Bolivya'da bir şişe Coca Cola 1,5 buna karşılık bir şişe su 2 Bolivianos'a satılıyor -bir Amerikan doları yaklaşık yedi Bolivianos.
1951 Devrimi sırasında yazılan ve köylere yeni su kanalları açılacağını, elektriğin ulaştırılacağını müjdeleyen duvar yazıları hala yerinde duruyor. Rengarenk damalı bayrakların altında yerliler okaliptüs suyu içiyor, kocaman kayaları iterek yaptıkları barikatı aşmaya çalışanlarla pazarlık halindeler.
Doğal gaz savaşı ve ayaklanma
2003 yılına geliyoruz. Tarihe "doğal gaz savaşı" olarak geçen, yerlilerin ve işçilerin doğal gaz rezervlerinin kamulaştırılması için ayaklandığı ve ordunun müdahalesi sonucunda onlarca kişinin öldüğü çatışmalar...
O sırada, Arjantin’in sınır kasabası Jujuy’dan Potosi’ye oradan da La Paz’a -yani ABD’den esinlenerek başkanların kayalara oyulmuş siluetlerinin olduğu, çeşit çeşit patatesi satmaya çalışan az İspanyolca bilir yerlilerin sokaklarda umarsızca yattığı, kötü birayla kafayı bulan kadınların sırtlarına sardığı çocuklarıyla yokuşları tırmandığı kente yolum düşmüştü.
Ayaklanma zamanıydı, devrimin yakın olduğuna inanıyorlardı, hükümet binalarına atılan dinamitlerin gürültüsü, sokak satıcılarına karışıyordu.
El Alto’da (Başkent La Paz’daki köylü, işçi ve üniversite örgütlenmesinin en yoğun olduğu bölge) başkanın kuklaları yakıldığı an uzlaşma sağlandığı haberi radyolardan okunmaya başlandı; ordu yetkilisi darbe olmayacağını açıkladı.
ABD Büyükelçisi de Bolivya’nın özgür iradesine saygı duyacağına duyurdu ve ülkenin sayılı entelektüellerinden Carlos Mesa'nın başkanlığındaki hükümet kuruldu.
Kısa, karanlık bir tarih
Jujuy’dan La Paz’a 36 saatte ulaşmıştık ama o zaman zarfında hızlandırılmış bir Bolivya tarihi dersi de almıştık. Özetle; bağımsızlığını kazandığı 1825'ten beri 100’den fazla askeri darbe, halkın iradesini koyarak gerçekleştirdiği tek devrimin kanla değilse bile zaman içinde kazanımlarının yok edildiği bir süreç...
Yüzde 95’i yerlilerden oluşan olan halka rağmen yüzde 5’in egemenliği, halkın temel geçim kaynakları arasında yer alan kokanın üretilmesinin yasadışı ilan edilmesi, yerli halkın dilinin yok sayılması, büyük toprak sahiplerinin ve ülkenin madenlerinin önce İspanyol sömürgeciler ardından da çok uluslu şirketler tarafından kontrol edilmesi, ABD’de eğitim görmüş başkan adayları, ABD’ye bağlılıklarını ilan eden ordu vs…
Tablo karanlıktı, zaten karanlık tabloyu adım başı görmek de mümkündü. Mesela Potosi’de cenaze levazımatçılarının çokluğu ve erken yaşlarda dul kalan madenci karılarının varlığı Bolivya’nın tarihinin her an kendini hissettirmesinin basit bir örneğiydi.
Morales faktörü
1970’li yıllarda göstermelik başkan yardımcılığı yapan Victor Hugo’yu saymazsanız Evo Morales yerli halkın tek umuduydu.
Morales, su savaşları zamanında Carlos Mesa hükümetine şartlı destek vermişti, hiç kimse çatışmalarda ölenleri hatırlamıyordu -tıpkı 2000’de su yataklarının kontrolü sırasındaki katliamda olduğu gibi.
Morales, Mesa hükümetinin geçiş süreci olduğunun ve yerli halkın taleplerinin göz ardı edilemeyeceğini fark etmiş ve sokak savaşı yerine parlamentoda ağırlığını koymaya karar vermişti.
Nihayet 2005 Aralık ayında başkan olduğunda Bolivya bayrağının yanında yerlilerin bayrağının da parlamento binası önünde dalgalanmasını sağlamıştı.
Aradan 33 ay geçti ve Morales hükümeti yine tarihe "Pando katliamı" olarak geçen olaylarla nasıl karşılaştı? (e.n.:11 Eylül'de doğal kaynakların zengin olduğu Brezilya sınırındaki Pando bölgesinde vali Leopoldo Fernández tarafından silahlandırılan faşist gruplar, artan şiddeti protesto için yürüyen yerlilerin üzerine ateş açtı; en az 30 kişi öldü.)
Sorunlar ve çelişkiler
Morales hükümeti önceliği kurucu bir anayasa oluşturulmasına ve ardından aralarında Brezilya, İspanya ve ABD’nin olduğu çok uluslu şirketlerle pazarlık yaparak doğal gazın çıkartılması ve taşınması konusunda yeniden vergilendirme işine verdi.
Aynı süreçte Şili’den denize çıkış için geçiş hakkı talep etmesi ve bu talebin Şili hükümeti tarafından reddi de bu toprakları savaşta kaybeden Bolivya’nın kaderinin bir cilvesi.
Uzun vadede madenlerin millileştirilmesi, yerli hakların tanınması ve doğal gazdan elde edilen gelirlerin ülkenin geneline yaydırılması gibi amaçları vardı. (Asıl maden yatakları Santa Cruz, Tarija, Beni gibi ülkenin doğusunda yer alıyor.)
Bütün bu sorunlar yumağı içerisinde bölgesel eşitsizliklerin açık bir şekilde yaşanması ve bunun Bolivya’nın bir geleneği olarak görülmesi de Morales’in politik manevra alanını daraltıyordu.
Kıtada sol yükseliyor
Bolivya’da hal böyleyken kıtada sol dalga yükseliyordu. Daha doğrusu neo-liberal politikaların yaratığı tahribatlardan dolayı geleneksel sağ partiler desteklerini yitirirken, sokağın da desteğini alan yeni bir dalga Latin Amerika’da varlığın hissettirmeye başlıyordu.
Uruguay, Venezüella gibi ülkelerde James Petras’ın deyimiyle, nöbetleşe iktidarlar yerini sol hükümetlere bırakırken, sol peronist Kirchner de Arjantin’i girdiği bataktan çıkarmak için ulusalcı politikalara yöneliyordu.
Kıtanın zengini Şili’de sosyalistler iktidara geçerken, Paraguay ve Peru’da kadim kurtuluş teolojisi öğretilerinden etkilenen partiler seçimle iş başına geliyordu. Özetle bütün bir kıta -Kolombiya hariç- 1994 ocak ayında Chiapas dağlarında başlayan isyanın (Ya basta- artık yeter) kendi ülkelerine tercümesiyle meşguldü.
Askeri darbelerden muzdarip, askeri darbe olmazsa beyaz azınlığın hükümranlığına boyun eğen, bölgesel, sınıfsal ve kültürel eşitsizliği had safhada yaşayan Bolivya’nın payına da sokakta güçlü, parlamentoda zayıf Morales düşmüştü.
Morales parlamentoda zayıftı çünkü kurucu anayasanın oluşturulmasını ve vaat ettiği toprak reformunu bir uzlaşma meselesi olarak gördü. Zengin doğu vilayetlerinin muhalefeti bir yana, açık sabotajlarını uluslararası arenada aldığı destekle gidermeye çalıştı.
Milli Demokratik Konsey’in (CONALDIE) etkin olduğu bölgelerin özerkliği için giriştiği referandumla sorunun hal yoluna konulacağını varsaydı. Oysa 8 Ağustos 2008’deki referandumdan yüzde 67 gibi bir destekle çıkmasına rağmen sorunun kolayca ve muhalefettekilerin de sıklıkla belirttiği gibi demokratik (!) yollarla çözülemeyeceğini Pando’daki katliamda gördü.
Latin Amerika’nın balkanlaştırılması
Pando’da tutuklanan vali Leopoldo Fernandez askeri darbeyle iş başına gelen Banzer hükümetinin danışmanları arasındaydı.
ABD’de finans eğitim görmüş -seçkin beyazlarının çoğunda olduğu gibi-, dahası ABD Büyükelçisi ile yakın ilişkideydi. Pando katliamının yönlendiren ve özerklik taleplerinin seçimle reddedilmesine rağmen Fernandez’in cüreti nereden kaynaklanıyordu?
Burada Bolivya’daki gelişmeleri ele alan bir yazıdan bahsetmek gerekiyor. Michel Chossudovsky, Global Research’da çıkan (Makalenin İspanyolcası www. rebelion org’da: La desestabilizacion de Bolivia y la opcion de Kosova- Bolivya’nın İstikrarsızlaştırılması ve Kosova Örneği) makalesinde özetle global dünyada eşitsiz güç dağılımından ve bu eşitsizlikten dolayı muktedirlerin farklı stratejiler izlediğinden dem vurduktan sonra Kosova’da yaşanan Balkanlaştırma operasyonun benzerinin Bolivya’da gerçekleştirildiğini ileri sürüyor.
8 Ağustos’daki referandum Morales’in güçlü olduğunu gösterdi. (Bu konuda Eduardo Garcia’nın www.sendika.org’da Türkçeleştirilerek yayınlanan Morales Krizden Daha Güçlü Çıktı başlıklı makalesine bakılabilir.)
Merkezi iktidarın demokratik yollardan ele geçirilememesi muhalefeti demokrasilerdeki başka çareleri bulmaya sevk etti. Buldukları çare de Balkanlaştırma. İtalya’da faşist partilerin Kuzey İtalya’yı ülkenin geri kalanından ayırmak istemesi, Avrupa’daki birçok neo-faşist hareketin zengin bölgeler için özerklik talep etmesinin ve de Chossudovsky’nin makalesinde zayıf düşürülmüş Kosova’nın ayrılık talep etmesine ilişkin senaryo bu kez Bolivya’da uygulanıyor. (Bolivya hükümetinin istenmeyen adam ilan ettiği ABD elçisi Philip Goldberg, 2004-2006 yılları arasında Priştine’deki ABD konsolosluğunda görevliydi ayrıca CIA’nin açıkça desteklediği Kosova Kurtuluş Ordusu’yla –KLA- temas halindeydi.)
Bolivya’da bölgesel özerkliğe ilişkin referandumların merkezi hükümet lehine sonuçlanmasından sonra başlayan ve bu ay içerisinde yoğunlaşan çatışmalar Bolivya tarihinin bir özeti gibi. (Bu konuda Ramiro Lizondo Diaz’ın rebelion.org’da çıkan Una Guerra que habia comenzado hace mucho tiempo – Savaş çok önceden başlamıştı- adlı makalesine bakılabilir.)
Diaz yazısında Bolivya’nın bağımsızlığını ilan ettiği 1874’den, Paraguay’a toprak kaybettiği Chaco savaşına, 1971’de Banzer hükümetinin giriştiği katliamdan 2008’de Pando’daki katliama kadar olayları sıraladıktan sonra katliamların Bolivya’nın makus talihi olduğunu vurguluyor.
Faşistlerle asla uzlaşma
Ben 2003’de El Alto’da, Oruro’da, Potosi’de devrim için yürüyen maden işçilerini, üniversite öğrencilerini görmüştüm. Bugünden bakıldığında 2003 bir milat noktası gibi duruyor. Bir kere hem kıta genelinde hem de Bolivya’da herkes işlerin eskisi gibi gidemeyeceğini fark etmişti. Belki bunun için 2003’deki ayaklanma askeri darbeyle bastırılmadı ve ayaklanma yüz yıldır varlıklarını ispat etmeye çalışan yerlilerin siyaset sahnesinde varlıklarını hissettirmeye başlamasıyla sonuçlandı.
Mesa hükümeti gerçekten de bir geçiş aşamasıymış. Bolivyalı yerli halk kaderlerini ele almaya başlamışlardı ama karşılarında yüzlerce yılın mirası sömürgeci azınlığın stratejileri, bölgesel eşitsizliğin yarattığı imtiyaz ve mağduriyet çemberi, ABD’nin narko-trafik kartıyla oynadığı etkin pozisyon ve de merkezi hükümetin açık çatışmadan kaçınması Bolivya’yı bugüne getirdi.
2003’deki ayaklanma günlerinde Potosi’de bir lokantada kocaman bir tabağın içerisinde lahana yaprakları arasında yüzen patates ve tavuk artıklarından müteşekkil çorbayı içtiğimde kendimi iyi hissetmiştim.
Bu garip bulamaç Potosi’de yaşayanlar için büyük bir ayrıcalıktı. Bolivya, böyle tuhaf bir bulamaç olarak görülebilir mi? Halkın yüzde 95’i yüzde 5’in geleneksel egemenliğine boyun eğmiş, kendi dilini değil sömürgecinin dili konuşuluyor, dünyanın en zengin maden yatakları üzerinde oturup yoksul bir şekilde genç yaşta ölüp gitmek kaderinizmiş gibi, kendi kaderinizi tayin etmeye kalkıştığınızda ise yeni bir katliamla karşılaşıyorsunuz.
James Petras, rebelion.org’da yayınlanan makalesini (El Fascismo se hace con el poder. Morales protesta-Faşizm iktidarda Morales isyanda) "Morales’in alacağı bir ders varsa o da faşistlerle anlaşma yapılamayacağı" cümleleriyle bitiriyordu. Morales ve Bolivya halkı makus talihini değiştirmeye çalışıyor. Ortaya konulan bulamaca biraz daha tat vermeleri gerekiyor o kadar.(ZT/EÜ)