Dünyanın 8. Büyük endüstri ülkesi olan 170 milyon nüfuslu Brezilya tüm Latin Amerika'da olduğu gibi kapitalizmin yıkıcı çelişkilerini gözler önüne seren bir ülke. Amerika Birleşik Devletleri (ABD) bankalarının Latin Amerika yatırımlarının yüzde 30'u Brezilya'da. Hemen hemen tüm kıtada Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası reçeteleri uygulanmakta. Başta Arjantin olmak üzere kıtanın pek çok ülkesinde halk ayaklanmaları, yağmalar, peş peşe devrilen hükümetler, darbe girişimleri yaşanıyor.
Latin Amerika'nın yoksullaştırılması
Kıta ülkeleri kendilerine özgü koşullarıyla, emperyalizmin neo-liberal politikalarının yarattığı yoksulluk ve sefaleti iliklerine kadar yaşıyor. Kapitalizm yeni bir ekonomik kriz evresine girdiği bu dönemde, IMF ve Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) aracılığıyla dünyanın pek çok yerinde olduğu gibi Latin Amerika'da da özelleştirmeler, sermaye piyasasının kuralsızlaştırılması, iç tüketim ve beraberinde ücretlerin düşürülmesi, kamu ve sosyal harcamaların kısılması, uluslar-arası sermayenin önündeki engellerin kaldırılması, temel tüketim kaynaklarının piyasaya terk edilmesi uygulamalarıyla işsiz ve yoksul yığınlar yaratıyor. "Yapısal uyum Programı" denilen bu uygulamalar nedeniyle 1980'lerden bu yana kıtada 50 milyondan fazla insan mutlak yoksulluk sınırının altında yaşayan 130 milyonluk kitleye eklendi.
ABD eliyle yürütülen serbest bölgeler anlaşması(FTAA) ile bölgedeki sömürü giderek artacak. Latin Amerika'da 1990'larda başlayan bu "yapısal uyum" süreci, bölgede bulunan pek çok ülkede işçi sınıfı ve unsurlarının toplumsal ve siyasal mücadelelerinin giderek yükselmesine neden oldu.
Brezilya da 1990'lardan itibaren Emperyalizm'in "yapısal uyum" sürecini yaşıyor. 1998'de iktidar olan Sosyal Demokrat Parti ve başkanı F.Cardoso iktidara geldiğinde IMF anlaşmalarını yürürlüğe koydu. Başta doğal kaynaklar olmak üzere kamuya ait her şeyi sermayeye devretti. Çin'den sonra en fazla yabancı sermaye yatırımını (2001) alsa da IMF programı Brezilya'da halkın daha da yoksullaşmasını getirdi. Nüfusun 50 milyondan fazlası yoksulluk sınırının altında yaşamakta. İtalya'dan daha fazla Fiat otomobil üretilen ülkede, otomotiv işçileri işe yalın ayak gidiyor. Yine nüfusun yarıdan fazlası günde sadece bir öğün beslenebiliyor.
Lula; sermaye ve yoksullar arasındaki ara nokta
Sermayenin merkezileşmesi ve yoğunlaşması Brezilya'da da açlık ve yoksulluk üzerinden kendini gerçekleştiriyor. Bu ortamda yapılan seçimlerle eski sendikacı ve PT lideri Lula oyların yüzde 61'ini alarak başkan seçildi. PT parlamentodaki 98 milletvekili ile birinci parti olsa da temsil oranı yüzde 24. PT 14 senatör ile senatoda yüzde 21 oranında temsil ediliyor. Bu nedenle Lula, iktidardaki orta-sağ koalisyonuyla çalışmak zorunda. 1980'de kurulan PT; sendikacılar, katolik "kurtuluş teolojisi" yandaşları, sol akademisyenler ve bazı sol grupların ittifakından oluşan bir parti.
Brezilya'da 1960'lardan itibaren başlayan yabancı sermaye yatırımları ve IMF uygulamaları, göçle kent işçilerinin sayısını arttırdı. Bu dönemde sendikalar ve işçi sınıfı örgütlenmeleri, askeri darbe ve baskılarla geriletildi. 1970'lerden itibaren sendikal mücadele yeniden yükselişe geçti. 70'lerin sonuna doğru yaşanan grevler özellikle metal ve otomotiv sektörü çalışanlarının ulusötesi şirketlerin sömürüsüne isyanını yükseltti. Sendikalar yasadışı ilan edildi. Grevlerin rüzgarını arkasına alan PT, bu dönem sonunda kuruluşunu ilan etti. Parti sadece sendikalı işçilerden değil, Brezilya'da bağımsız bir örgütlenme yaratan Topraksız Kır İşçileri'nin de(MST) desteğini aldı, toprak işgallerinin örgütlenmesinde de yer aldı. Ancak MST, Lula'yı iktidara getiren seçim çalışmalarında bile toprak işgallerine ara vermedi.
PT 80'lerin sonunda yerel seçimlerde başta önemli kentler olmak üzere pek çok yerel yönetimi kazandı. Bu kentlerden biri olan Porto Alegre, Dünya Sosyal Forumu toplantısıyla adını duyurdu. Küreselleşme karşıtlarının örgütlediği toplantıdaki genel talepleri, Lula da PT içinde tartıştı. Bu talepler; borç karteli IMF, DTÖ gibi sermaye gruplarının karşısına borç ilişkisiyle IMF programı uygulayan ülkelerin "borçlular karteli" olarak çıkması, borçları ödememe tehditiyle borçlar için toplu pazarlık yapılması, tobin vergisi, vb taleplerdir.
Kendisini başkanlık koltuğuna taşıyan seçimlere tutucu Liberal Parti ile ittifak yaparak giren Lula, bu partinin başkanı ve aynı zamanda bir tekstil milyoneri olan Jose Alencar'ı da yardımcısı yaptı. Seçimlerden önce ABD ve IMF Lula'nın gelişini çeşitli açıklamalarla bir panik havasına dönüştürdüler. Çünkü Brezilya ekonomik iflasın eşiğinde bir ülke. Lula iktidara geldiğinde ülkenin borcu yaklaşık 340 milyar dolar. Brezilya'nın iflası tüm kıtada zaten yükselen IMF ve ABD karşıtlığını, işçi sınıfı ve yoksul kitleler adına farklı bir atmosfere dönüştürebilir.
Kapitalizmin restorasyonu
Ancak Lula seçimlerden önce ittifakıyla ve açıklamalarıyla, yerli burjuvaziyi ve emperyalist çevreleri rahatlattı. Devraldığı IMF programını ve borç ödemelerini sürdüreceğini açıkladı. Böylelikle ülkedeki sermaye çevrelerinin de desteğini aldı. Bu desteğin karşılığını da seçim sonrası başta merkez bankası olmak üzere tarım, sanayi gibi bakanlıklara sermaye temsilcilerini atayarak ödedi. Lula şimdi burjuvaziyle yoksul kitlelerin beklentileriyle baş başa. Lula bugün durduğu yerle demokrasiyi piyasa mitine tabi kılan modeli benimsemiş görünmektedir.
Daha önce parti programında yer alan sosyalizm söylemleri, artık yerini "toplumsal sözleşme" gibi kavramlara bırakmıştır. PT artık küreselleşme karşıtlarıyla "başka bir dünya mümkün" sloganı çerçevesinde denetlenebilir, düzenlenebilir, daha insancıl! bir kapitalizmi tartışmaktadır. Lula'nın bu "zaferi" emeğin sömürüsünün, sermaye, özel mülkiyet ve kapitalizmin -işçi sınıfının kölelik koşullarını derinleştiren- ilişkilerinin sona ermesini sağlamayacaktır. Bilakis, kapitalizm bu "zafer"le Latin Amerika'da, krizinin bir siyasal krize, yönetememe krizine dönüşmesini engellemiştir.
Kapitalizmin krizinin bir toplumsal devrime dönüşmesi için, elbette ki düzenin siyasal krizinin de derinleşmesi gerekir. Kapitalizm burjuva demokrasisiyle kendini var eden üretim ilişkilerinin her alanda yeniden üretimini sağlayacak araçlara sahiptir. Devletin, güçlü sınıfın; ekonomik egemenliği ve dolayısıyla siyasal egemenliği olan sınıfının devleti olduğu gerçeğinden hareketle, egemen sınıf, yeni araçlarla egemenlik ilişkilerini yeniden yeniden üretir. Burjuvazi için devlet, sınıf çatışmasının hafifletilmesi, kendi düzeni içinde kalmasının bir aracıdır. Ekonomik, siyasal ve ideolojik alanlardaki saldırılarını sahip olduğu araçlarla yürüten burjuvazi, devletin bir baskı aracı olduğu gerçeğinin işçi sınıfının bilincine çıkmasını da engeller.
Burjuvazi, işçi sınıfının mücadelesini ve araçlarını (parti, sendika, vb.) ekonomik, siyasal ve ideolojik alanlara kendi yasalarıyla ayırarak, kapitalist toplumsal ilişkilerin yeniden üretiminin araçları haline dönüştürür. Burjuva demokrasisi içerisinde son tahlilde birer uzlaşma örgütü olan sendikalardaki bilinç kendiliğinden bir bilinçtir. Kendiliğindenci bir sınıf bilinci de hiçbir zaman işçi sınıfını iktidara götürecek bir mücadele yaratmasını sağlayamaz. Parlamento, burjuvazinin toplumsal kesimlere, kendi yasaları çerçevesinde sunduğu bir 'mücadele' alanıdır. Düzenin yasaları içerisinde siyasi partiler iktidar olduklarında, devletin bir kurumu haline gelirler. Dolayısıyla tüm partiler, çözümü burjuva parlamenter sistemde aradıklarında (hatta iktidar olduklarında) devlet aygıtının işleyişini sürdüren araçlar haline gelirler.
Son olarak, bugün Brezilya ve tüm Latin Amerika'da işçi sınıfının ihtiyacı burjuvazinin parlamentosu değil, sermayeden ve devletten bağımsız kendi öz örgütlenmesidir. İşçi sınıfı kendi iktidar organlarını bu bağımsızlık içinde oluşturmalıdır. Tüm mücadele alanlarında birliği kendi komitelerinde somutlaştırmalıdır. Sermayenin uluslar arası saldırısı karşısında yine dünya çapında siyasal örgütlülük ve mücadele,tüm dünyada işçi sınıfının temel ihtiyacı olmaya devam etmektedir.(NK/BB)
* Yazı www.antimai.org sitesinden alınmıştır, vurgular ve ara başlıklar Bianet'e aittir.