Haber linkleri alt alta düşüyor.
Önce sözü AKP Sözcüsü Ömer Çelik’e verelim:
“Prensip olarak her türlü sivil ölüme karşıyız. Sivillerin kaybına yol açacak şiddetten uzak durulması gerektiğini ifade ediyoruz.”
Çok güzel! Yani sivil ölümüne, sivili de geçtim savaş ve savaşlardan gelen ölümlere karşı olmamak ahlak dışı.
AKP’nin prensiplerini bilmeyen yok. Prensip deyince akla ilk gelen parti. Şimdiye kadar kendisi ile bir kere bile çeliştiği görülmemiştir. Sahip olduğu ilkeleri zaman ve mekan bağlamından bağımsız koruyabilen, uygulayan ender siyasal geleneklerden biri.
Dediğim gibi, bu zaten bilinen evrensel bir gerçek olduğu için üzerinde durmaya gerek yok.
Geçen 20 yıl bunun garantisidir. Tek bir sivil ölümü hatırlamayız!
Şimdi bu haberin altına düşen habere bakalım. Gerçi bir yanlışlık olmalı ama yine de bakalım:
“Türkiye, 72 saat içinde aralarında elektrik, su ve enerji santrallerinin, hastanelerin ve okulların da bulunduğu 145'ten fazla noktadaki güvenli alanlarımızı bombaladı.”
Elektrik santralleri, su merkezleri, hastaneler, okullar…
Buralarda sivil yaşıyor mu? Böylesi bir girişim en korkunç insanlık suçlarından biridir. Tarih boyunca bu böyle olmuştur. De AKP’nin bununla ilgisi ne olabilir?
Daha demin demedi mi sivillerin zarar görmesi asla kabul edilemez?
Ne yani, her tarafı bombalanan halka mı inanacağız AKP sözcüsünün dediklerine mi?
Devam ediyor sayın Çelik:
“İtidal önemlidir. Karşılıklı olarak şiddetin artması sonucu durum daha vahim olacaktır. Barış ve huzur ortamı gerektiğini ifade ediyoruz. Şiddetin daha fazla tırmanmasından kaygı duyduğumuzu ifade ediyoruz. Tarafları şiddeti tırmandırmaktan uzak durmaya davet ediyoruz."
AKP, dünyada ve ülkede şiddet konusunda herkese eşit davrandı. Uçan kuştan, ormandaki karıncaya, seyir halindeki araçtan bir kafede oturan insanoğluna uzanan geniş skalada, herkese şiddet uyguladı. Adaletli olmak hiçbir zaman kolay olmadı. Bunun bir bedeli vardı ve AKP, bunu ödemeyi göze alan tek yapı oldu!
Altına bir haber daha düşüyor:
“Türkiye’ye ait SİHA’nın Mexmur’da bir camiyi hedef aldığı saldırıda anne ve 2 çocuğunun yaralandığı belirtildi.”
Bu haberden birkaç saat sonra ne oldu biliyor musunuz?
Büyük Çamlıca Camii Konferans Salonu'nda, Camiler ve Din Görevlileri Haftası Programı'nda “…sadece kendi kültürel, medeni değerlerimiz içerisinde, camilerimizin yerini ve önemini bir kere daha hatırlamış oluyor…” sözleri yankılandı.
Kim dedi? Meclis Başkanı Numan kurtulmuş.
Gördüğünüz üzere biz burada konuşurken bazıları iş yapıyor.
Siyasal hayatı boyunca bu tarz şeylere karşı olan AKP, son Filistin-İsrail savaşında da görüldüğü üzere sadece itidali, barışı ve şiddetten uzak olmayı tartıştı. Cami bombalamak; bırak yapmayı, aklının ucundan dahi geçmez, geçmemiştir. Niye? Çünkü daha demin dünyaya ve ülkeye söyledi ya şiddet hiçbir şeyi çözmez, barış ve huzur ortamı gereklidir diye.
AKP yalan mı atacak? Geçiniz lütfen…
AKP sözcüsünün ilk bakışta evrensel ölçülerde volta attığını görmek güzel.
Neticede inanmadığı şeyleri söylemek çok güzel olsa gerek. Sorumluluktan azade sözleri ip gibi dizmek ve bunu yüzlerce canlı yayında, ertesi gün de gazete manşetinde görmek; herhalde otomatik inandırır. Zaten AKP’ye has bir durum var, ne söylersen söyle önemi değil. O günün akşamı ya da ertesi günün gazeteleri seni söylediğine ikna ediyor. İkna etmekle kalmıyor, bağırsaklarına adeta hidroklorik asit üflüyor ve sen de diyorsun vay be, ben neymişim!
Neyse,
Sayın Kurtulmuş sözlerine devam ediyor:
“Ne oldu da nasıl oldu da Orta Doğu böylesine yaşanmaz bir bölge haline geldi?”
Alla alla! Sahiden ne oldu acaba? Durup dururken Suriye’den Akdeniz’e, Libya’dan Karabağ’a salvolar niye gerçekleşti, kendi adlarını dahi unutan paramiliter gruplarla nasıl bu kadar ticaret yapıldı, iş tutuldu? Gelo hangi mazlum halk yaptı tüm bunları?
Bizler de soruyoruz mesela, ne oldu da son 8 yıldır Türkiye bu kadar uçuruma sürüklendi? Kan, vahşet, şiddet siyasetin yerini aldı, olmayan hukuk bitti, kurumsal tek işlev kalmadı ve akıl desen rasyonalite desen zaten sizlere ömür! Ne oldu acaba? Böylesine yaşanır mı? Davulun sesi uzaktan hoş gelir tabi. Kurtulmuş zaten kurtulmuş, sen bizi hatırla!
Mesela aynı programda:
“Tam manasıyla bağımsız, bütün kurum ve kuruluşlarıyla teşekkül etmiş bir Filistin devleti kurulana kadar Orta Doğu'daki bu kargaşa maalesef sona ermeyecektir. İki devletli bu çözümden başka bir yol olmadığı artık ayan beyan ortadadır” demiş.
Kürt sorunu diye bir şey var, yani var sanki? Yok mu? Tamam olmasın.
Hani Filistin meselesinden de eski, ondan da karmaşık hale gelen; fakat çözümü ondan daha kolay gibi de ortada duran.
Şu durumu hatırlamadan geçmek olmaz. Kürt hareketi ısrarla 1990’dan bu yana devlet fikrine kapıları kapattığını söylüyor ve demokratik ulus bağlamında binlerce sayfa külliyat-analiz kamuoyuna sunuyor; fakat devlet ısrarla hayır sen devlet olmak istiyorsun diyerek üzerine gidiyor. Başkasına devlette cömert kendisine bu kadar cimrilik de olacak iş değil!
Bu kadar AKP dedik, Erdoğan demedik, ayıp olacak.
Bakalım o ne diyor, Mor Efrem Süryani Kadim Ortodoks Kilisesi'nin açılış törenine bağlanıyoruz:
“Ateşe körükle gitmenin başta her iki taraftaki siviller olmak üzere hiç kimseye bir faydası olmaz. Mesele hakkaniyetli çözülmedikçe sorun devam edecektir. Filistin meselesinin uluslararası hukuka göre çözülerek bölgenin huzur, kalıcı barışa ve istikrarar kavuşmasıdır.”
Müthiş.
Aradığımız huzur dolu cümleler bunlar.
Kendi ülkesinde her şey kül iken, ateşe ateşle gitmenin faydasızlığını acaba kime diyor?
Eskiler ‘mum dibine ışık vermiyor’ mu diyordu, ne diyordu?
Başka ülke ve halklara miyop, kendi gerçekliğine hipermetrop desek kurtarır mı? Yok…
Kürt sorununda çözüm talep edenleri acaba hangi ülke sınırları içinde görüyor?
Kürt sorunu hangi ülkede gerçekleşsin ki birileri çıkıp desin “mesele hakkaniyetçe çözülmedikçe, adalet tesis edilmedikçe, hukuk uygulanmadıkça…”
Gerçekten herkes kafa buluyor…
Soru basit: Yaptığı ile söylediği bir olmayana ne denir?
Yaptığı ile söylediği ortada olanların başkası hakkında söylediklerinin ne önemi var?
Daha basit bir şey: Yanlış araçlarla doğru yol gidilebilir mi? Algısı bozuk olan şeyin olgusu da bozuk olmaz mı?
Değerli dostlar,
Ulus devletler, sebebi oldukları savaş ve gözyaşına dair kilo kilo barış, adalet ve hukuk dağıtıyor. Milliyetçilik ve din sosuyla bulamaç haline getirilmiş gerçekler, hamur gibi her tarafa çekilip çıkarlara göre fırına verilebiliyor. Bu ortamda sığınılan tek liman ikiyüzlülük olduğu için ortam flu, haliyle biraz daha geriye gitmekte fayda var.
Erasmus bundan yaklaşık beş yüz yıl önce bir söz hatırlattı:
“Savaş, onu yaşamayana tatlı gelir”
Sonraki sayfalarda şunu ekler: “Zehirliler arasında uzlaşma hakimdir”