıldır Dersim meselesi Türkiye siyasetinin en çok konuşulan konuları arasında yer almaktadır. Dersimle ilgili olarak taleplerimizi zaman zaman dile getirmiş ve Hükümetin dilenmiş bu özrün ardından söz konusu taleplerimizi dikkate almasını istedik. Ancak Dersim’le ilgili arşivlerin açılması talebi hayat bulmadı ve dahası haksız ve hukuksuz bir şekilde idam edilen Seyit Rıza ve altı arkadaşının nereye gömüldüklerini bile bugüne değin öğrenmiş değiliz.
Hükümet dilemiş olduğu özrün gereğini yapmaktansa, Dersim meselesini, rakip olduğu siyasi partilere karşı bir siyaset malzemesi haline dönüştürdü. Oysa bizler hükümetten acılarımızı istismar konusu yapmasını değil; altını dolduracağı esaslı bir özür beklentisindeyiz.
AKP hükümeti resmi bir özür dilemek yerine meseleyi CHP'yi sıkıştırmak adına iç politika malzemesine dönüştürdü. Ne var ki, CHP de Dersim meselesi söz konusu olduğunda bütünlüklü bir yaklaşım sergilemekten hala uzaktır.
Asıl ürkütücü olan MHP genel başkanı Devlet Bahçeli’nin Dersim tartışmalarına ırkçılık düzeyinde katılmasıydı. Geliştirdiği söylemle katliamı savunan, Dersim'in kültürüne ve Seyit Rıza'ya sövgüler yağdıran Devlet Bahçeli, onun torunlarını da hedef almaktan kaçınmadı.
Bahçeli Dersimliler için saygın bir kişilik olan Seyit Rıza’ya "terörist" diyerek yaralarımızı kanatmış oldu. Dahası resmi rakamlara göre, 13 bin ve resmi olmayan rakamlara göre ise 50 binin üzerinde katledilen Dersimliyi "alçaklıkla" (Dersim Soykırımı bu memleketin insanlığı alçalmadığı, dik durduğu içindi...) itham ederek, “bugün olsa aynı şeyi yaparız” diyerek, toplumda kin ve öfkenin fitilini ateşlemiş oldu.
Bu söylemleri birçok Dersimli gibi ben de büyük bir infialle karşıladım ve yazdığım yazılarla tepkimi belli ettim. Devlet Bahçeli isimli şahsın, bir partinin genel başkanı olarak geliştirdiği bu söyleminin ırkçı niteliğine dikkat çektim; korku ve nefret yaydığını belirttim. Bu eleştirilerimin ardından şahsımı, ailemi ve kimliğimi hedef alan hakaret, küfür ve tehditlere maruz kaldım. Sosyal medya ağı Twitter üzerinden akıl almaz hakaret ve küfürlerle linç edilmek istendim. Bu eylem içinde olan bazı kişiler hakkında suç duyurumu yapıyorum.
Ancak buna vesile olan ve ırkçılık suçu işleyen Devlet Bahçeli hakkında da suç duyurusunda bulunduğumu belirtmek istiyorum. Bahçeli uluslararası hukukta suç sayılan bir fiili övmüş ve öteki gördüğü bir toplumu yeniden soykırım yapmakla tehdit etmiştir. Dahası katledilen ve toprakta kefensiz yatan on binlerce kadın ve çocuğu "alçaklıkla" itham ederek, bir insanlık suçu işlemiş, üstlenmiştir.
Türkiye hükümeti özür dilediğini söylediği Dersim konusuna yasal bir güvence sağlamadığından, işlenen bu nefret suçlarına ortaktır. Devlet Bahçeli hakkında ırkçılık suçu nedeniyle yaptığımız şikayetin dokunulmazlık zırhı nedeniyle reddedileceğini biliyoruz. Bu durumda davayı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine kadar taşıyacağımızı belirtmiş olayım. (FT/AS)