"35 sivil, devletin resmi uçaklarından atılan bombalarla öldürüldü."
Bu kadar.
Bu bilginin içinde yaşlarına, etnik kimliklerine, ne yaptıklarına, saatin kaç olduğuna aslında yer yok. Devletin haberi yokmuş, istihbaratta hata olmuş, insansız hava aracıymış, insanlı uçaksavarmış, şu aşamada bunların da hiçbir önemi yok.
35 sivil yanlışlıkla öldürüldüyse önce özür dileyeceksiniz.
Bu talebin çok net bir "çünkü"sü var; çünkü 35 sivili yanlışlıkla öldüremezsiniz.
Bir devlet, 35 kişiyi yanlışlıkla bombalayıp sonra da, "Kastımız yoktu, o yüzden resmi özür dileyemeyiz" derse meşruiyetini kaybetmesi cümlenin sonuna tekabül eder.
"Her olay karşısında da 'özür dilensin' denilmemeli" diyen Bülent Arınç, hayat deneyimi de el verdiğinden dolayı bilir ki, özür dilemek için kasıt gerekmez. Zaten özür dilemek, yapılan yanlıştan ötürü bağışlanmayı istemek demektir.
İlk adımdır. Çok önemlidir. Çünkü özür dilemeyen hatasını kabul etmemiştir, verdiği zararın acısını hissetmemiştir, neden olduğu olayın sonuçlarını üstlenmemiştir.
Ortada büyük bir tavır problemi var.
Başbakan'ın bugüne kadar kamuoyunun rızasıyla sürdürdüğü "aktif agresif" tutum, bu sefer geri tepecektir.
Örneğin Başbakan, "Siz öldürmeyi iyi bilirsiniz" deyip Davos'u terk ettiğinde, hepimiz haksızlığa uğrayan bir halkın tarafında, güçlü devlete karşı kafa tutuyorduk.
Şimdi elini uzatması gereken tarafta, ama parmağı yine havada.
Oysa bazen, geri adım atmayı bilmek, parmağı indirip elini uzatmak tüm siyasi manevralardan daha etkilidir. Bu şansı hızla kaybediyoruz.
Tüm ülke biliyor ki Uludere'de ölen 35 Kürt'tür
Başbakan, "Kim ki 'Uludere'de 35 Kürt öldürüldü' diyerek meseleyi etnik zemine taşıyorsa her türlü insani ve vicdani değeri ayaklarının altına alıp çiğnemiştir. Biz '35 insan, 35 can yitirilmiştir' diye bakıyoruz" diyor.
Buna inanacaksak, hele ki konuyu "vicdani değer"le bağlantılayarak konuşacaksak şu sorulara cevap bulmamız gerekiyor:
Uludere'de ölen 35 insan Kürt olmasaydı da Türk olsaydı, durum aynı mı olacaktı?
Medya sözleşmiş gibi olayı 18 saat sonra mı duyuracaktı?
Parmakla gösterilecek kadar az sayıda kalan cesur gazetecilerden biri ekranda "Uludere" dediği anda, genel yayın yönetmeni kulağına, "Bunu haber yapmayacağız, konuyu geç" diye fısıldayabilecek miydi?
Yılbaşında ışıl ışıl sokaklarda gönül rahatlığıyla eğlenebilecek miydik? Yoksa yılbaşı eğlencesi yayınlayan birkaç kanal, Twitter boykotlarıyla TT mi olacaktı?
Başbakan yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç, "Kürsüden özür beklemek olmaz" diyebilecek miydi?
Cevapları hepimiz biliyoruz. Cevaplar, özne Türk olduğunda A'ysa, Kürt oluğunda Z. O yüzden hem Kürtler, hem de Kürt olmayanlar, tüm ülke biliyor ki, Uludere'de ölenler 35 "can"dan önce 35 "Kürt"tür.
Tüm ülkenin bildiğini söze dökmemenin, gerçek değilmiş gibi davranmanın kimseye faydası yok.
Bu tabloyu beraber çizdik.
Kötü oldu.
Ama gerçek.
O yüzden önce, tablo sanki güzelmiş gibi yapmayı bırakmalı, sonra resmi uçakların attığı resmi bombalar için resmi özür dilemeli ve ancak sonra tabloyu nasıl düzelteceğimizi konuşmalıyız.
Başka türlü olmaz. Hayata uymaz.
Ayrılmayacaksak, beraber yaşayacağız. Beraber yaşayacaksak, özne Kürtler olduğunda cevaplar değişmeyecek.
Cevaplar değişecekse Kürtler ayrılmak istediğinde, özerklik ilan ettiğinde, bölgeye giden ana akım medyaya kötü davrandığında, devleti temsilen gelen Kaymakam'a saldırdığında küplere binmeyeceğiz.
Bu ülke onlara ev olamadı. "Ayrılmayız" diyorsanız biri "daha eşit" olmayacak. Biri "daha eşit" diyorsanız bir şeyler değişecek. (IC)