Bitmek bilmeyen tutuklamalar, akıldışı mahkûmiyetler ve son olarak da Urfa Cezaevi'ndeki katliam; sadece devletin politik saldırganlığı ile açıklanamayacak bir raddeyi gösteriyor. Bu raddede devletin ekonomik saldırganlığı da kendini ele veriyor. Çünkü halka bu kadar zulmün diğer tarafında devletin hapishaneleri özelleştirme kararı yer alıyor.
Hapishanelerin özelleştirilmesi kararı 1997 yılında alındı. Son birkaç yıldır ise bunun psikolojik altyapısı hazırlanıyor. Bu altyapı, diğer özelleştirmelerden de bildiğimiz gibi önce konu olan kurumu gündeme taşı, ardından talebi arttır ve son olarak da yetersizliği göster ve nihayetinde topu özel sektöre at yöntemi ile hazırlanmakta kanımca.
Özellikle öğrenci, akademisyen, gazeteci, politikacı gibi dikkat çekecek insanları seri seri tutuklamak konunun kamuoyuna taşınması için uygun bir adım olarak işletiliyor. Tutuklu yargılamalar uzadıkça bu haksız yere tutulan insanların bulunduğu cezaevlerinin durumu hakkındaki değerlendirmeler de sıcaklığını koruyor. Akıldışı mahkûmiyetler ise devletin hapishanelere ne kadar ihtiyaç duyduğunu, doluluğun arttığını göstermek için malzeme oluyor.
Bir yandan parasız eğitim isteyen sekiz yıl, bir yandan puşi takan neredeyse dört yıl ceza yiyor. Tam altı yıl önce, 2006 yılında YÖK protestosuna katıldığı için 2012 yılında altı ay ceza alan Boğaziçi Üniversitesi Fizik Öğretmenliği 3. Sınıf öğrencisi Ömer Yıldırmaz'ın durumu da bunlardan biri.
Her gün insanı hayretlere düşüren yeni bir mahkûmiyet haberi duyar oluyoruz. Sanki ülke nüfusunun yüzde 90'ı (yüzde 10'u ensesi kalınlar ve hükümet oluyor) her an hapse girebilirmiş, hapisler dolup taşıyormuş gibi bir düşünce kaplıyor insanı. Elbette bu düşünce boş değil, devlet ardı ardına açıklamalar da yapıyor, hapishaneler doldu taştı diye. Öyle rakamlar çıkıyor ki karşımıza bu ürkütücü tablonun ardından başbakan hararetini bastıramayıp yeni cezaevleri yapacağının muştusunu iletiyor bize hem de Diyarbakır'dan.
Ne var ki bu curcunaya yeni hapishanelerin yapılması da yetmiyor. Var olan hapishanelerin de yetersiz olduğunu göstermek gerek. Bunu da kendisine en yakışan yolla, katliamlarla yapıyor devlet.
Urfa E-Tipi Cezaevi'nde yerlerde bile yatacak yer bulamayan mahkûmların 45 derecenin üstüne tahammül etmek için tutundukları havalandırma pervanesi cezaevi idaresi tarafından sökülüyor. Zaten isyan sınırına çoktan gelmiş mahkûmların, pervaneyi sökünce neler yapabileceği elbet hesap edilmiştir. İsyan ateşiyle can veren 13 mahkûm cinayeti, hapishanelerin bile isteye yetersiz hale getirildiğini anlatıyor bizlere. Açıklamalar daha şimdiden geliyor. Hapishaneler yetersiz diyor devlet, kendini de mağdur ilan edercesine, suçlulara hapishane yetiştiremiyoruz dercesine. Oysa hapishanelerin özelleştirilmesi için bu koşulların bizzat devlet eliyle yaratılması gerekiyor.
Urfa'daki katliam devletin Kürt halkına uyguladığı eziyetin göstergesi de oluyor aynı zamanda. Tutuklananların, mahkûm edilenlerin, cezaevlerinde işkence ve ölümle yüzleşenlerin çoğunun Kürt olması devletin sömürgeci zihniyetini de ele veriyor. Bir yandan KCK davası saçmalığı kapsamında binlerce Kürt'ü hapishanelerde esir et, bir yandan da hapishaneleri özelleştireceğim diye dolup taşır. Bir taşla iki kuş mantığı bu olsa gerek. Politikada ve ekonomide faşizmin en iyi örneklerinden birini sunuyor devlet dünyaya. Politikada ya "yok"sunuz ya hapissiniz; ekonomide ise en alttaki işçiler, yoksullar ve şirket hapishanelerinde daha da ucuz emeğin kaynağısınız diye açıklanabilir devletin stratejisi.
Hapishaneler özelleştiğinde neler olacak?
1997 yılında Adalet Bakanı Oltan Sungurlu iş dünyasına ''Cezaevi kurun. İçindeki mahkûm başına, bugün için aylık 50 milyon lira vermeye hazırım'' diye seslenmişti. 2007 yılında ise Özelleştirme İdaresi Başkanı Metin Kilci, cezaevlerinin özelleştirilmesine hız verileceğini açıklamıştı.
İTO Meclis üyesi, Mithat Ünlü ise yaptığı bir konuşmada,"Ya hapishaneler fabrikaların bahçesine ya da fabrikaların makinelerini hapishanelerin bahçesine taşımalıyız. Hapishaneye katil giren vatandaş katil çıkmamalı... Bu gün ABD'de örnekleri var. Bilançoları açıklanmayan ama en yüksek kar eden bu tür hapishane fabrikalarıdır" deyivermişti. Aynı konuşmada mahkûmlara asgari ücretin 1/5 oranında bir ücret verilmesinin de yeterli olduğunu söyledi. [1]
Bütün bunlar dile getirilirken yurtdışındaki özel hapishaneler referans alınmaktaydı. Oralardaki hapishanelerin durumu hakkında ise şunlar dikkati çekiyor.
Öncelikle özel hapishane girişiminde bulunan şirketler olarak IBM, Boeing, Motorola, Microsoft, Dell, Hewlett Packard, Intel, Pierre Cardin ve Sodexho göze çarpıyor.
Özelleştirme için aranan şartlardan biri hapishanelerde yüzde 90-95 doluluk şartının aranması.
Diğer dikkat çeken uygulama ise mahkûmların haftada 6 gün, ayda yaklaşık 40 TL (20$) bir ücret karşılığında çalıştırılması.
Öte yandan özel hapishanelerde, mahkûmların kurallara uymadığı gerekçesiyle mahkûmiyet süresi sürekli uzatılıyor.
Bir yandan da ceza yasalarının daha da ağırlaştırılması şirketler tarafından gündeme geliyor. Cezaevlerinde özel şirketlerin ücretli kurslar açması da konunun diğer bir tarafı.
Türkiye'de hapishanelerin özelleştirilmesi ile yaşanacaklar için ise bu örnekler sadece başlangıç olabilir. Sonuç olarak hapishaneler 50 milyar doları aşan büyük bir ekonomi olarak özel sektörü iştahlandırıyor. Türkiye de ise bu iştahın tüm vahşetiyle yaşanacağı ortada. (MŞ/HK)
* Mine Şirin, Boğaziçi Üniversitesi Eğitim Fakültesi Yüksek Lisans öğrencisi
[1] Türkiye MAI ve Küreselleşme Karşıtı Çalışma Grubu, 18 Temmuz 2001, 32 Numaralı bülten.