"Bombardıman sesini bir süredir unutmuş gibiydik yeniden hatırladık maalesef. Gazeteyi çıkarmaya devam ediyoruz ama 16 sayfadan 12 sayfaya düştük hemen, çünkü yakında kağıt sıkıntısı başlayacak. Temel gıda ihtiyaçlarımızı da şimdilik karşılıyoruz ama fiyatlar da arttı. Stokçular, karaborsacılar. Güney'de hatta Beyrut'un güney banliyölerinde durum korkunç. Yarım milyonu aşkın insan geldi Beyrut'a operasyonlar başladığından beri. İngilizler, Fransızlar, Almanlar kendi vatandaşlarını alıp gidiyorlar. Beyrut limanı çok yoğun. Geçen gün Türkiye Büyükelçiliğindeki dostları görmeye gittim. Onlar da Türk vatandaşlarını otobüsle Şam üzerinden Türkiye'ye gönderiyor.
"Bizim kızın Paris'e gitmesi gerek, okula, onu da Türk otobüs listesine yazdırdım. Bizim muhabirlerden biri güneye gitmeye çalıştı geçen gün, Sayda, Sur tarafına, hatırlarsın, senle en son taş çatlasa 2 saatte gitmiştik, bizim muhabir 7 saatte gidip 8 saatte dönmüş. Çünkü İsrail yolları, köprüleri de bombalıyor. Bizim oğlan evini terk etti, o şehir dışına yakın bir mahallede, ama stratejik bir köprünün yakınında oturuyor, 'Burayı da bombalayacak İsrail' dedi ve yanımıza taşındı karısıyla. İran dahil bölgedeki ülkelerin diplomatlarıyla konuştum. Edindiğim bilgi şu: ABD, İsrail'i engellemiyor, engellemeyecek.
"İsrail, hem Filistin içinde Hamas'ı kırmaya hem de Lübnan'da özellikle Güney'de Hizbullah'ı pasifize etmeye çalışıyor. Güney'de bir tür tampon bölge oluşturmak amacındalar, belki sonra bu bölgeyi BM ya da Çokuluslu bir güce devredecekler. Böylece İsrail'in kuzey sınırlarına yönelik Hizbullah saldırılarını önlemeyi hesaplıyorlar".
Gece yarısı Beyrut'tan gelen telefonda, El Müstakbel gazetesinin Yönetmeni, 30 yıllık meslektaşım Michel Nawfal ağır ve hüzünlü sesiyle aktardı ülkesindeki durumu. Uzun uzun konuştuk mevcut olasılıkları, bölgenin geleceğini...
Saldırgan kim, mağdur kim?
Başta Amerikan gazeteleri olmak üzere Batı basınını taradığımızda, İsrail'in bu kural tanımaz, fütursuz saldırganlığından pek söz edilmiyor da, Hizbullah'ın terörizmi, Hamas'ın İsrail'i tanımamaya devam etmesinden dem vuruluyor çoğu yazıda. İlginçtir, İsrail, Hamas ve Hizbullah'i terörist olmakla suçluyor, ama ABD'nin de desteğiyle Filistin ve Lübnan'da devlet terörizmini kitlesel olarak uygulayan da bizatihi kendisi. New York Times'da Hizbullah ve Hamas'ın İran ve Suriye tarafından siyasi ve askeri olarak desteklendiğine dair uzun uzun yorumlar okudum.
Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) aslında işte böylece adım adım sahneye konuyor. BOP'un resmi senaryosu bölgeye demokrasiyi getirmek, böylelikle "Arap diktatörlüklerini" yıkmak, bu büyük pazarı global ekonominin bir parçası haline getirmek. Bunlar işin diplomatik ve cazip yönü. BOP'un tercümesi, ABD'nin bölgenin enerji ve su kaynaklarına el koyması, böylelikle global çaptaki rakipleri AB, Japonya ve Çin'i yakıt konusunda güç durumda bırakmak, Rusya Federasyonunun bölgedeki etkisini kırmak, kısa vadede de ABD'ye ve küresel kapitalizme direndikleri için, "Çıban başı" olarak betimlenen İran ve Suriye'yi tehdit ve tecrit etmek. ABD, İsrail eliyle Hizbullah'a vururken aslında şimdiden İran'ı vurmaya başladı.
BOP'un demokrasi planı, işte böylesine saldırgan ve kanlı katliam operasyonuyla uygulanıyor. Irak senaryosu, Filistin ve Lübnan'da tekrar ediliyor: ABD, kendisine yakın durmayan rejimleri devirmek için doğrudan ya da bölgedeki uydu devletler aracılığıyla işgal ediyor, yakıyor.
Irak'ta batağa saplanan ABD, Filistin ve Lübnan'da çıkış yolu arıyor. Oysa ki bu plan başarılı olsaydı, uygulama ihtimali nispeten daha yüksek olan Irak'da başarıyla sonuçlanabilirdi.
American democracy?
ABD'nin bölgeyi fethetme operasyonu için kullandığı temel gerekçelerden biri olan demokrasi ile Global Terörizme Karşı Savaş daha bugünden ters tepmişe benziyor. Irak'ta Saddam döneminde El Kaide yok idi. Şimdi var. Irak'ta Saddam döneminde ABD karşıtlığı bugünkü kadar güçlü, kitlesel ve silahlı değildi, bugün Irak, ABD'nin önünde en ciddi askeri, siyasi engel.
ABD, boomerang etkisi yaratma konusunda son derece başarılı.
Filistin ve Lübnan'a yönelik saldırının demokrasi teorisi ve pratiği açısından da son derece önemli bir cephesi var: Hamas, silahlı kolu da olan bir siyasi parti olmakla birlikte, seçimlere girdi ve kazandı. Keza Hizbullah da, silahlı bir örgütü olan siyasal bir parti olarak Lübnan'da hem Meclis'te milletvekilleri hem de hükümette bakanları olan bir parti. Dolayısıyla bu iki kuruluş belirli bir yurttaş/seçmen tabanına sahip, onların temsilcisi olarak yerleşik düzende, resmi yapıda yerlerini almış durumdalar.
Ancak ABD ve İsrail, demokrasiye yeni bir tanım, yeni bir dizi koşul getirmeye çalışıyor: Filistin'de seçim kazanabilirsin ama İsrail'i resmen tanımazsan demokrasi olmaz! Lübnan'da mebusların hatta bakanların olabilir ama İsrail'e karşı çıkarsan seni ezer geçeriz!
Aslında Hamas ve Hizbullah'a yönelik terörist suçlamasının arkasında bu temel gerekçeler var. Çünkü sadece şiddet uygulamakla demokrasiden uzaklaşıp, terörist olunuyorsa, bu duruma İsrail'den daha iyi bir örnek olamaz! Pardon ABD'yi unuttum!
İsrail'in bugün, silahlı örgütlerini korumaya devam ettikleri için, Hamas ve Hizbullah'ı "terörist" olarak suçlaması haklı, içten ve doğru değil. Çünkü Filistin ve Lübnan'da daha önce El Fetih ve Amal'ın da silahlı örgütleri vardı. İsrail, Norveç süreci sayesinde bu silahlı El Fetih'le aynı masaya bile oturmuş, Amal'la da gizli ve dolaylı görüşmelerde bulunmuştu.
Filistin halkının çoğunluğunun neden Hamas'ı, Lübnan'daki Şiilerin büyük bir çoğunluğunun neden Hizbullah'ı seçtiğini, görevlendirdiğini iyi anlamak gerek. Hamas ve Hizbullah, çevreden gelip merkezdeki siyasi partilerin iktidarını tehdit etti, üstelik El Fetih (Filistin) ile Amal'ın (Lübnan) kendi taraftarlarını neden ve nasıl hayal kırıklığına uğratmış olduklarını da unutmamak gerek.
Kısa, Orta ve Uzun Vade
BOP'un bir başka tercümesi, Türkçe tercümesi de global, siyonist ve kanlı bir 28 Şubat'tır. ABD ve İsrail, Filistin ve Lübnan'daki seçim sonuçlarını silahla iptal etmeye çalışıyor. ABD ve İsrail için demokrasi ya da seçimler, ancak kendi istedikleri sonuç elde edilince anlamlı, geçerli ve saygı duyulabilecek mekanizmalardır. ABD, bu konuda son yıllarda büyük darbeler aldı: Şili'de Sosyalist Allende demokratik seçimleri kazanarak iktidara geldiği için kanlı bir darbeyle devrildi.
Sonra Nikaragua'da Sandinistalar seçimle işbaşına geldiği için ABD, ülkede iç savaş çıkarttı. Gerçi bu yasadışı ve gayri meşru saldırılar geç de olsa meyvelerini verdi: Bachelet (Şili), Chavez (Venezuella) ve Morales (Peru), Latin Amerika'da demokrasinin onurunu kurtardı. Bunun üzerine neoliberalizmin iki büyük düşünce üretim merkezi olan "New American Century" ve "American Enterprise"ın ideologları, "Demokratik seçimlerin ABD aleyhine sonuçlanması halinde alınması gereken önlemler üzerinde" kafa yormaya başladılar. Bu fikirleri de esas olarak Dışişleri Bakanlığı, Pentagon ve CIA uygulamaya koydu.
ABD ve İsrail'in, Filistin ve Lübnan'a yönelik saldırısının tabi ki sayısız olumsuz ve kanlı sonucu var. Ama eğer Hamas ve Hizbullah'ın yanısıra Beyrut, Tahran ve Şam yönetimleri, gerek ABD saldırganlığı, gerekse demokrasi konusunda doğru ittifaklar kurup, doğru politikalar geliştirebilirse, mesela ABD-İsrail askeri saldırılarına terörizmle değil de siyasi, diplomatik araçlarla karşılık verebilirlerse, başta AB, Rusya ve Çin olmak üzere, ve tabi ki Suudi Arabistan ve Mısır gibi bölgedeki ABD'ye nispeten daha yakın ülkelerle koordinasyon halinde kalabilirlerse, ABD-İsrail saldırganlığını frenlemek daha kolay olabilecek.
Hamas, Hizbullah, Şam ve Tahran meşru zemini kaybeder, El Kaide ve benzeri örgütlerle bölgesel düzeyde ABD karşıtı bir cephe kurmaya kalkışırsa, bu olasılık, kısa vadede ABD ve İsrail'i askeri olarak güç durumda bıraksa bile, orta ve uzun vadede Washington'un "Global Terörizme Karşı Savaş" adını verdiği saldırı harekatını siyasi olarak daha kabul edilir hale getirebilir.
Filistin ve Lübnan'a yönelik saldırı global düzeydeki neoliberal politikaların saldırganlığını ortaya çıkarması açısından da ilginç, Irak deneyiminden sonra ABD'nin demokrasiden ne anladığını göstermesi açısından da öğretici.
ABD yanlısı gazeteciler, akademisyenler, aydın görünümlü ideologlar da, Filistin ve Lübnan'ı yakıp yıkan Amerikan destekli İsrail ve ABD konusunda artık umarız herhalde biraz daha çekingen davranırlar.
ABD, emperyalizm yani saldırgan doğası gereği, Ortadoğu'da mezarını kazıyor.(RD/KÖ)