* Fotoğraf: Fabio Teixeira / Anadolu Ajansı (AA)
Geçtiğimiz hafta sonu Brezilya'da devlet başkanlığı seçimlerinin ikinci turu yapıldı. Sosyal demokrat Lula da Silva yüzde 50,9 oyla, yüzde 49,1 oy alan neo-faşist Jair Bolsonaro'yu geride bırakarak Brezilya Devlet Başkanı seçildi. 156 milyon 454 bin 11 seçmenden 124 milyon 252 bin 796'sının seçime katılım gösterdi. Bu sayı ilk tura göre az da olsa bir artışa (yüzde 79.05-yüzde 79.41) tekabül ediyor. Lula, 60 milyon 343 bin 999 oy alırken, rakibi Bolsonaro 58 milyon 206 bin 354 oy aldı.
İlk turdaki yüzde yedilik farkın 3. (Simone Tebet) ve 4. (Ciro Gomes) gelen adayların Lula'ya destek açıklamalarına rağmen eridiği görülüyor. Bu çok beklenen bir durum değildi. Burada elbette Bolsonaro'nun demagojik-faşist politikalarının etkili olmasının yanı sıra tam da Lula taraftarlarını suçlarken devletin olanaklarını kullanarak asıl onun hile yaptığı da varsayılabilir. Nitekim Bolsonaro belki de yaptığı usulsüzlüklere karşılık alamamasının hazımsızlığıyla ancak 44 saat sonra kameraların karşısına geçip soru almaksızın 2 dakikalık bir açıklamayla yetindi.
Bolsonaro, "Hayallerimiz devam ediyor" derken elbette valilikler ve yasama organlarındaki üstünlüğün farkındaydı. Laf olsun diye yol kesen taraftarlarına da (yine sola saldırmayı ihmal etmeyerek) "yapmayın, etmeyin" dedi. Lula 1 Ocak'ta görevi devralacak. Bu aradaki sürede muhtemelen ülke halklarına dünyayı dar etmeye devam edecek. Bir faşistten başkası da beklenemez.
Neo-faşizm olgusu
Sosyal medya duyarlılığıyla hayata bakan bir kısım okur eminim yazının başlığına görüp "yahuu iki dakika olsun sevinmemize müsade etmiyor bu bilmiş takımı..." diyecektir. Keyiflerini bozduğum için üzgünüm ama yine de karamsar olmaya gerek yok. Tabii ki hepimiz sevinmeliyiz en azından bir neo-faşist seçimi kazanamadı. Bu az şey değil. Fakat bu yine de gerçekleri görmemizi engellememeli. Bence bundan sonrası için asıl sorun yasama organları ve valiliklerde Bolsonaro'nun çoğunlukta olması değil kalıcı, örgütlü bir neo-faşist kitlenin son dönemde varlığını pekiştirmesi. Nitekim seçim sonrası Bolsonaro taraftarları yolları kapatıp, askeri kurumların önünde "darbe " çağrısı yapmakta hiç de beis görmediler. Halen ne olacağı belirsiz ama bu ırkçı kesimin Lula iktidara geldi diye bir günde bu tutumlarından vazgeçmeyeceği kesin.
Brezilya'daki neo-faşizm Abya Yala'nın diğer ülkelerindeki gibi 500 yıllık beyaz istilası ve sömürgecilikten besleniyor. Aynı zamanda 2. Dünya Savaşı sonrası başta Brezilya olmak üzere bütün kıta Alman faşistlerinin akınına uğradı. Bugün ise dünyanın genelinde post-modern karakterli 3. Paylaşım Savaşı'nın gölgesinde neo-faşizm yaygınlaşıyor. Avrupa'da artan örneklerinin yanı sıra son olarak İsrail seçimlerinde Netanyahu liderliğindeki "sağ blok"un başarılı olması bunun göstergelerinden. Sıra ABD ara seçimlerinde. Fakat şimdiden gözüken siz ister Trumpçılık deyin ister neo-faşizm bu durumun Amerika'da da ciddi ve kalıcı bir tabanının olduğu aşikar. Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi'nin eşinin saldırıya uğraması bu başlıkta küçük de olsa bir emare olarak değerlendirilmeli. Sol neo-faşizmle mücadeleyi zorunlu olarak önemli bir gündem haline getirmeli zira bu anti-kapitalist mücadeleyi bütünleyen aktüel öğelerden biri. Paylaşım savaşının yarattığı tahribat, çürüme ve politik seyir yakın gelecekte neo-faşizmi çok daha önemli bir soruna dönüştürecek.
Nazi selamı veren Bolsonaro taraftarları:
Lula'nın galibiyeti dünya için önemli bir "şans"
Lula dönemi de dahil Amazon Ormanları'nın insan eliyle uğratıldığı yıkım bir hayli fazla. Bolsonaro iktidarında bu geri gidilemez bir noktaya kadar bile ilerlemiş olabilir. İşte burada bütün dünyayı doğrudan ilgilendiren bir konuda Lula bir "şans" olarak karşımıza çıkıyor: Amazonların kurtarılması.
Pratikte elbette ne olur emin olamayız ama gerek Lula, gerekse Venezuela ve Kolombiya yönetimleri bu başlıkta vaatlerde bulundular. Hatta bu hafta başı Caracas'ta gerçekleşen Maduro ve Petro buluşmasında bu durum bir kez daha teyit edildi. Özellikle Kolombiya Devlet Başkanı Petro, Amazon Ormanları'nın insanın varoluşunun temel bir dayanağı olduğunu dile getiriyor ve Amazonların korunması için dünya çapında mücadeleyi savunuyor. Bu konuda prensip olarak anti-kapitalizmi benimsiyor. Bunun aynı zamanda dayanışma ve insani ilişkileri ayağa kaldıracağını, Kıta'nın entegrasyonunu kolaylaştıracağını ifade ediyor. Maduro da ortak tavır almaktan yana. Bu durum sürece Peru yönetimi de dahil edilir ve Amazonların korunması doğrultusunda somut adımlar atılırsa gerçekten büyük bir şansa dönüşebilir. Mısır'da yarın başlayacak olan BM'nin organize ettiği COP27 konferansında da Amazonlar konusu gündemde olacak ve güçlü bir biçimde temsil edilecek. Bolsonaro kazansaydı bugün bu olasılıktan bahsetmemiz mümkün değildi. "Dünyanın akciğerleri" diye nitelenen Amazonların korunması için artık ciddi adımlar atma zamanı. Bunun için uluslararası destek de var. Politikacıların geri durmak için bu saatten sonra bahane bulması ise zor.
Amazon Ormanları'na saldıran başta Çin sermayesi olmak üzere uluslararası kapitalizmin kâr hırsının önüne bu politikacılar geçecek mi/ geçebilecek mi bu ayrı bir soru.
Bu arada Çin demişken Lula iktidarını ciddi ekonomik sorunlar bekliyor. Gelecek yıl Güney Amerika ekonomilerinde daralma öngörülüyor. Brezilya ihracatının üçte birini Çin'e yapıyor. Fakat 3. Dünya Savaşı'nın yarattığı gerilimler şimdiden başta çelik olmak üzere Çin'i ithalatı azaltmaya yöneltiyor. Bu ister istemez Brezilya ekonomisini olumsuz etkileyecektir. Brezilya'nın bir diğer önemli ticari ortağı ABD'de de ekonominin yavaşlaması bekleniyor. Bu gelişmeler ekonomik yapılanmada köklü değişiklikler yapılmadığı sürece Lulalı döneme olumsuz olarak yansıyacaktır. Lula yoksulları mı doyuracak, sermayedarları mı? İkisini birden doyurmayı beceren henüz olmadı.
Halk hareketleri değişimin gücü
Lula'nın devlet başkanı seçilmiş olmasının yarattığı başta yoksulluğa, açlığa, militarizme son verme türünden daha birçok "şans" hali var. Bütün bunların birer gerçekliğe dönüşme olasılığı Lula ile simgelenen (ve ne kadar iktidar olabileceği belirsiz olan) siyasal güce havale edildiği sürece zayıflar. Burada asıl rol ister istemez toplumun değişim gücü olarak halk hareketlerine düşüyor. Neo-faşizmin özellikle Bolsonaro'nun oy deposu olan Evangelist kiliselerin tabanının dönüştürülmesi doğrudan bu hareketlerin rolü olmadan mümkün değil. Yoksa Brezilya'nın yolsuzluğa ve yozlaşmaya batmış politik elitlerinin, iyi niyetli siyasi çabaları şatafatlı binaların koridorlarında boğmaları zor olmaz.
En önemlisi ise Lula dahil politik elitlerin bakış açıları ne kadar "pozitif" olursa olsun doğrudan sorunları yaşayan insanlarınkine nazaran daha zayıf ve çözüm üretmekten uzak olabilir. Nitekim şu anda Lula'nın iddiası mevcut olanı daha iyi idare etmenin ötesine geçmiyor. Burada anahtar değişim/devrim isteyen kesimlerin yeniden politik öznelere dönüşme doğrultusunda mücadeleye girişmelerinde yatıyor. Umarım Lula dönemi kolaylaştırıcı olur ve Lula da dönüşür. Ayrıca bugün Arjantin, Şili, Peru ve Bolivya gibi ülkelerde sol adına sergilenen kimi kepazeliklerin de yaşanmamasının yegane yolu halkların kendi siyasal iradelerini temsille değil, doğrudan eylemleriyle ortaya koymalarıdır...
Bütün bu devrimci dönüşüm arayışlarının odağında Kıta/Abya Yala'nın bütününe ve entegrasyonuna dönük siyasal bir perspektif olmak zorunda. Çünkü bölgedeki bütün ülkeler çeşitli farklılıklarına rağmen ortak bir atmosferi paylaşıyor. Sorunlarına birlikte çözüm bulabilecekleri gibi Kıta'yı böylelikle birlikte yeniden yaratabilirler.
(AS/AÖ)