Amerika'nın temel tartışma ve ayrışma konularındandır kürtaj, Cumhuriyetçileri ve Demokratları saflaştırır. Ve Başbakan sayesinde kürtaj artık Türkiye'nin de en büyük dertlerinden biri, her yeni gün, çeşitli cephelerden yeni yeni yazılar okuyoruz, televizyonlarda bu meseleyle ilgili tartışmalara kabartıyoruz kulaklarımızı.
Peki, kürtaj ve bir de üstüne sezaryen mevzuları birden bire neden polemik konusu oluverdi? Başbakanı, ansızın Türkiye'nin "Papa"lığına soyunduran neydi?
Roboski tartışmaları sürüp giderken, Başbakan beklenmedik bir hamleyle, "her kürtaj bir Uludere'dir" diyerek, olayı alakasız bir biçimde kürtaj ve sezaryen meselelerine bağladı. Kürtaj ve sezaryeni net bir dille "cinayet" olarak gördüğünü belirten Erdoğan, dolayısıyla Uludere'yi de bir cinayet, katliam olarak kabul etmiş oldu -peki, neden hâlâ doğru düzgün bir özürden imtina ediyor?
"Her kürtaj, bir Uludere'dir!"... Metafor desen değil, edebî bir yaklaşımla kullanılmış bir sözcük desen hiç değil. Erdoğan'dan alıştığımız şekilde açıkça kaba ve "söyledim bitti" demeye getiren bir üslup. Roboski, şüphesiz vahşice yapılmış bir katliam, kürtaj ve sezaryense bir tercih ya da zorunluluktan ileri gelen birer vakıa. İkisini bir araya getirip, aynı kefeye koymaksa, asıl vahşeti algılarda basitleştirmeye dönük yeni bir Ali Cengiz oyunu ve yeni bir vahşet.
Başbakan ve sağlık bakanı, kürtaj ve sezaryen ile ilgili yasada yeni düzenlemeler yapacaklarının sinyallerini verdi.
Basından öğrenebildiğimiz kadarıyla kürtaj operasyonları dört haftalık gebeliklere kadar uygulanabilecek, bu jinekologlara göre kürtajın fiilî olarak yasaklanması anlamına geliyor, ancak Başbakan meseleye doktorlardan daha hakim olacak ki, bu yönde adımlar atmaktan çekinmiyor.
Sezaryenin de "gereksiz olanları" takibe alınacakmış. Peki bunun gereklisini, gereksizini kim belirleyecek? Başbakan mı? Sezaryene karşı böyle bir tutumun hekimler üzerinde yaratacağı dolaysız baskıyı tahmin edebilmek şimdiden güç olmasa gerek. Bu doğrudan devletli baskının yol açacağı olumsuzlukların da ne gibi telafisiz tıbbî felaketlere yol açabileceğiyse aşikar.
Kürtajı ve hatta sezaryeni cinayet olarak görenlerin, aynı mantıktan sonuca doğru ilerlerlerse, ergen ya da partnersiz erkeklerin mastürbasyonuna ve ilişkide prezervatif yahut değişik gebelik önleyicilerinin kullanımına da karşı çıkmaları gerekmez mi?
Ceninin istenmeyen gelişimi ve doğumunun engellenmesi cinayetse eğer, ceninin ve hepimizin erken formu olan spermin de "boşa israf edilmesi" aynı suçun farklı bir şekli olmuyor mu?
Cinselliği, çocuk yapmaktan başka bir şey olarak görmeyenlerin ve kadını bir tarla olarak değerlendirenlerin şüphesiz bu mantıkî evrenleriyle buralara dek varmaları gerekir, dolayısıyla abarttığımı düşünmüyorum.
Başbakan kendi fundamentalist kafa yapısıyla elbette bu konularda söylediği gibi düşünüyor, ama bu konuları böylece hiç teklifsiz ve aniden orta yere atmasının sebebi de sadece onun kürtaj vesaire meselelere bu şekilde bakması değil.
Uludere'nin hesabının sorulmasından "altı aydır bu meseleyi neden gündemden düşürmüyorsunuz!" diye esip gürleyerek rahatsız olduğunu açık şekilde dillendiren Erdoğan, topluma -her zamanki gibi hükümet açısından tek bir açık kapı bırakmadan- yeni hararetli tartışma konuları sunarak, onu asıl tartışılması gerekenlerden uzak tutma çabası içindedir. Manipülasyon ve en zor durumda olduğu anlarda bile baskın çıkma gayreti AKP'nin karakteridir.
Yazarların kitaplarından, köşe yazılarına, gazete sahiplerinin yazarlarla ilgili tasarruflarından, dergilerdeki karikatürlere, oradan Behzat Ç.'ye dek her şeye karışma hakkı olduğunu düşünen AKP hükümetinin şimdi de insanların cinsel yaşamlarına ve çocuk isteyip, istememelerine karışması şaşırtıcı değil.
Hükümet, iktidarının sorunsuz devamı için toplum bilincinde her açıdan türlü psikolojik baskıyı örgütleme amacını teklemeden sürdürmekte. Geliştirilmiş olan, yaşamın tüm alanlarına müdahaleyi hak gören bu dikta zihniyetinin ülkemizde yeni bir "Sezar"ı ¹ yarattığı artık daha da açık.
Başımızdaki yeni Sezar büyük bir iştahla "veni vidi vici" ² demeye hazırlanırken, "vici!" diyemeden onu girdiği imparatorluk rüyasından uyandırmak gerekiyor. (İGY/HK)
(1) "Sezaryen" adı Roma imparatoru Jül Sezar'dan (Julius Caesar) gelir. Sezar'ı, annesi Aurelia Cotta böyle bir operasyon sonucu doğurmuş.
(2) "Geldim, gördüm, yendim". Sezar'ın Tokat Zile'yi aldıktan sonra söylediği ünlü söz.