Yakın zamanda Bosna-Hersek'e yaptığım gezide Sırp cumhuriyetinin başkenti Banja Luka'yı, bir diğer kenti Prijedor'u, Bosna-Hersek Federasyonunun başkenti Saraybosna'yı (Sarajevo) görme fırsatım oldu. Bu nedenle bianet'e bir gezi yazısı yazarken buldum kendimi.
Henüz havaalanından Saraybosna (Sarajevo) şehir merkezine giderken bile şehrin ruhunu kestirmeye başlamıştım. Yol boyunca dizilmiş yüksek binaların hepsi kurşun izleriyle doluydu. Bu yarım saatlik yolculuğu, kendi kendime, bu bölgenin şehir merkezine uzaklığı nedeniyle binalara fazla özen gösterilmemiş olabileceği gibi bir teori üreterek tamamladım.
Başçarşiya'da dinler buluşması
Eski şehir merkezi olan ve şu an turistik merkez olarak anılabilecek alana geldiğinizde, camilerle çeşmelerle pazarlarla çevrilmiş bir Müslüman kasabasıyla karşılaşıyorsunuz.
Sokaklara sıralanmış küçük dükkânların bulunduğu alanın isminin telafuzu "Başçarşiya". Biraz ileride Kapalı çarşının küçük bir kopyasını da görmeniz mümkün. Burası özellikle Türkiyeli turistlerin gezmeyi tercih ettiği bölge.
Gazi Husrev Bey Camiinin avlusuna girdiğinizde konuşulan dil bir anda Türkçe oluveriyor. Polonyalı bir arkadaşımın ricasıyla cami avlusuna giriyoruz ve malum tabelayı görüyoruz; cep telefonu, bisiklet, evcil hayvan ve açık giyinmiş kadınların girmesi yasak!
Restoranlardaki menülere baktığınızda hiç zorluk çekmiyorsunuz, çünkü birçok yemeğin ismi Türkçe ile ortak. Osmanlı mimarisine sahip alandan birkaç yüz metre sonrasında Roman Katolik Katedrali, ardından Sırp Ortodoks Katedrali ve Yahudi Müzesini görmeniz de mümkün.
Sokaklarda bir nesil eksik
Bu bölgeden uzaklaşıp şehrin orta-üst sınıf kesimlerine gittiğinizde ise sokaklarda bir neslin eksikliğini hissediyorsunuz.
Her yer gençlerle dolu. Orta yaş üstü insanlar görmek de mümkün. Ancak bu iki kuşak arası neredeyse kimse çarpmıyor gözünüze. Gördükleriniz ise vücutlarında ciddi fiziksel hasar taşıyor.
Şehirde kilometrelerce yürüdüğünüzde bile kurşun izleri pes etmiyor. Kendimi her binanın anısını düşünürken bir anda savaş sektörünün ekonomik hesapları içinde buluyorum. Bu kadar çok kurşun ve bomba...
Grafittiler kurşun izlerinin üzerini süslüyor. Neler yazdığını anlayamasam da benim için daha güçlü bir tavır oluyor. Duvarlarda hep "stencil"ler (yazılamalar) sürekli ama duvarlar bomboş. Halbuki ne kadar da hevesliydim bulacağım yazılamaların anlamlarını sorup, onlar hakkında sohbet etmeye.
Şehirde savaş turları
Şehirdeki müzeler yeniden faaliyete başlayalı en fazla beş yıl olmuş. Her biri ne zaman tadilattan geçtiği ve yeniden hizmete girdiğine dair bir bilgi sunuyor. Bu bilgiler "binalar yakın tarihi unutturmamak için mi yoksa parasızlıktan mı hala delik deşik" soruma da cevap oluyor.
Ancak savaştan korkan bizlerin dizginleyemediğimiz savaş merakını gidermek için şehirde tercihe göre üç, beş veya yedi saatte savaş turu yaptırmayı vadeden geziler de var. Kültürel etkinlikler takvimine baktığınızda da hala birçok serginin savaş ve hayatını kaybeden insanlarla ilgili olduğunu görüyorsunuz.
Çocuk parklarının yanında mezarlıklar
İstisnasız ülkenin her yeri mezarlıklarla dolu. Mezarlıklar Ortodoks, Müslüman ve şehit mezarlığı olarak ayrılıyor kimi zaman. Şehit mezarlıklarının ise ikinci dünya savaşı ve Bosna savaşı olarak ikiye ayrılması mümkün.
Hepsinin ortak özelliği ise şehirlerin ve kasabaların merkezlerinde olması; çocuk parklarının yanında, marketin karşısında veya bir sitenin ortasında olması.
Gerek Sırp bölgesinde gerekse Boşnak kesimde Ortodoks kiliseleri ve camiler birbirlerine komşu. Bölgeden insanlarla tanışırken sürekli tanıdıklardan destek alıyoruz.
Bir arkadaşımızın evine giderken içeriye selamün aleyküm diyerek girmemiz gerektiğine dair uyarılıyoruz. İçerideki kalabalık aile tek bir ağızdan bizleri aleyküm selam diye karşılıyor gülerek.
Bir diğer Boşnak arkadaşımız ise bizleri annesinin çalıştığı postahaneye götürürken benzer bir selamlama kullanmamızın sorun yaratacağını belirtiyor ve Ortodoksların hayatlarında üç sayısının ne kadar önemli olduğundan bahsetmeye başlıyor.
Tanıştığım birçok genç Boşnak, aileleri tarafından Almanya'ya yollanmış. Birçoğunun Bosna-Hersek'e dönüşleri yeni. "Biz giderken bu alışveriş merkezi - okul vs. paramparçaydı" gibi konuşmalar oldukça yaygın.
Sırp bölgesinin başkenti Banja Luka'da Goran Bregovic konseri izlemeye giderken, Balkanların enerjisi içime dolacak diye heyecanlanıyorum. Balkan danslarının sadece bir çeşidi olan halay adımlarını iki şarkı sonra öğreniyorum ve Boşnak arkadaşlarımla halay çekiyorum. Ne kadar da hızlı... Nihayet başımı kaldırdığımda ise gençlerin çoğunluğunun melodiye ayak uydurarak yaptıkları çetnik işaretini görüyorum.
Sırp bölgesinde savaşın izleri
Sırp bölgesinde savaşın somut izlerini görmek pek mümkün değil. Prijedor ve Banja Luka'da kurşun izleri yok, ancak ülkenin her kesiminde olduğu gibi burada da ekonomik durum pek parlak değil. Kentlerin en işlek caddelerinden ayrılır ayrılmaz sıvası olmayan tuğla evler ve toprak yollar karşılıyor sizleri.
Para birimlerinden bahsetmek gerekirse, Mark kullanılıyor. Kısaltması ise KM. Bu kısaltma konusundaki cahilliğim nedeniyle tüm ilanlarda neden mesafe yazıyor gibi bir cümle kurmuş bulunuyorum. Yüzme havuzu 8 km gibi bir tabela anlamlı gelebiliyor mesela. Neyse ki fazla araştırma yapmamanın rezilliğini çabuk atlatıyorum.
Km ile liranın değeri oldukça yakın. O ülkeye yeni gelmiş biri olarak marketlerdeki fiyatları itina ile karşılaştırıyorum, neredeyse her şeyin fiyatı aynı. Kafelerin ve barların nasıl bu kadar ucuz olduğunu soruyorum ve asgari ücretin Türkiye'dekine göre yarıdan biraz fazla olduğunu öğreniyorum. İşte o zaman hayat pahalılığı ampülü yanıyor zihnimde. Artık arkadaşların yanında hiçbir şey için çok ucuz demiyorum.
"Şehrazat'ı biliyor musun?"
Sırbistan'dan tanıştığım bir kişi de Türkiye'den olduğumu öğrenince acayip heyecanlanarak bana "Şehrazat'ı biliyor musun?" diyor. Pers masallarına pek aşina olmadığım için çekinerek evet diyorum.
"Ne kadar da güzel ve cesur" gibi konuşmalar geçiyor anlayamadığım bir biçimde. Sonradan anlıyorum ki bahsettikleri Binbir Gece dizisi. Ülkelerinde henüz yayınlanmaya başlamış ve bazı dizilerin anlamsızca başardığı gibi bu dizi de yayınlanma süresince hayatı durduruyormuş.
İnanılmaz bir hostel
Saraybosna'da kalacak yer ararken şartlar çok zorlamadığı sürece şansım ne getirirse onu yapmaya karar veriyor ve önüme çıkan ilk hostele yerleşiyorum.
Hostele ilk gelişimde karşılaştığım kadın ise pasaportumu görür görmez ismimin Arapça anlamını anlatmaya başlıyor bana. Arap dili profesörü olarak dünyanın çeşitli yerlerinde çalışmış, yalnız yakaladığı her misafiriyle ülkelerinin dili ve kültürü hakkında konuşan sevimli bir kadın.
Kendisi ortak alan olarak kullanılan oturma odasında doğmuş, yıllar sonra da yüzyıl boyunca ailesi tarafından kullanılan bu evi satın almış. Bugüne kadar gördüğüm en inanılmaz hosteldi burası. Avusturya mimarisine sahip tarihi bir apartmanda bulunan ve her şeyin antika olduğu koca bir ev. Oturma odasında neredeyse buzdolabı büyüklüğünde ahşap bir bavul vardı, yıllarca göçmek zorunda kalmış bu kadının hostel-evinde.
Savaştan konu açılırsa
Bir şekilde savaştan konu açılırsa genç Boşnakların size anlatacakları korkunç anıları var. Ancak siz bu konudan konuşursanız biraz dikkatli olmanız gerekiyor.
Cümleye nasıl başlayacağımı bilemeden, en doğru ifadenin ne olduğunu düşünerek ilkokuldayken Bosna'daki çocuklar için bir yardım kampanyası düzenlediğimizi söylüyorum. İçim el vermiyor, aslında tüm organizasyonu annemin yürüttüğünü bizimse çocukça çırpındığımızı da itiraf ediyorum. Tepkiyi duyar duymaz ise pişman oluyorum: "Öyle mi?"
Savaşta ölen insanlar adına inşa edilmiş bir anıtın savaş müzesinden çıkarken Boşnak bir arkadaşıma "keşke müzede parçalanmış cesetlerin fotoğraflarından başka bir şeyler de olsaydı" deme gafletinde bulunduğumda da oldukça sert bir cevap aldım.
Bunun yaşadıklarıyla ilgili değil, bir müzeden beklentimle ilgili olduğunu ve bazı tarihsel açıklamalar beklediğimi anlatmak için doğru zamanın henüz gelmediğini fark ettim.
Kısa ve planlanmamış bir deneyim oldu benim için. Savaşın etkilerini görmek için gitmemiştim oraya ancak tanıştığım insanlarla sohbet ederken, hiç tahmin edemeyeceğimiz konularda yıllar sonra bile ne kadar hassas olabileceklerini anlamak benim için savaş müzelerinden çok daha çarpıcı oldu diyebilirim. (BT/BB)