Fotoğraf: Mateus Bonomi - AA
Geçtiğimiz hafta sonu Brezilya'da devlet başkanlığı dahil genel seçimler yapıldı. Devlet başkanlığı seçimini sosyal demokrat Lula yüzde 48.4 oranında (57,259,504) oy alarak en yakın rakibi neo-faşist Bolsonaro'nun önünde bitirdi. Bolsonaro yüzde 43.2'de kalırken 51,072,345 kişi ona oy verdi. Devlet başkanlığı seçimlerinin ikinci turu 30 Ekim'de yapılacak. Devlet başkanlığı için yarışan dokuz aday daha vardı fakat onlar bir hayli geride kaldılar.
Lula ve müttefikleri başkanlık yarışında başarı gösterirken valilikler, Temsilciler Meclisi ve Senato için aynı şeyden söz etmek mümkün değil... Mesela Bolsonaro liderliğindeki ittifak, toplamı 81 olan Senato'daki bu kez sadece 27 koltuk için yapılan oylamadan 19'unu kazandı. Temsilciler Meclisi'nde ise 99 kişilik bir kadro ile yer alacak. Dolayısıyla önümüzdeki dönem başkan kim olursa olsun daha çok sağın ağırlıkta olduğu bir yasama süreci yaşanacak. Lula da Kolombiya Devlet Başkanı Petro gibi sağa açılarak eksiğini kapatmayı deneyebilir fakat Brezilya'da karşı taraf bu işe çok da gönüllü olmayabilir. Gerçi Lula zaten, örneğin başkan yardımcısı olarak sağ muhafazakar kesimden Geraldo Alckmin'i seçerek bu tür arayışlara girişti. Böyle bir tercihin belki Lula açısından değil, ama halkların geleceğiyle ilgili büyük bir probleme dönüşme potansiyeli var.
Brezilya nüfusu 212 milyon civarı. Ülkede, 156 milyondan fazla kayıtlı seçmen bulunuyor. Seçimde 120 milyondan fazla insan oy kullandı. Yani 30 milyondan fazla kişi de oy kullanmadı. Yaklaşık 2 milyon kişi de sandığa gidip protesto oyu attı. Protesto oylarının daha çok sol kesimlerden geldiği varsayılıyor. Lula iyimser, sandığa gitmeyenlere ulaşmaya çalışacağını ve Bolsonaro'yu istemeyen kesimlerin oylarının ikinci turda kendinde birleşeceğini umuyor. Nitekim beklentisine ilk karşılığı da hemen buldu. Devlet başkanlığı seçimlerinde 4. olan Demokratik İşçi Partisi adayı Ciro Gomes ikinci turda Lula'yı destekleyeceğini açıkladı.
Lula seçimi kazanırsa hali muhtemelen sürekli azil tehdidi altında olan Peru'daki Castillo'ya benzeyebilir. Bir tür iktidarsız iktidar olur. Fakat Peru'dan farklı olarak Lula ve Brezilya'daki toplumsal hareketler çok daha tecrübeli ve güçlü, sorunları aşmanın umarım bir yolunu bulabilirler.
Bolsonaro ne yapıyor?
Bolsonaro başta Trump ve Netanyahu olmak üzere kendine benzer kişilerden aldığı destekten memnun seçime gitti. Kendini dünyanın egemenlerine karşı elinde kılıç savaşan bir din azizine benzeten küstahlığıyla seçim günü dahi kadınlara karşı saldırganca sosyal medyada paylaşımlar yapmaktan çekinmedi. Seçim sonrası ise bırakın yenilgiyi kabullenme eğilimini işi daha da kızıştıracağa benzer. Bolsonaro seçimi kaybederse tıpkı Trump gibi sonucu kabullenmeyip darbe vb şeyler deneyeceği endişeleri hali hazırda mevcuttu. Şimdi de tamamen ortadan kalkmış değil. Olayın boyutu çok ciddi olsa gerek ki CIA Başkanı William Burns'ün Bolsonaro'nun danışmanları ile görüşerek seçim mekanizması hakkında ileri geri konuşmaması gerektiği uyarısı yapması sonrası Bolsonaro'nun kısmen geri adım attığı bilgileri basına yansıdı. Bolsonaro yenilgiyi istemese de kabullenebilir fakat onun fanatikliğinde yaşayan birinden hazır elinin altında darbe yapabilecek bir ordu da varken makul olması da çok beklenmemeli.
Lula başarılı mıydı?
Brezilya'da iki dönem devlet başkanlığı yapan Lula (Rousseff dönemi de onun gölgesinde geçti sayılır.) geçmişte başarılı mıydı? Bu tamamen nereden baktığınıza bağlı. Lula'nın iktidarda olduğu yıllar Latin Amerika'da kapitalizmin coştuğu, üretimin arttığı yıllardı. Kıtadaki diğer solumsu iktidarlar gibi Lula da sosyal yardım programları aracılığıyla yoksul kesimlerin de üretimden pay almasını sağladı. Milyonlarca insan Bolsa Família adı verilen bu uygulamadan yararlandı. Bolsonaro son verene kadar. Elbette halk için iyi bir şeydi. Ama geçici bir çözüm olmaktan öteye gitmedi.
Bu süreçteki politik ilişkiler elbette tek taraflı değildi, geniş çaplı toplumsal hareketler de iktidarı zorluyordu. Fakat "yardım" ilişkisi toplumsal hareketlerin siyasal arayışlarının iktidar tarafından manipüle edilmesine de yol açtı. Bugün görece halk hareketlerinin zayıflamasında bu ilişkinin de olumsuz bir payı olmalı.
Bu dönem aynı zamanda Odebrecht örneğindeki gibi yolsuzluğun da şahlandığı zamanlardı. Lula'nın anti-kapitalist perspektiften yoksun politik yönelimi daha sonra ABD'nin komplocu hegemonik politikalarıyla birleşince kolayca boynuna dolanan bir kemente dönüştü. (1)
Lula'nın iktidarda olduğu yılların önemli bir bölümü kıtada Bolivarcı Sosyalizm anlayışının rüzgarının güçlü estiği dönemlerdi. 2009 Honduras darbesiyle ABD yeniden kıtada hegemonyasını tesis etmek için atağa geçerken bölge ekonomileri uluslarası ekonomik krizlerin de etkisiyle giderek zayıflıyordu. Aynı zamanda Bolivarcı anlayışın etkinliği gerilemeye başladı. 3. Dünya Savaşı'nın "Arap Baharı" diye adlandırılan süreçle birlikte Ortadoğu ve Kuzey Afrika'da hareketlenmesinin de çok yönlü olarak bölgeye olumsuz yansımaları oldu. Paylaşacak şeyler azalmıştı. Hele hele Chavez'in ölümü sonrası kıtanın entegrasyonundan, sosyalizmden bahseden de pek kalmadı... (2)
Lula'yı neler bekliyor?
Korona salgınından en olumsuz biçimde etkilenen bölge Latin Amerika oldu. Koronadan ölümler 1 milyon 700 bini geçti. Brezilya yaklaşık 700 bin ölümle ilk sırada. Bu vahim tabloda Bolsonaro'nun neo-faşist aklının payı büyük.
Ekonomik alanda da Latin Amerika ciddi darbe aldı. Ekonomilerin 10 yıl geriye gittiği konuşulurken işsizlik ve yoksulluk bir hayli arttı. Görece avantajlarına rağmen Brezilya da bu süreçten olumsuz etkilendi. 30 milyon insanın yoksulluk sınırı altında yaşamak zorunda kaldığı basına yansıyan bilgiler arasında.
Lula yönetimini bir dizi iç içe geçmiş problem bekliyor. Bunun başında elbette ekonomik sorunlar geliyor. Geçmişte uygulanan Bolsa Família gibi önlemler pansuman olmanın ötesine geçmiyor. Köklü anti-kapitalist perspektiften yoksun toplumsal mülkiyeti hakim kılmayı önüne koymayan yaklaşımlar sonuçta başta çalışanlar olmak üzere bütün toplumu sürekli yenilenen, yıpratan bir girdaba sokuyor.
Brezilya kapitalizmi doğaya, kadınlara, yerlilere, siyahlara, LGBTQ+lara, mülkiyetsizlere ve emeğe saldırırken bu süreçten ancak saldırının hedefi olanları özne kılan politikalarla çıkılabilir. Brezilya'da doğanın yağması ve yıkımını önceleyen politikalar Bolsonaro ile başlamadı, "ekonomik kalkınma" vb gerekçelerle Lula döneminde de vardı. Amazon ormanlarının geleceği sadece Brezilya'nın sorunu değil, doğrudan dünyayı ilgilendiriyor. Bu yüzden "dünyanın ciğerleri" diye tabir edilen Amazonları korumak için dünya çapında ve anti-kapitalist kapsamda planlar gerekiyor.
Yolsuzlukla mücadele diğer önemli bir başlık. Fakat bu mesele de basitçe geçiştirilebilecek bir şey değil. Latin Amerika'nın çoğu ülkesinde yolsuzluğa batmış politik elitler hakim. Uzun yıllardır hüküm süren bu kesimler sistemin önemli bir ögesi. Eminim Lula'nın etrafı da tıpkı Rousseff'in görevden alınmasında önemli bir rol oynayan, daha sonra onun yerine geçen ve akabinde yolsuzluktan mahkum olan Eduardo Cunha'larla dolu olacaktır. Özetle öncelikle bu kastlaşmış politik elitlerin tasfiyesi gerçekleşmezse "yolsuzlukla mücadele" yapıldığına dair laf bile etmenin anlamı yok.
Bir diğer başlık Evangelizm problemi. Evangelist Hristiyanlık sadece bir inanç biçimidir deyip geçilecek basitlikte bir oluşum değil. Dinin kendi orijinal tutumu farklı olabilir fakat ABD tarafından bütün Latin Amerika'da son 10-15 yılda hegemonya mücadelesinin bir aracına dönüştürüldüğü bir gerçek. Bugün Brezilya'da neredeyse sıfırdan Evangelist anlayışa dahil olan insan sayısı 22 milyonun üzerinde ve bu kitle Bolsonaro'nun yani hiç gizlemeden neo-faşist olan birinin oy deposu. Ayrıca ve daha da önemlisi Bolsonaro'yu destekleyen 50 milyondan fazla kişinin başkalarının yaşamına karşı tehditkar varlığı. İsteyen tabii "problem yapmanın ne gereği var helalleşelim gitsin...." falan diyebilir.
Bir diğer sorun 1964 -1985 askeri diktatörlük dönemiyle hesaplaşılmamış oluşu. Ordu hâlâ ülkedeki sermaye çevrelerinin, neo-faşist kesimin ve ABD hegemonyasının en önemli dayanaklarından biri olmayı sürdürüyor. Bolsonaro döneminde beslenen, büyütülen polis aygıtı da bu kapsamda. Bu kurumlar üzerlerine gidilmediği takdirde daha uzun yıllar olduğu kadar demokrasiyi de tehdit edecek. Olası Lula iktidarının da tepesinde sürekli bir kılıç gibi sallanacak.
ABD'den yeni adımlar
ABD Dışişleri Bakanı Blinken bu hafta başında Güney Amerika turuna çıktı. İlk durak Kolombiya'ydı. Sonrası Şili ve Peru. Biden yönetimi Güney Amerika'nın sosyal demokrat iktidarlarını istediği pozisyona yani kendi kontrolünde bir sürece sokma niyetinde. Burada temel hedef Çin ile olan hegemonik rekabette politik etkisini kullanarak üstünlük sağlamak. İlkiyle bağlantılı olarak ikinci amaç ise Venezuela, Küba ve Nikaragua'yı diğer solda yer alan ülkeler aracılığıyla kendi açısından "sorun" olmaktan çıkarmak.
Ukrayna savaşının açtığı enerji açığı sorunu ABD'nin Venezuela'daki Maduro yönetimine karşı tutumunu yumuşattı. Geçen hafta Venezuela, cezaevindeki 7 Amerikalıyı serbest bırakırken karşılığında Maduro'nun iki yakınını serbest bıraktı. ABD ayrıca Venezuellalı göçmenlere dönük 300 milyon dolar yardım kararı aldı.
ABD'nin bölgede hegemonya kurma planlarını Brezilya'da yapılan seçimler de yakından ilgilendiriyor. Biden yönetimi Bolsonaro'dan hoşnutsuz bunun görünürdeki nedeni Bolsonaro-Trump yakınlığı, Bolsonaro'nun Ukrayna savaşından hemen önce Putin'i ziyareti vb. Asıl belirleyici faktör ise Çin'in Brezilya'da artan (kapitalizmin bugünlerde kutsal eylemi olan) "yatırım"ları. Çin geçen yıl bölgede en çok Brezilya'ya sermaye ihracı yaptı. Bu yatırımın miktarı toplam 5,9 milyar dolar. Bir önceki yılın üç katı. Diğer Latin Amerika ülkelerinde de Çinli sermayedarların yatırım/yağması hızla artıyor. ABD bu durumla rekabet edemiyor. Bolsonaro Amerikan yanlısıyken 'bu nasıl oluyor'un kısaca yanıtı tıpkı diğerleri gibi o da mecbur, başka seçeceği yok!
Biden yönetimi Bolsonaro'dan hoşnutsuz olsa da alışkanlıklar itibariyle sadece Lula'ya oynamak gibi bir niyeti yok. ABD'de Bernie Sanders dört senatörle birlikte Brezilya'daki "demokratik kurumların desteklenmesine" yönelik bir yasa teklifi verdi. Yasa kapsamında "Brezilya ordusunun tarafsızlığını kaybetmesi halinde bu ülkeye yapılan askeri yardımların durdurulması" da vardı. Fakat öneri Temsilciler Meclisi'ni bile aşamadı.
Olası Lula iktidarından da Biden yönetiminin bütünüyle hoşlanacağından söz edilemez. Onu da özellikle Çin'e karşı tutum alması ve Küba-Nikaragua-Venezuela yönetimlerinin ABD hegemonyasına dahil edebilmesine yardımcı olması için de zorlayacaklardır.
Velhasılı kelam Lula ve Brezilya halklarının işi epey zor
Biz işi yine de tatlıya bağlayalım. Askeri diktatörlük döneminde 1970'te dönemin cuntaya karşı mücadele veren önemli entellektüellerinden Chico Buarque'nin "Despite de você" adlı bir şarkısı yayınlandı. Eser dolaylı olarak diktatörlüğü eleştiriyordu, kısa zamanda popülerleşti, yüzbinlerce sattı. Şarkı mealen "sana rağmen yarın gelecek, öten horozu susturamayacaksın, sonra nereye kaçacaksın" diyordu. Askerler durumu fark edip Buarque'yi gözaltına alıp "bu şarkıda bahsettiğin kim, ne?" diye sorarlar o da "çok çok otoriter bir kadın" yanıtını verir. Askerler tabii yemez, şarkı sansüre uğrar. Yine de bu onun diktatörlüğe karşı mücadelenin kültürel sembollerinden biri olmasını engellemez.
Kulak verelim.
Notlar:
(1 )'Komplo' dememin nedeni Lula'nın yolsuzluğa bulaşıp bulaşmadığı ile ilgili bir yargı bildirmek değil daha çok başta ordu olmak üzere Brezilya devlet mekanizması ile iç içe geçmiş olan ABD'nin buradaki tayin edici gücüne işaret etmek istedim. Zira Lula'yı başta mahkum eden de aynı yargı, sonra aklayan da. Peki, aradaki süreçte ne değişti? Davadaki kanıtlarla ilgili bir yenilik olduğunu sanmıyorum. Bu tür davalar doğrudan politik nitelikte. Mesela siz ABD'de yıllardır süründürülen Halkbank davasının gerçekten prosedürler nedeniyle mi bu kadar uzadığını düşünüyorsunuz?
(2) O zamanlar memleketteki bir kısım aydın bir taraftan Erdoğan güzellemeleri döktürürken yazılarına "Brezilya komünizmi" başlıkları atıp hayranlık dolu ifadeler kullanıp, gerçekte ne olduğuna aldırmayan, gönül eğleyen birer şaşkın görünümündeydi. Kısa zamanda yazdıklarını da unuttular. Bazı şaşkın biraderler de ta Brezilya'ya kadar gidip malum hizmet/hamaset/husumet/hezimet hareketinin misafirperverliğinde Rousseff ve Lula'nın tasfiye edildiği kampanyaya katıldılar. Sonra tapılacak başka fetişler buldular. Şimdilerde mesela NATO'yu keşfettiler.
(AS/AÖ)