Tuna, birlikte program yaptığı "bir dansözle kendisini aldattığı" için medyanın deyimiyle "18 yıllık hayat" arkadaşını terk etmiş, kısa süre öncede bir dergiye transparan kıyafetlerle poz vermiş, dahası sahneye çıkmıştı.
İkinci kez sahneye çıkacaktı ki prova sonrası vuruldu. Artık çok alıştığımız mafya jargonuyla söylersek "uyarıldı."
"Bak ablan gibi sevdiğin kadın..."
Tuna'yı yaralayan kişi yakalandığında beklenen açıklama geldi: Bacısı gibi sevdiği Derya Tuna transparan giyemezdi. Bir gün kahvedeyken, gazetelerdeki fotoğrafını göstererek onunla alay etmişlerdi, "Bak ablan gibi sevdiğin kadın neler giyiyor" demişlerdi... Yakışır mıydı erkekliğe boş durmak!
Bu topraklarda ve daha pek geniş bir alanda yakıştırılmıyor bir türlü!.. Yakıştırılamadığı içinde bir başka erkekten bir başka açıklama geliyor: "Ben imparatorum, bacağından da vururum beyninden de..."
Daha üç dört gün önce bir başka kadın imam nikahlı kocası tarafından 52 bıçak darbesiyle sokak ortasında ölümüne yaralanıyordu. Polisin gözü önünde... Birçok insanın gözü önünde..
Üçüncü sayfayı boş bırakmayan cefakar kadınlar
Bir kadın daha boyanıyordu. Boyanıp atılıyordu daha nice aynı kaderi paylaşan ülkemin kadınları gibi... Her gün üçüncü sayfayı boş bırakmayan diğer cefakar kadınlar gibi...
Erkek egemen Türk basını içinse manşete çıkabilecek tek şey kadının "Yüzümde iz kalır mı?" sorusuydu. Demek bu kadar kanıksamış durumdaydık kadına yönelik şiddeti.
Manşete taşınmaya değer!
Olaya ilişkin ele alınması gereken onca toplumsal ve ekonomik boyut varken, sadece kadınların "dış güzelliğe" olan düşkünlüklerini çağrıştıran bu soru mu manşete taşınmaya değer?
Bir gazete haberine göre, kız kardeşlerini kaçırdı diye bir genç erkek ceza olarak kadın kıyafetleriyle dolaştırılıyordu sokak sokak. Bu ülkede kadın olmak bu kadar utanılası, bu kadar aşağılık bir durumdu ki en büyük ceza olarak verilmişti...
Üniversite hocası fondöten ve pudrayla morluk örtüyor
Bir başka erkek karısını geneleve satmıştı iki yıl öncesinin 60 milyonu için, üstelikte iki çocuk doğurmuştu bu kadın "kocam" dediği o adamdan. Yine de kadın utanıyordu olan bitenden ve koyu renk camları olan güneş gözlüğüyle anlatmayı tercih ediyordu bir televizyon programında.
Üniversite hocası kadın yüzünü koyu renk bir fondötenle kapatmaya özen göstermişti. Üzerine de bolca pudra ve allık sürmüştü ki akşam yediği tokatların morluklarını öğrencileri ders anlatırken fark etmesin diye... Boyanıp boyanıp atılan daha nice ülkemin kadını gibi...
Televizyondaki bir haberde Balkanlar'dan göç eden bir kadın uğradığı tecavüzün travmasını atabilmek için nasıl boya-badana yaptığını anlatıyordu. Bu işle meşgul olurken hem kendisini sağaltıyor, hem de para kazanabiliyordu.
Eski mahallesinde komşuların tacizleri ve dışlamaları dayanılmaz olunca bir başka mahalleye taşınmıştı mecburen.
Vesika ve taksi plakası
Bir gazetenin pazar ekinde İstanbul Karaköy genelevlerinde çalışma iznine sahip olmanın bir taksi işletme ruhsatına sahip olmakla aynı anlama geldiği yazıyordu. Kadın bedeni alınıp-satılması bu kadar prim yapan, ticari araçlara eşdeğer bir "meta" anlaşılan.
Hiçbir rasyonalitesi ve de toplumsalda nesnel bir karşılığı olmasa da "her kadın bir faşist ister" (!) deyişini üreten ve daha sonra da bunun doğruluğuna inanan anlayış, her gün boyayıp boyayıp atıyor dişini geçirebildiği, uzanabildiği her kadını...
İlk bakışta "kaybeden dişi" ve zafer çığlıklarını atan erkek gibi görünse de insanlık kaybediyor sürekli. İnsan olmak, insanca yaşamak, insanlık paydasında buluşabilmek ne kadar da uzak görünüyor.
Magazin kisvesiyle her akşam kültürel yozlaşmanın, gayri ahlakiliğin, sufli yaşamların ve sahte pırıltıların içine bulanıyoruz istesek de istemesek de; hep biraz daha uzaklaş(tırıl)ıyoruz insan kimliğimizden. (İC/NM)