Geçtiğimiz Cumartesi sabah haber merkezinden bir arkadaş, Brüksel’de Olağanüstü Hal ilan edildiğini söyleyince, sorularımız bir biri ardına dizildi.
Metrolar çalışmayacaktı.
Brüksel sokaklarında güvenliği, sokaklara inen asker sağlayacaktı.
1978 Maraş katliamı sonrasında sıkıyönetim ilan edildiğinde lise son sınıf öğrencisiydim.
12 Eylül askeri faşist darbesini İstanbul’da karşılamıştım.
O sabah erkenden işe gitmek için evden çıkan arkadaşın, kapının önünde askerler tarafından “darbe oldu” denilerek geri çevrilmesini...
Hızla yukarı çıkıp kaygı içinde bizi uyandırıp, “şimdi ne olacak?” demesini...
Ertesi sabah sokağa çıkma yasağı biter bitmez, kendimizi sokaklara vurup, askerlerin uygulamalarını izleyip, “şimdi ne olacak?” sorusuna yanıt arayışımızı hiç unutmadım.
1990’lı yıllarda Kuzey Kürdistan illerinde OHAL’in 12 Eylül sonrasında batı kentlerinde askerin estirdiği devlet terörünü sollayarak, baskı ve zulümde sınır tanımazlığının nasıl bir şey olduğunu görmüştüm.
O gün arkadaş “Brüksel’de OHAL ilan edilmiş, asker sokağa inmiş” haberini verince, ister istemez “ne oluyor” sorusuna yanıt aramak için hızla bilgisayarın başına geçtim.
Merakımı gidermek için önce internetten haberlere baktım.
Sonra da, o günkü program konuğum Kumru Başer’i Brüksel Güney istasyonundan almak için iki arkadaşla birlikte yola çıktığımda, bir kaç saat boyunca biriktirdiğim merakımı da giderme olanağına kavuştum.
Araçla giderken yol boyunca, Brüksel sokaklarına inen askerleri aradık.
Arada bir gözümüze çarpan askerleri ve cemseleri merakla izledik.
Sahi neler oluyordu?
Bu OHAL ne zamana kadar sürecekti?
Askerin sokağa inmesiyle, sorunlar ortadan kalkacak mıydı?
Askerler ellerinde silahla dolaşarak mı halkın güvenliğini sağlayacaklardı?!
Güvenlik fobisine kapılan Avrupa kentlerinde, rejimler gözlerini kırpmadan hak ve özgürlükleri tırpanlamakta hiç bir sakınca görmeyeceklerdi.
Yapılan açıklama ve tartışmalar, çok yakında Avrupa’da serbest dolaşım hakkının rafa kaldırılacağına işaret ediyor.
O gün ve ertesinde Brüksel sokaklarında esas olarak turistlerin görülmesi, Paris saldırısı ve OHAL ilanıyla halkta da büyük bir korku yaratıldığının işaretiydi.
Her ne kadar buralarda demokrasi bilinci daha gelişkin olsa da, yaratılan bu “güvenlik” fobisiyle, hükümetler kişisel hak ve özgürlüklerin tırpanlanmasında pek bir zorluk yaşamayacaklar gibi görünüyor.
Cumartesi ve Pazar günü Brüksel sokaklarında dolaşırken, elinde silahla bekleyen askerlerin IŞİD’e karşı önlem olmaktan çok, sokaktaki insanlarda varolan korkuyu büyütmekten başka işe yaramayacağı sonucuna ulaştım.
IŞİD’in Avrupa kentlerinde eylem yapma ihtimali ya da tehlikesi nedeniyle maçlar iptal edildi, pazarlar kurulmadı.
Paris katliamına katılan araçlardan birinin Belçika’dan gittiği ve Paris-Brüksel hattında bazı bağlantıların saptanmış olması nedeniyle OHAL ilan edilmiş olsa da...
Bugüne kadar IŞİD’e Avrupa kentlerinden katılımın 3-4 binin üzerinde olması dikkat çekici...
Bu katılımların gerekçeleri ciddi bir sosyolojik araştırmanın konusu olsa da...
Avrupa ve dünyanın bugüne kadar ırkçılık ve ötekileştirme mağduru göçmenlere ve sorunlarına karşı insani çözümler üretmekle yükümlüler!
Ayrıca IŞİD’in Avrupa kentlerinde sivillere yönelik yaptığı ve yapmayı planladığı saldırılar, önemli bir sorun olarak bu ülkelerin önlerinde duruyor.
21-22 Kasım tarihlerinde OHAL uygulanacağı söylenen Avrupa Birliği’nin Başkenti Brüksel’de, OHAL’in on gün daha uzatıldığı açıklandı.
Ancak bu tehlikenin OHAL ilan edilerek, kişisel hak ve özgürlüklerin kısıtlanması yoluyla ortadan kaldırılamayacağı da, bir başka gerçek olarak Belçika ve diğer ülke hükümetlerinin önünde duruyor. (FE/HK)