Abya Yala’nın yaylalar ülkesi Bolivya’da 26 Haziran Çarşamba günü toplamda üç saat süren canlı yayında bir ‘darbe’ girişimine şahit olduk. Bianet sayfalarında olayın nasıl geliştiği ile ilgili yeterince bilgi yer aldı. Ayrıca ‘darbe’ girişiminin lityum boyutuyla bağlantılı değerlendirmeleri de Ayça Söylemez’in kaleminden okuduk. O yüzden olayın bu yönlerini çok tartışmayacağım. ‘Darbe’ girişimiyle ilgili göz ardı edildiğini düşündüğüm yanlara ve bazı klişe yaklaşımlara değineceğim.
Bolivya için kısa bir tablo
Bolivya’nın genel hali şöyle özetlenebilir: Bolivya’da ağırlığı Santa Cruz bölgesinde yaşayan göçmen-beyaz-zenginler azınlıkta olsalar da yüzyıllara dayalı egemenlik ilişkilerini sürdürmek ve ayrıcalıklarını korumak istiyorlar. Bir de bölgede genel olarak hegemonya kurmak isteyen ve ülkenin bu oligarşik kesimiyle işbirliği yapan ABD var.
Bu arada sol 2006’dan bu yana (2019’daki darbe sonrası bir yıl ara hariç) iktidar olmasına rağmen ordu, polis vb. üzerinde yeterince hâkimiyet kuramadı ve bu kurumların yapısında sosyalizm iddiasına uygun köklü değişiklikler yapamadı.
Ayrıca Arce yönetimiyle eski başkan Morales arasında bölünme var. 2019’daki darbecilerin yenilmesi ve şimdiki Devlet Başkanı Arce’nin seçim zaferi sonrası ülkeye dönen Morales kendi arkadaşlarına karşı ciddi bir iktidar kavgasına girişti. Bu durum partileri MAS-IPSP (Sosyalizme Doğru Hareket - Halkların Egemenliği için Siyasi Araç) içinde de ayrılığa yol açtı. 4 Ekim 2023’te yapılan parti kongresine Başkan Luis Arce ve yardımcısı David Choquehuanca katılmayı reddetti. Bunun üzerine partiden ihraç edildiler ve ayrılık resmileşti. Aynı zamanda partide Yenilenme (Arcista) ve Evista fraksiyonları oluştu. Evo Morales 2025’teki seçimlerde başkanlığa adaylığını açıklarken iki grup arasında kıyasıya bir mücadele süreci şekillendi.
Darbe girişimi öncesi uluslararası politikada ise kısaca şunlar oldu. Lityumla ilgili Bolivya, Çin ve Rusya ile kapsamlı anlaşmalar yaptı. İran’la dron alacak kadar yakınlaştılar. Ayrıca BRICS’e katılmak için Putin’le görüşmeler başlattılar. Son dönem İsrail’in Filistin halkına saldırıları sonrasında Tel Aviv yönetimine karşı dünyada ilk tavır alıp diplomatik ilişkilerini kesen ülke oldu.
İçeride ise geçtiğimiz süreçte darbecilerin elebaşısı konumunda olan eski devlet başkanı Jeanine Áñez darbecilikten 10 yıl hapis cezası aldı. 2019’daki darbecilerin politik lideri Luis Fernando Camacho ise 2022’den bu yana hapiste. Terörizmi finanse etmek, rüşvet, askerleri darbeye ve suç işlemeye teşvik etmek, ayrıca suç örgütü kurmakla suçlanıyor. (Darbe teşebbüsünde bulunan General Zúñiga hapisteki bu kişileri serbest bırakacağını açıklamıştı.)
Darbe girişiminden hemen önce ise eski Genelkurmay Başkanı Juan José Zúñiga, Arce yönetimine ekonomik krizle ilgili bazı eleştiriler yöneltmişti. Sonrasında iktidar tarafından azledilmişti.
2019 darbesiyle farklar
Öncelikle darbe girişim düzeyinde kaldı. Bence en önemli fark bu. Bu kez darbeciler yeterince hazırlıklı değil ve ordudan küçük bir gruptu. Ne yerel halktan destek vardı ne de uluslararası güçlerden. Darbe için yeterince bahane de üretilmemişti. Cuntacılar girişimden bir gün önceki muhtıra türünden açıklamalarında Morales’in 2025’te yeniden başkan adayı olmasını istemediklerini söylüyorlardı.
Arce hükümeti de böyle bir darbe girişimine karşı hazırlıklıydı. Arce darbeciler tarafından kırılan Başkanlık Sarayı’nın kapısında darbeci Zúñiga’nın karşısına çıkarak yüzleşti. Bu sıra dışı bir sahneydi. Mesela 1973’te Şili’de Allende’yi elinde silahla darbecilere karşı kendini savunurken görmüştük. Eski Başkan Evo Morales ise 2019 darbesinde Meksika’ya gitmek zorunda kalmıştı. Arce bu karşılaşmada darbeci generalden askeri güçleri geri çekmesini istedi. Zúñiga bu talebi reddetti. Ancak daha sonra askerlerin çekildiği görüldü.
Darbeciler, Başkan Arce ve ekibine neden saldırmadı ve onun yerine ‘normal’ sayılabilecek bir diyalog kurdu? Sonra Zúñiga sıradan bir biçimde oradan neden ayrıldı? Sanki bir şeyler bildiğimiz darbelerin ruhuna uymuyor mu?
2019 darbesinden en büyük farklardan biri darbe girişimine karşı örgütlü bir tepkinin varlığıydı. Hem Arce yönetimi hem Morales darbeye karşı ülke çapında direniş çağrısı yaptı. Bu anında karşılık buldu. Darbe girişimine sahne olan Başkanlık Sarayı önüne halk akın etti. İktidara destek verdi. Çatışmaya girmeksizin bu kez darbecileri kolayca bastırdılar. Sadece askeri polisle halk arasında sınırlı bir çatışma yaşandı.
2019’daki darbede ise Başkan Morales’in referandumda kaybetmesine rağmen anayasaya aykırı biçimce yeniden devlet başkanı seçilmesinin ardından iktidarının meşruiyeti geniş kesimlerce sorgulanmıştı. Morales direnmek yerine Meksika’ya gitmeyi seçmiş; halk buna rağmen direnmiş, en az 36 kişi darbeciler tarafından katledilmiş, 715 kişi ise yaralanmıştı.
Darbe girişimi ile ilgili iddialar
Dikkat çekici olaylardan biri de darbeci General Zúñiga’nın Başkanlık Sarayı önünde verdiği ilk demeçlerden birinde Arce’yi başkan olarak tanıdığı ancak bakanları değiştireceklerini açıklamasıydı.
Sonrası Zúñiga tutuklanmadan önce tuzağa düşürüldüğünü söyledi ve Arce’ye dönük ‘kendi kendine darbe’ iddiasında bulundu. Daha sonrası ise eski Başkan Morales’in taraftarları da kaybedilen popülariteyi artırmak için hükümeti bir tür ‘kendi kendine darbe’ organize etmekle suçladılar. Darbenin aşamalı olarak devam ettiğini de söylediler. Bu iddiaların bütünüyle yabana atılabileceği söylenemez. Zira daha önce Peru diktatörü Fujimori’nin 5 Nisan 1992 tarihinde El Autogolpe’si (kendi kendine karşı darbe) yaptığı ve Türkiye’deki rejimin meşhur 15 Temmuz ‘darbe’si unutulmamalı.
Arce ve yanındakiler sosyalist, öyle şeyler yapmazlar gibi düşüncelerinse en azından Bolivya’da bir karşılığı yok. Ona kalırsa bu iddiaların kaynağı olan Morales de ‘sosyalist’. Ancak günümüzde birçoğu için iktidar koltuğu her şeyden daha tatlı.
ABD darbenin neresinde?
Darbe ile ilgili ‘lityum darbesi’ değerlendirmeleri yapıldı. Ben de başlangıçta ABD’nin bunu da içermekle birlikte bölgeye dönük yeni uyguladığı askeri-siyasi stratejiyle bağlantılı olabileceğini düşündüm. Peru’da 2022’deki sivil darbe, Arjantin’de Milei’nin seçilmesi ve Ekvador’daki OHAL yönetiminin bir devamı, yani ABD’nin bölgede kontra rejimleri artırarak askeri-siyasi kontrolünü pekiştirmeye çalıştığını güçlü bir olasılık olarak varsaydım. Bunda yanlışlık yok; 3. Dünya Savaşı’yla bağlantılı olarak değerli maden ve mineraller üzerinden savaşın ana aktörleri arasında bölgede hâkimiyet kurmak için ciddi bir çekişme var. Bu kıtadaki Güney Konisi de lityum ve bakır açısından zengin.
Bu darbe girişiminde yerel çelişkiler ve inisiyatif ağır basmış olabilir. Yani darbeden önce azledilen General Zúñiga telaşla iktidarı ele almayı, Başkan Arce ve çevresini kaçmak ya da katliamla karşı karşıya bırakıp hızla iktidarı alacağını hesaplamış olabilir. Ancak yapamadı. ABD elbette böyle bir darbe başarılı olsaydı karşı çıkmazdı. Bolivya nihayetinde Amerika için bir çıban başı. Fakat Amerika’nın bu darbe girişiminde rol aldığına dair açık işaret yok. Ayrıca Bolivya yönetiminden de ABD’ye dönük bir suçlama mevcut değil.
Bolivya’ya bakışta bazı hatalı yaklaşımlar
Dünyayı değiştirme iddiasında bulunan ancak 3. Dünya Savaşı’nın varlığını ve geldiği boyutu kavramayan çeşitli kesimler emperyalizmi ısrarla sadece ABD’den ibaret görüyorlar. Mao’nun ‘Üç Dünya Teorisi’nden esinlenen yeni türden bir milliyetçiliği maalesef kendilerine rehber ediniyorlar.
Örneğin Bolivya’nın lityum başlığında Çin, Rusya ve İran’la ilişkilerinin bir sömürü-talan ilişkisi olarak görülmemesi bu bakışın sıradan bir örneği. Hâlbuki Çin, Abya Yala kıtasının tamamında ekonomik işgal ve sömürü denilince bir numara. Bütün kıtadaki iktidarlar (buna Çin’e bir sürü laf sayan Arjantin Devlet Başkanı faşist Milei de dâhil) Pekin yönetimine mecbur. Zira ABD ya da başka ülkelerin sermaye olanakları bu Latin ülkelerinin yatırım ihtiyacını karşılayacak ve Çin’le rekabet edecek kadar güçlü değil. Pekin yönetimi de bunun karşılığı olarak bölge ülkelerini, özellikle doğal kaynaklarını yağmalayarak iliğine kadar sömürüyor. Bolivya da bu süreçte bağımlı hale getirilen ülkelerden biri.
Latin milliyetçiliğini sosyalistlik diye etiketleyince elbette Maduro ya da Díaz-Canel’in Erdoğan’la haşır neşir olması sorun olmuyor. Bol bol anti-emperyalizm nutku dinlediğiniz Maduro’nun Venezuela’sında ABD’nin ambargoları kaldırması sonrası Amerika’dan Chevron, İspanya’dan Repsol, Fransa’dan Maurel & Prom ve İngiltere’den Shell petrol şirketleri ülkede faaliyete geçti. Maduro, Biden ve uluslararası sermaye beraber göbek attı. Ancak tabii ülkeyi uluslararası tekellere muhtaç edenlerin hiçbir zaman anti-emperyalistliğine halel gelmedi.
Dünyanın gerçekliği diye artık her tür oportünist rezillik allanıyor pullanıyor. Bolivya dağlarında hayatını kaybeden Che’nin ülke Rusya ya da Çin’e bağımlı olsun, onların sömürgesine dönüşsün diye savaştığını zannetmem.
Olayın daha da önemli bir boyutuysa Latin milliyetçiliğinin kapitalizm karşıtı olmayan tutumu. Bu bakışın en basit örneği Bolivya yönetimine hâkim olan, “yeter ki yerli sermaye ile lityum ortak çıkarılsın, gerisi sorun değil” yaklaşımında özetlenebilir. Hâlbuki lityum madenciliği çıkarılan araziyi çölleştiriyor ve yeraltı sularını zehirliyor, iklim krizini besliyor. Şili ve Arjantin’de lityum madenciliğine karşı ciddi mücadele var. Hâlihazırda Bolivya iklim krizinden etkileniyor. Bazı göllerin kuruduğu ya da kurumak üzerine olduğu haberlere yansıyor.
Kapitalizme karşı çıkacaksanız onun en önemli dinamizm kaynaklarından biri olan doğanın yağmasına da itiraz etmek ve engellemek zorundasınız. Yoksa gerisi koca bir yalan...
(AS/VC)