15 temmuz/darbe gecesi ne yapıyordunuz? Ben Kafka okuyordum. Çağlar Tanyeri, Murat Sözen ve Turgay Kurultay’ın birlikte çevirdiği, Franz Kafka’nın Felice Bauer’e yazdığı mektuplara dalmış, Kafka’nın karanlık, bunaltıcı dünyasında dolaşıyordum. Darbe yapan generallerin bildirisini duyunca irkildim. Ne oluyor derken, televizyon spikerinin cep telefonunda cumhurbaşkanının görüntüsü yansıdı ekranlara. Halkı sokağa çağırıyordu.
O gece ölenler, yaralananlar oldu. Tutuklananlar, sürülenler, işten atılanlarla kabus hala sürüyor. İsimler önemli değil artık. Kafkaesk dünyada da kimsenin adı yoktur, belki sadece bir harf ya da rakam olabilir. Alabildiğine tedirgin insanlar, hep bir korku, çaresizlik ve yalnızlık içinde, aynı olayları tekrar tekrar yaşarlar. Uyulması zorunlu, tartışılması imkansız, anlamsız kurallara boyun eğmeye mecbur edilirler. Soru sorulamaz, verilen cevaplar kabul edilmez. Devasa kurumlar, mekanlar, yasalar karşısında bireyler ezilir, un ufak olur. Ya da bir böcek haline dönüşebilir. Nedenler, niçinler açıklanmaz, herkes herkese yabancılaşır. Kahramanlar hep aynı labirentlerle, aynı anlam yitimleri, anlamsız suçlamalar ve cezalarla karşılaşırlar.
Kalabalıklar içinde yalnızlaşmanın ve yabancılaşmanın dehşetini anlatan Kafka, aile kurumunun toplumsal iktidarın yapıtaşı olduğunu da fark etmişti. Evlenmesi zordu. O yüzden de sevdiği kadına yüzlerce mektup yazmış, buluşup görüşmekten kaçınmış.
20 Eylül 1912 tarihli ilk mektup ‘Saygıdeğer Frolayn’ diye başlıyor. İşçi sigortası antetli kâğıda daktilo edilmiş, iki sayfalık mektupta Kafka, Felice’ye mektup arkadaşlığı öneriyor. İlk çağrı cevapsız kalınca, bu kez el yazısıyla bir mektup daha kaleme alıyor. İkinci mektuptan sonra çılgınca mektuplaşmaya başlıyorlar. İlk cevabı aldığı 23 Ekim ile 31 Aralık 1912 arasında Felice’ye günde ortalama üç, toplamda yüz mektup gönderiyor. İlk mektuplardaki “Sadık dostunuz Dr. Franz Kafka” imzası zamanla “Franz K.” Daha sonra da “Franz’ın” oluyor.
Beş yıl süren mektuplaşmaları Kafka’nın hastalandığı ve karamsarlığa gömüldüğü 1917 yılının Ekim ayında son buluyor. Bu beş yıl içinde iki kez nişanlanıp ayrılıyor, evliliğin eşiğinden dönüyorlar.
Yaşadığı dönemde pek tanınmayan, tüm yazdıklarının imha edilmesini vasiyet ettiği yakın arkadaşı Max Brod’un laf dinlememesi sayesinde hikaye ve romanlarıyla bir edebiyat efsanesine dönüşen Franz Kafka, 1883’te, Alman asıllı Yahudi bir tüccarın en büyük oğlu olarak Prag’da doğdu. Babasının baskısıyla hukuk okudu.
Avusturya’dan Berlin’e göç etmiş orta halli bir Yahudi ailesinin kızı olan Felice Bauer ise o dönemde Berlin’de dikte aletleri üreten bir şirkette yönetici olarak çalışıyordu. Kafka’nın Felice ile bağı daha çok bir mektup ilişkisi. Kelimeler üzerine inşa edilmiş.
Kafka, mektuplarında ne kadar çekilmez, huysuz, hasta, bencil biri olduğunu anlatıyor. Evlilik teklifinde bulunduğu sevgilisini evlenmekten caydırmaya uğraşıyor. Büsbütün kopmaya da gönlü razı değil; çünkü içindeki yazma iştahını bu çelişki besliyor. Kelimelerle sevdiğine dokunmak istiyor.
Felice ile beraberliğinin ilk dönemlerinden itibaren Kafka’nın üretkenliği artıyor. Dünya edebiyatının baş tacı eserleri Yargı, Dönüşüm, Amerika, Dava’nın bu dönemde yazıldığını unutmamak lazım.
Kafka’ya göre “...yazmak demek, aşırı ölçüde kendini açmak demek; bir insanın insani ilişki içinde kendini kaybettiğine inandığı ve aklı başında olduğu sürece kaçınacağı olağanüstü bir açık yüreklilik ve teslimiyet...” gerekir. (s.234) Mektuplarında korkularını, rüyalarını, hayallerini, kendisi için düşlediği hayat tarzını kaleme alıyor. “Benim için en iyi hayat tarzının, içinde yazı gereçlerim ve bir lamba bulunan. Genişletilmiş, kapısı kilitlenmiş bir bodrum katının en dip odasında yaşamak olduğunu düşünmüşümdür sık sık.” (s.235)
Kafka, daktilonun akılsızlığından, daha aklı başında olan kaleme “yerinden sökülmüş bir örümcek ağı gibi...”(s.680) olan hayatından, “...ortalıkta kendi cenazesini taşır gibi dolaşır...”(s.688) durumuna, yalnızlığa hasret bir ruh haliyle ama her koşulda coşkuyla yazıyor. Sessizliğe, kusursuz, içine hiçbir şeyin sızmadığı bir sessizliğe duyduğu hasreti, baş ağrılarını, iş yerinde olup bitenleri anlatıyor, Felice’nin de anlatmasını istiyor; ama biz onun neler yazdığını bilmiyoruz.
1960 yılında ölen Felice Bauer, Kafka’dan gelen mektupları hayatının son dönemlerine kadar muhafaza etmiş, ancak maddi sıkıntılar nedeniyle içlerinden bazılarını ayırarak ve muhtemelen imha ederek mektupların yayın hakkını 8000 dolar karşılığında Amerika’daki Schocken Yayınevi’ne satmıştı. Kafka’nın Felice’ye yazdığı mektuplar ilk kez 1967 yılında basıldı, aynı yayınevi 1987 yılındaki açık artırmada mektupları yaklaşık yarım milyon doların üzerinde bir rakama sattı. Felice’in Kafka’ya yazdığı mektupların ise Kafka tarafından imha edildiği sanılıyor.
Karşılığı olmayan mektuplar, okura neyi ne kadar anlatır tartışmalı olsa da Kafka’nın dünyası çok katlı okumalara açıktır; birbiriyle çatışan farklı görüşlerin hemen hepsine malzeme sağlayabilir. Kim neyi isterse onu alır metinlerden.
‘Felice’ye Mektuplar’ soluksuz okunacak bir kitap değil (706 sayfa). Sevgiliye yazılan cümleleri, Kafka’yı daha yakından tanımak ve eserlerinin izini sürmek için fırsat görebiliriz. Birden fazla çevirmenin birlikte çalışmasının, güvenilir bir metin yaratma açısından son derece doğru bir karar olduğu da açık. Çevirmenler “Kafka’nın düşünce ve duygu dünyasını anlamak esas çıkış noktamız olsa da Felice Bauer’in bu ilişkide ne kadar yıpranmış olabileceğini düşünmeden, yer yer Kafka’ya kızmadan edemedik, kendine ve en yakınındakilere acı çektiren Kafka’nın maraziliğinin dünyaya bakışımızı her zaman nasıl tepetaklak etme gücüne sahip olduğunu tekrar tekrar gördük, algıladık.” diyorlar.
Kafka’nın yazdıklarını tanımlamak için “kasvet” sözcüğü kullanılır. Eserlerinde de mektuplarında da hissedilen kasvet insanı bunaltır, içini karartır. 15 Temmuz/darbe gecesi de hepimiz için kasvetli bir geceydi. Neyin ne olduğu belki yıllar sonra ortaya çıkacak.
Darbe günlerinde, baskı, entrika, soygun ve cinayet ortamında düş kurmak zordur. Hayat sanattan, sanat da hayattan medet umar; bazen bir görüntü, bazen tek bir sözcük, renk, ses, hareket ayakta kalmanın yolunu gösterir, nefes almamızı sağlar. Kafka’nın bir mektubunda “...ayaklarımdan tutup yazmanın içinden çekip çıkardım kendimi...” (s.250) diye yazması bana, Peter Weiss’ın “Önemli olan, insanın kendi kendini saçlarından kavrayıp ayağa kaldırması, kendini bir eldiven gibi ters yüz edip evrene yepyeni gözlerle bakmasıdır.” cümlesini hatırlattı. Size de hatırlatmak istedim. (AB/NV)
Franz Kafka - Felice'ye Mektuplar, Çevirenler: Çağlar Tanyeri, Murat Sözen, Turgay Kurultay, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Modern Klasikler Dizisi. Nisan 2016. 706 sayfa.