Geçtiğimiz Mayıs ayında, Liberal Demokrat Parti, Birleşik Krallık'ta üniversite harçlarının yüksek olmasına değinerek, harçlardaki muhtemel bir artışın karşısında olduklarına seçim propagandalarında yer verip üniversite öğrencilerinin geniş desteğiyle parlamentoda yerini aldı.
Benzer biçimde üniversitelerde, öğrenciler üzerindeki harç baskısının etkisini azaltacak revizyonlar vaat eden Muhafazakar Parti ile birlikte koalisyon hükümetinin kurulmasının üzerinden henüz altı ay geçmiş, seçim vaatleri daha kulaklardan silinmemişken, üniversitelere ayrılan bütçede yüzde 40'lık bir kesintiye gidilerek 3 bin sterlin civarında olan harçların 6 bin sterline çıkarılması ve üniversitelerin yetkileri dahilinde bu ücretin 9 bin sterline kadar yükseltilebilmesini öngören bir paket hazırlanmaya başladı.
İşçi Partisi'ne yakın duran, eğitimin parasızlaştırılmasından ziyade harç düzeyinin sabit tutulmasından yana olan Ulusal Öğrenci Sendikası'nın (NUS) önderliğinde, 10 Kasım'da beklenenin üstünde, 50 bini bulan katılımcıyla Londra, İngiltere'de son zamanların en kitlesel protesto gösterilerinden birine sahne oldu.
Öğrencilerin eğitimdeki bütçe kesintilerine ve harçlardaki artışa yaklaşımları, deniz aşırı öğrencileri de kapsayacak şekilde parasız eğitimi savunmaktan sadece vatandaşlar için ücretlerin kalkmasına, harçların sabitlenmesinden kamu bütçesindeki tüm kesintilere karşı durmaya kadar uzanan geniş bir yelpazeye yayılıyordu.
Irkçı ve milliyetçi politikaların zaman zaman karşı karşıya getirdiği, eğitimin giderek piyasalaşmasında dahi farklı tutumlar sergileyen bu çok kültürlü-milletli öğrenci topluluğu 10 Kasım günü parlamento binasının önünden aynı hissiyat ile yürüyüşe geçti: "Kandırıldık! İhanete uğradık".
Aynı gün BBC akşam haberlerinde Liberal Demokrat Parti üyesi bir öğrencinin canlı yayında, sunucunun "İhanete uğramış gibi hissediyor musunuz?" sorusunu, ustalıklı bir manevra ile "Öyle diyemem ama hayal kırıklığına uğradık" diye cevaplaması, hükümetteki partilerin tabanının da "kandırılmışlık" hissi taşıdığını gösteriyor.
Hükümet partilerinin genç aktivistlerinin hükümet politikalarını doğrudan eleştiren, Liberal Demokrat Parti lideri Nick Clegg'in "büyük bir yalancı olarak utanması gerektiğini" söyleyen bir gösteride yer alması da bu durumun bir başka kanıtı.
Parlamenter demokrasilerde, politikacıların seçim dönemlerinde oy avcılığına girişmeleri, seçimlerin ardından vaatlerin toz bulutu olması elbette ki şaşılacak bir durum değil. Hatta bu duruma fazlasıyla alışan bizler için, böyle vaatler mizah konusu olmaktan öteye geçmez.
Kaldı ki, bu tür demokrasilerde belirli bir süre için seçilmiş olan vekillerin, vaatlerini yerine getirmedikleri ve talepleri karşılayamadıkları için görevlerinden geri çağrılmaları da söz konusu değil. Ancak yine de temsili demokrasi varlığını kamuoyundaki meşruluğuna dayandırır.
Aslında tüm bu olup bitenin demokrasi havariliği içindeki Birleşik Krallık'ta gerçekleşmesi bile şaşırtıcı değil.
Alışılmamış olan şey, iki siyasi parti ve liderlerinin, birbirine benzer somut siyasalar üzerinden seçim propagandası yapıp seçimlerin hemen ardından tam tersi bir siyasi paket hazırlamalarının, yani fazlasıyla alışılmış bu durumun, kendilerine oy verenler kadar kendilerini desteklemeyenlerde de "ihanete uğramışlık" hissiyatı yaratmasıdır.
Zira liberal demokrasiler her ne kadar meşruluklarını "halk kitlelerinin desteğinden" aldıklarını iddia etseler de, temel pratiklerinde meşruluklarını aldıkları halk kitlelerinin taleplerine cevap üretmek yer almaz. Var olan hakların, "soyut insan haklarıyla" ters düşmeyecek şekilde "meşru gerekçelerle" geri çekilemeyeceği gibi bir kaide de bulunmaz.
Diğer liberal demokrasilerde olduğu gibi Birleşik Krallık'ta da örneklerine fazlasıyla alışılmış olan bu özel durum karşısında kitlelerde "kandırılmışlık" hissiyatının uyanması, her şeye rağmen liberal demokrasiye var olan derin inancın bir göstergesidir aslında.
Kendilerini "hayal kırıklığına uğratan" bir siyasi oluşumun içinde aktivist olarak yer alan gençlerin durumu ise yine liberal demokratik sistemde siyasetin işleyişindeki başka bir çatlağa işaret ediyor.
Daha 15 yıl öncesine kadar parasız üniversite eğitiminin mevcut olduğu Birleşik Krallık'ta üniversite harçlarının üç katına kadar çıkarılabileceği paket hazırlana dursun, binlerce öğrenci bu gösterinin henüz bir başlangıç olduğunu söyleyerek şu soruyu soruyor: "Clegg ve Cameron da parasız eğitim almadılar mı?"
Oysa ki refah sisteminin sunduğu haklardan yararlansalar da artık bu haklar mevcut düzende kapital birikiminin önündeki engeller olarak görüldüğünde siyasetçilerin yine liberal demokratik bir düzende, bu sistemin kurallarını ihlal etmeden, "meşru gerekçelerle" tüm bu hakları geri çekebileceği gün gibi aşikâr.
"Daha acil taleplere cevap verebilmek amacıyla" kamusal harcamalardan kesintiye gidilmesi gerektiğini öne süren hükümetin, Vodafone şirketinin 6 milyar sterlinlik vergi borcundan kaçabilmesini sağlaması ve diğer büyük şirketlerin de vergi borçlarıyla Birleşik Krallık'ta vergi açığının yıllık 120 milyar sterline ulaşması özellikle genç kesimde "kandırılmışlık" hissiyatını derinleştiriyor.
Ne var ki asıl sorgulanması gereken bu kandırılmışlık hissiyatının temelindeki parlamenter demokrasiye olan derin güven ve eşitsizliklerin giderilmesinin yine hali hazırda soyut insan haklarını ihlal etmeden, somut eşitsizlikler üzerine kurulu liberal siyasi zeminden talep edilmesidir.
Bu zemin üzerinden talepler yükseltmeye devam ettikçe, muhalif seslerin, liberal parlamenter düzenin buluşu olan kimi gerekçelerin meşrulaştırılması altında ezilmeye ya da düzenle uyuşup erimeye mahkum olacağını söylemek pek de yanlış olmaz. (BB)