*Fotoğraf: Ukrayna-AA/Arşiv
Rusya’nın Ukrayna’ya karşı kimilerine göre kendi sınırlarını NATO’ya karşı savunmak, diğerlerine göre Ukrayna’yı ilhak etmek için başlattığı savaşın beşinci ayını doldurmasına on gün var.
Tüm savaşlarda olduğu üzere, ilk günlerin haber ve yorum bolluğu yavaş yavaş haberlerde ilk sıradan düşüp, ikinci veya üçüncü habere gerilemesiyle birlikte, bizler, yani okurlar veya
“kamuoyu” da duruma alışıp, “oralarda bir savaş var uzaklarda” diyerek gündelik yaşamın akışına geri döneriz. Dönmeyip ne yapabiliriz ki!
Herkes, hepimiz dertliyiz; kendimiz olmasa bile başkalarının geçim veya barınma sıkıntısı içinde olmalarını bilmek, “ben istediğimi alıyorum, onlardan bana ne” demeyenler için ağır bir yük ve çaresizlik.
Bu durumda Ukrayna’daki savaşa ve orada yaşanan yıkıma, insan kıyımına, kullanılan bombaların yarattığı çevre kirliliğine ve bunların yarattığı göç dalgalarına bakıp da dünyamız ve insanlık adına umut duymak da kolay değil. Umutlarla girdiğimiz 21. yüzyıl, ilk 20 yılında bizi 20. yüzyıl savaşlarını aratmayacak yeni savaşlarla tanıştırdı.
Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) 2003 Irak işgali ile başlayıp, Suriye, Yemen ve Afrika’nın bir çok ülkesinde halen devam eden savaşlarda yeni yüzyılın sivil halkları katletmek konusunda yeni başarılara imza attığını, şehirlerin, kültürel mirasın yerle bir edildiğini, ABD’nin Afganistan’da 20 yıl süren işgalinin ancak filmlerde göreceğimiz sahnelerle, uçakların kanatlarına tutunmaya çalışan insanlar gibi, sona erdiğini şaşkınlıkla izledik.
Savaş, 21. yüzyılda gündelik yaşamın bir parçası oldu. Burnumuzun dibinde yaşanan Suriye savaşında bir ülkenin büyük devletlerin kendi aralarındaki güç savaşlarının nasıl kurbanı olduğunu, halkının nasıl göçe zorlandığını, ülkenin nasıl talan edildiğini gördük.
Daha bu savaşın yaraları kapanmadan Ukrayna savaşı gündeme geldi. Daha önce Irak ve Suriye’de gördüklerimizi unutmamıza fırsat bulamadan Ukrayna’daki savaşın görüntüleri düştü önümüze. Her yeni savaş bir öncekisinden daha yıkıcı, daha korkunç gibi gelmeye başladı. Bizlere, yani dışarıdan izleyenlere.
Peki ya savaşı yaşayanlar! Ne olduklarını anlamadan, bir gün önce yaşadıkları hayatın, ertesi günü yok olduğunu, evlerinin, odalarının, kendilerine ait olan her şeyin artık olmadığını, tüm hayatlarını iki bavula sığdırıp yola düşmek zorunda kalanlar.
Evcil hayvanlarını bombaların acımazlığına terk edemeyip yanlarına alıp götürmeye çalışanlar. Hayvanların ve insanların şaşkınlık içindeki kader birliği.
20. Yüzyıl da yaşanan iki büyük dünya savaşına dair yapılmış yüzlerce film, yazılmış onca kitap ve anılar demek ki hiçbir etki yaratmamış insanlarda. Aynı vahşeti, yeniden ve daha acımasızca üreten bir dünya ile karşı karşıyayız.
Ülkelerin savaşmak için her zaman bir nedeni, veya “üretilen” bir neden vardır. Acısız, ölümsüz, kansız savaş yoktur. Büyük kişiler, savaşı, büyük sözcükler, büyük ve haklı gerekçelerle, söylevlerle anlatırlar. Sıradan insanlara düşen ise bir sabah bombaların düşeceğini haber veren siren seslerini duyup mahzenlere inmektir.
Bu benim hayatım değil!
Associated Press (AP) Haber Aansı'na bağlı olarak çalışan iki kadın gazeteci Cara Anna ve Susie Blann ve bir kadın fotoğrafçı Nariman El-Mofty'nin gözünden ve dinlediklerinden oluşan Ukranya’nın Lviv şehrinden yazılan haberi okuduğumda ancak kadınlar böyle yazabilir diye düşündüm. 20. yüzyılda savaş muhabirliği yapmış kadın gazetecilerin yaşamlarını okuduğum için kadınların savaşa yaklaşımlarının erkeklerden farklı olduğunu biliyorum.
Savaş kararlarını verenler genellikle erkek olduğu gibi, askerlerin de büyük çoğunluğu halen erkek. Savaş ise, kahramanlık ve fedakarlık üzerine kurulu, ölmenin ve öldürmenin ödüllendirildiği bir erkek oyunu.
Oyun çok eski, sadece kuralları ve kullanılan araç gereçler değişiyor. Modern dünyamız bu konuda çok büyük ilerlemeler içinde. Gün geçmiyor ki yeni kitle imha silahları piyasaya sürülmesin, nasıl daha çok ve daha çabuk öldürebiliriz diye yeni plan ve projeler geliştirilmesin.
Bütün bunlar da bizim gibi sıradan insanların “güvenliği” için yapılıyor. Nasıl bir güvenlik ise bu, sonuçta sadece savaşan askerler değil, sivil halk ta ölüyor, ölmeyenler ise yerlerinden yurtlarından oluyorlar.
Ukrayna'nın Batısında yer alan ve görece olarak savaştan uzak olduğu için kaçanların sığındığı, Lviv’den insan manzaralarına bakıyoruz. Burada anlatılan ve Nisan’ın ilk haftasında yapılan söyleşiler esnasında ilk Rus hava saldırıların da başladığını hatırlatmak gerekiyor.
|
Bunları yazarken Rus ordusu Ukranya’nın doğusunda Donbask’da ilerleyişini sürdürüyor.
Yukarıda yazılanlara benzer binlerce yeni hikaye her gün yeniden yaşanıyor. Yorumlar, konuşanlar, tartışanlar, NATO taraftarı veya Putin yanlısı diye yaftalananlar. ABD ve Rusya’nın arasında tercih yapmak zorunda değiliz, bizim yerimiz büyük karar vericilerin, kendilerine göre ulvi ve haklı olduklarını iddia edenlerin yanında durmak değildir.
Biz ancak kendimiz gibi, sıradan insanların yaşam hakkını savunabiliriz. İktidar ve güç savaşlarının tek gerçek mağdurları her zaman sıradan insanlar olmuştur. Göçe zorlanan, horlanan, evinden yurdundan koparılan, aşağılanan herkesin hor gördüğü sıradan insanlar.
Her yeni savaş yeni göç dalgaları oluşturuyor. İklim krizi önümüzdeki yıllarda daha da büyük göçlere neden olacak. Pandemi’nin yaşamlarımızda yarattığı sarsıntılar, kayıplarımız, ekonomik sorunların ve gelir dağılımının eşitsizliği, açlık ve kıtlık çeken ülkelere yenilerinin eklenmesi vb. çok ciddi sorunlar ile uğraşmak yerine savaşmak, var olan tüm bu sorunlara yenilerini eklemek ve bunu da halkların sırtından yapmak, aklı ve şuuru yerinde olan insanların yapacağı bir iş değildir.
Liderler de insandır, hata yapabilirler, ama hatalarının bedelini halklara ödetemezler.
21. Yüzyılda bunları yaşıyor olmamız, hepimizin sorunudur. Bu sorumluluğu hem bireyler hem de toplumlar olarak duymak ve ona göre davranmak için zaman daralıyor.
Çöpümüzü toplayan, bizi taşıyan, ekmeğimizi üreten, fabrikalarımızda çalışan, doktorlar, eğitimciler, mühendisler gibi sıradan insanlar var olmadan, hiçbirimiz var olamayız.
Bizlm için çalışan insanlara saldırmak, dizginlenemeyen nefreti kendilerine hizmet eden insanlara yöneltmek ilkel bir tepki biçimidir.
Uygarlıklar beşiği diye adlandırılan bir coğrafyanın binlerce yıllık geçmişine saygısızlık ve ihanettir.
Siyası sorunları savaş ve şiddet ile çözümlemek, sadece büyük silah tacirlerinin, kara para aklayarak palazlananların ceplerine milyar dolarları indirmek, sıradan insanların ise silahların ve bombaların altında ölmesine yarayacaktır.
Güç ve şiddet kullanımını çözüm olarak gören devletler ve yöneticiler şunu bilsinler ki o aynı şiddet günün birinde onları da bulacaktır, hem de hiç beklemedikleri bir anda!
Zulüm ne kadar zalim olursa, cezası da o kadar ağır olur! (MUT/APK/RT)