Burhaniye Kitap Fuarı'nda Ahmed Arif’i anlattım. Finali Kürtçeye bağladım. Hani şiirinde diyordu ya usta; “Evana koremar û şemarin… Evana çav berdane nan û avê me…”
Ustanın bu dizelerini benim anadilimde vurgulamamdan etkilenmiş olmalılar ki, söyleşi sonrası geldiler. Kitap imzası ve muhabbet ardından kahvaltı sözüne mutabık kaldık Burhaniyeli ekoloji aktivistleriyle.
Kazdağları havalisi köylülerinin uzunca bir süredir medyaya da sıkça konu olan maden arayan şirketlerin doğa tahribatı yaptıkları bölgede bir tur atacaktık! Sonra da bölgede bir köy evinde kahvaltı yapacaktık.
Öyle de yaptık. Dağın “Kaz” ya da “İda” olan adıyla müsemma yolu üzerinde heyula misali insanın üzerine her an bir daha kalkmamak üzere çöküverecekmiş gibi duran insansız, ağaçsız, duldasız, üryan edilmiş kapkara hâlini gördüm. “Lanet olasıcalar” dedim. “Olancası bir tutam can”dır işte ustanın kelamınca, ona da tahammülleri yoğ umuş.
“Vurulmuşum, düşüm gecelerden kara!
Bir hayra yoranım çıkmaz
Canım alırlar ecelsiz
Hiç sorgusuz yargısız” dediği minval üzere bir de…
Sonra vardık kahvaltı mekânına. Bir aile ev-işliği. Kadın yönetiyor, adı Meral. Eşi ve çocukları da var emek veren. Ama söz ve karar sahibi O, Kazdağları aktivistlerinden biri olma ihtimali hayli yüksek bir kadın. Sözü ve kelamı onu dillendiriyor.
Sordum konuştu; kendini, çevreyi, dünyasını anlattı. İnsan tekinin kendine yeten dünyasının karartılmaya çalışılmasının hüznüne dairdi konuştukları ve doğal olarak hayatın isyanıydı.
Kahvaltımız bitiyorken misafirler için tutulan mekânın defterini önüme koydu. ‘Madem yazarsın ve doğudan geldin yaz o vakit’ der gibiydi gözleri Meral Hanım'ın.
Yazdım;
“Önce ses, yoğun biteviye ağustos böceklerinin sesi.
Sonra yemyeşil doğa, zeytin ve fıstık çamı ağaçları.
Kulağın ve gözün içsesine / rengine müthiş ahenkte hitabet.
Peki, geriye kalan ne ki!
Mekân sahiplerinin kendi yediklerinden sundukları.
Tat, taam dediğimiz yani.
Ve muhabbet…
Yediğimiz-içtiğimiz ve duyduğumuz sesler, gözümüzün de gördüğü an’a dairdi.
Bize kalsın…”
Olur ya yolunuz Kazdağları / Kozak / Okçular köyüne düşerse bir selam verin derim. Menengiç ağacından yapılma küçücük rozet misali mekânın armağanı nazarlığınızı yakanıza iliştirin. Sonra içinde kavrulmuş çam fıstığı yüzen “cilveli çay”ınızı için. Frenk üzümü reçeli, kozalak şurubu, mürver marmelatı daha önce tatmadıklarımdı, sevdim.
Sorarsanız eğer, orada çok konuştum bize dair merak ettikleri her bir şeyi dedim. Ama finalde şunu da ekledim; “Şu an burada gözlerimi yumup, sadece beş dakika doğanın olanca sesini dinlemek, o denli huzur verici ki…”
Burhaniye Çevre Platformu (BURÇEP) aktivistlerine çok teşekkür ediyorum. Program dışı çevre gezisini düzenleyip davet ettikleri için.
Ve tabii ki Burhaniye Belediyesine. Beş yıldır olağanüstü bir performansla Belediye Başkanı Ali Kemal Deveciler ve bütün ekibiyle birlikte Sinan Karahan koordinatörlüğünde insanı ve kitabı merkeze yerleştiren bir fuar yapıyorlar. Kültüre dair ne varsa üstünü kapkara bir örtüyle açılmamak üzere örtmeye çalışan muktedirlere inat güzel işler yapanlara selam ederek…
(ŞD/RT)