Hopa'daki sel ve heyelan faciası da diğer yaşanmış benzerleri gibi unutulmaya yüz tutmuşken ve sadece istatistiki bir bilgi olarak kayıtlardaki yerini almışken, bu kez Bodrum, “olağandışı” bir yağış sonucu, sıklıkla yaşamaya alışkın olduğu su baskınlarının en büyüğüyle yüzleşti. Bunun yeni kuşak Bodrumluların başına gelen en büyük afet olduğu aşikar. Fakat yakın bir gelecekte -yapılaşma bu hızla devam ederse ki aksine bir emare yok- dönemin Bodrum sakinlerini daha büyük afetlerin vurması kaçınılmaz!
Kendini hatırlatan doğa gibi gözükse de aslında hatırlanması gereken çağdışı imar politikaları ve bu politikaları günlük çıkarları için uygulayan yöneticiler. Ne zaman ülkenin herhangi bir yerinde böyle bir olayla -son yıllarda sıkça yaşıyor olmamıza rağmen- karşılaşsak, uzun yıllardır yetkili ağızlardan duyduğumuz ilk cümleler; “aşırı yağmur yağdı”, “beş yüz yıldır böyle yağış görülmedi”, “böyle bir afetle dünyanın hiçbir ülkesi baş edemez” vs.
Peki soralım o zaman: Birkaç yüz yıl öncesine ait deprem kayıtlarını bile Gölcük Depremi sonrası Amerikan Jeoloji Enstitüsünden öğrenmiş bir ülkenin vatandaşı olarak; Ey! ülkemin sorum(suz)lu yöneticisi, sen bu basmakalıp açıklamaları yaparken toplumun sığ hafızasına mı güveniyorsun, nereden biliyorsun beş yüz yıllık yağış ortalamalarını? DSİ bile yüzyıl geriye sadece simülasyonla gidebilirken hangi kayıtlara göre konuşuyorsun?
Peki yapılaşmaya açtığınız o dere yataklarının kaç milyon yılda oluştuğunu da biliyor musun?
Dere o yatağı oluştururken oradan akan suyun miktarını da biliyor musun?
Devlet arazisi olan ana drenaj ağlarını yapılaşmaya açan kim?
Oraların eski dere yatağı olduğunu Bodrumlu esnaf biliyor da sen bilmiyor musun? Ya da tepelere kadar bina ile doldurduğunuz Bodrum tepelerinin de kaç milyon yılda oluştuğunu biliyor musun?
Bodrum için özel yasalar çıkaranlar, Haremten sırtlarını yapılaşmaya açarak yel değirmenlerine komşu olmaya çalışanlar, yanan orman arazilerini yandaş sermayeye pazarlayanların mumu artık yatsıya kadar bile yanmıyor!
Dünyada artık afetlere ilişkin önleyici politikalar ön planda. Türkiye’nin de katıldığı Kobe Konferansı (Japonya, 2005) uyarınca uygulanmakta olan Hyogo Eylem Planı (2005-2015) kapsamında ‘Dirençli Kentler Kampanyası ile yeni bir evreye girmiş bulunan politikaların ana hedefleri: afetler öncesinde riskleri azaltmak amacıyla çok yönlü önlemler alınması; ‘sürdürülebilirlik’ ilkesi gözetilerek her ölçekteki planlama çalışmalarına entegre edilmesi; günümüzde başlıca risk alanlarının kentler olduğu gerçeğine dayanarak, kentlilerin doğrudan katıldığı süreç ve yöntemlerle risk azaltma kararlarının alınması ve uygulanması gerektiği; ve bu amaçla ‘platformlar’ oluşturulması; dar gelirli kesimlerin risklerine öncelik verilmesi olarak özetlenebilir. Peki ülkemizde bunları dillendirenlere muktedirlerin ne dediğini tekrar hatırlatmaya gerek var mı?
Ben Halikarnas Balıkçısı değilim. Ama otuz yıldır kısa aralıklarla gittiğim Bodrum’u hep yerbilimci gözüyle inceledim. Her gittiğimde yeni doğa katliamlarına tanık oldum. Bodrum’u havadan gözlemleme şansım olmadı ama öğretmen bir arkadaşımın emekli ikramiyesiyle aldığı filikadan dönüştürme teknesiyle son on yıldır denizden hep izledim. Her yıl başka bir Bodrum gördüm.
Ben de biliyorum elbette içinde çağdaşlarına karşı en küçük bir sorumluluk duygusu barındırmayanlara gelecek kuşaklardan bahsetmenin anlamsızlığını. Ama görevimiz bu, bu ülkeye borcumuz var. Bu memleket bizim diyen Nazım Usta’dan bir uyarı ile bitireyim:
Ve açsak, yorgunsak, al kan içindeysek
Ve hala şarabımızı vermek için
Üzüm gibi eziliyorsak,
Kabahat senin
Demeğe de dilim varmıyor ama,
Kabahatın çoğu senin, canım kardeşim! (Şİ/HK)