Bu sözleri, İngiltere için konuştuğunu savunan medya kurumlarında okumayacaksınız. Ama hepsi doğru. Basra'yla birlikte ve Bush ve Blair'in zoruyla utanç artık bizim imzamız oldu.
Kendi propagandasına inanan güç
Su ve enerji kaynaklarını imha ettikten, yiyecek geçişini engelledikten ve buradaki insani direnişi kırmada başarısız olduktan sonra, nüfusunun yüzde 40'ından fazlası çocuklardan oluşan bir kenti kuşatma altına almaya hazırlanıyorlar.
İngiliz tarihi için ne kadar aşağılayıcı bir an. Tasavvur edilemez bir refaha sahip ABD, bir süper güç olarak dünyanın en güçlü silahlarıyla yokluklar içerisinde bir ülkeye saldırıyor ve bu gücün koalisyon ortağı dünyanın en profesyonel ordularından birine sahip olan İngiltere.
Kendi propagandasına inanan askeri güç, Irak direnişi karşısında afalladı.Basra'yı savunan militan güçlerini, bu güce ait savaşçıların birbirlerini öldürdüğü şeklindeki korkunç hikayelerle küçümsemeye çalıştılar. Gerçekte ise, Iraklılar, bir diktatörü değil ama yurtlarını savunmak için aslanlar gibi savaşıyorlar. Bu gerçeği makul İngilizlerin büyük çoğunuluğu da takdir edecektir.
Tony Blair ve propagandacılarının korktuğu tarihsel karşılaştırma, İngilizlerin işgale karşı kendi savunmalarını hatırlamaları. Bu 60 yıl önce yaşandı ve şimdi "biz" açgözlü işgalciler olduk.
Dün Blair, son beş sene içerisinde 400 bin Iraklı çocuğun yetersiz beslenme ve ilgili nedenlerden öldüğünü açıkladı. Iraklılara, "Devasa bir insani yardım ve temiz su sizi Kuveyt'te bekliyor, yeter ki Irak rejimi bu yardımın güvenli bir şekilde geçmesine izin versin" dedi.
Çocukları öldüren kimdi?
Gerçekte, Birleşmiş Milletler Çocuk Fonu (UNICEF) tarafından yayınlananlar da dahil olmak üzere ciltlerce kanıt, bu çocukların ölmesinin gerçek nedeninin süregelen bir kuşatma, Amerika ve İngiltere tarafından uygulatılan 12 yıllık ambargo olduğunu açık biçimde ortaya koyuyor.
Geçen Temmuz ayı içerisinde BM tarafından onaylanan ve parası Irak hükümeti tarafından ödenen 5.4 milyar dolarlık insani malzeme, Blair hükümetinin de onayıyla Washington tarafından bloke edildi.
"Petrol karşılığı gıda programı" için Irak'a gönderilen BM'nin eski genel sekreter yardımcısı Denis Halliday, ambargonun etkilerini "soykırımdan aşağı kalır hiçbir yanı yok" kelimeleriyle tanımlamıştı. Ardından aynı göreve gelen Hans Von Sponeck de benzer kelimeleri telaffuz etmişti.
İkisi de, ambargonun Saddam'ın gücünü gerçekte artırdığını söyleyerek durumu protesto etti ve çareyi istifa etmekte buldu. İkisi de Blair'i yalancı ilan etti.
Ve şimdi Blair'in askerleri Basra'yı "yumuşatmak" için yüksek teknoloji ürünü füzelerini ateşliyorlar.
Şehrin caddelerinde dolaştım, bir ABD füzesiyle darmadağın olmuş bir yoldan geçtim. Ölenler çocuktu, bu normal tabii, çünkü çocuklar her yerde. Yüzüme bir mendil tuttum ve bir okul bahçesinde bir öğretmen ve yüzlerce yetersiz beslenmiş çocukla ayakta durdum.
1991 savaşına sahne olan ve ABD ile İngiltere gerekli teçhizatı vermeyi reddettiği için asla temizlenmeyen güneydeki cephelerden tozlar esti. Dr. Cevad El Ali bu tozlara "ölümümüzün tohumları" diyor.
Kimyasal silahı ABD kullanıyor
Basra'nın ana hastanesinde çocuk koğuşunda daha önce görülmemiş kanser çeşitlerinden ölümlere sık rastlanıyor ve uzmanların güney Irak'taki nüfusun yarısına yakınının kanserden öleceğinden pek şüphesi yok. Bu kanserlerin nedeni ise ABD ve İngilizlerin kullandığı kitle imha silahları, seyreltilmiş uranyumla kaplı bomba ve füzeler.
Bir kez daha, Amerikalılar, ABD ordusunda eski bir fizikçi olan Profesör Doug Rokke'un deyişiyle "Her yeri ve herkesi zehirleyen bir çeşit nükleer silah"ı bölgede kullanıyorlar.
Bugün, ABD tankları tarafından yapılan her bombardıman, solunduğunda ya da temas edildiğinde kansere yol açacak 4 bin 500 gram katı uranyum ihtiva ediyor.
Bu, ve iki müttefikin de kullanmaya başladığı yeni misket bombaları saklanıyor. Bir kez daha, İngiliz halkından savaşın gerçekleri saklanıyor.
Televizyon ekranlarında hastanelerde bandajlar içindeki çocukların görüntüleri yer alıyor, ama bir Tornado'nun attığı misket bombalarının sonuçlarını göremiyorsunuz.
Kafası şarapnel yarasıyla parçalanmış çocuklar, ya da kanlar içerisinde lime lime olmuş çocuk bacakları size gösterilmiyor.
Bu tür görüntüler "kabul edilemez", çünkü seyircileri rahatsız eder, ve yöneticiler böyle bir şey istemez. "Görünmeyen" sahneler gerçeğin ta kendisi. Iraklı anne babalar sakat kalmış çocuklarına bakmak zorunda kalıyorlar, öyleyse bu çocukların uğruna katledildiği bizler, neden onların gördüklerini görmeyelim.
Acılarını neden paylaşmamalıyız? Bu suçlu işgalin gerçek doğasını neden görmemeliyiz?
Diğer savaşların sterilize edilmesi, tekrarlanmalarına neden oldu.
Eğer bir uydu TV'niz varsa, içeriğiyle kendini diğer kanallardan ayıran El Cezire kanalını bulmayı deneyin. Amerikalılar Afaganistan'ı bombaladıklarında, "akıllı" bombalarından biri Kabil'deki El Cezire bürosunu vurmuştu. Pek az kişi bunun bir kaza olduğuna inandı. Bu daha ziyade, kanalın bağımsız gazeteciliğine bir tanıklık oldu.
Unutmayın, Blair'ın "birliklerimizi destekleyin" söylemine rağmen, haklılığını kanıtlaması gerekenler savaşa karşı çıkanlar değil. Onları desteklemenin tek bir yolu var, hemen evlerine geri çağırmak.
1932 yılında Iraklılar, İngiliz sömürgeci yöneticilerini başlarından attılar. 1958'de Haşimi monarşisinden de kurtulmayı bildiler.
Iraklılar, bütün zorluklara karşın diktatörlerden kurtulabileceklerini gösterdiler. Peki Saddam'ı neden devirmiyorlar?
Çünkü, ABD ve İngiltere, onlara uyduğu zamanlarda Saddam'ı desteklediler ve silahlandırdılar. Ondan sıkıldıklarında, onun iktidarına tek alternatif olacaklarına ve ulusunun kaynaklarını paylaşacaklarına emin olmak istediler.
Emperyalizm her zaman böyle çalışır
Blair'ın deyişiyle "yeni Irak" için pek çok model olacak. Mesela Haiti, Dominik Cumhuriyeti ve Nikaragua gibi tamamı Amerika tarafından işgal edilmiş ve Washington izin verdiğinde kısır diktatörlüklere devredilmiş ülkeler gibi.
Saddam iktidara ancak 1979 yılında Amerikalılar, Baas partisinin kurulmasına yardım ettikten sonra gelebilmişti. Dönemin görevli CIA yetkilisi şöyle demişti: "Bu benim favori darbem oldu."
Bir dahaki sefere Blair'in ateşli ama samimiyetsiz söylemini duyduğunuzda, bu gerçekler arkasındaki alaycılığı aklınızda bulundurun. Ve gözlerinizi kırptığınızda, tabii eğer öldürülen ve sizin adınıza parçalanan çocukların "kabul edilemez" görüntüleri karşısında gözlerinizi kapatabiliyorsanız, Başbakanımızın "bizim basit vatanseverliğimiz" derken ne demek istediğini bir kez daha düşünün.
Bu, Tolstoy'un yazdığı cinsten bir vatanseverlik: "Bu, hükmedenlerin tutkularını ve göz diktikleri arzularını gerçekleştirmeleri için bir yoldur; ve hükmedilenlerin insan gururundan, mantıktan ve bilinçten el çekmesinden başka bir şey değildir."(NK)
*Sydney'de doğan John Pilger, savaş muhabirliği, film yapımcılığı ve oyun yazarlığı yapıyor. Londra'da yaşayan Pilger, Vietnam ve Kamboçya'daki çalışmalarıyla, iki kez İngiliz gazeteciliğinin en yüksek ödülü olan "Yılın Gazetecisi" ödülünü aldı. Diğer ödülleri arasında "Yılın Uluslararası Gazetecisi", "Birleşmiş Milletler Medya Ödülü", "American Television Academy Award (Emmy)" ödülleri yer alıyor. (NK/BB)
* Yazı, znet.org sitesinde yayınlandı, sendika.org'un Türkçeleştirdiği makalede ara başlık ve vurgular Bianet'e aittir.