"Benimle savaş için değil... Barış için ölmek isteyen bir tek kişi bile olursa bundan büyük bir mutluluk duyacağım..." (Müziğimiz filminden)
Bu yazı çok ama çok "gecikmiş sözcükler"den oluşan bir yazıdır.
Sözcükleri bir araya getirip de onlardan bir yazı yaratmak zordur bazen. Hele bir de bu sözcükler ölümlerin yaşandığı zamanlara aitse yazmak daha da zordur. Çünkü o an toprağa düşen her insanla birlikte sözcükler de toprağa düşmüştür.
Toprağa düşen sözcüklerle yazmak...
Yirminci yüzyılın o büyük savaşın, Birinci Dünya Savaşı'nın dehşetini, Erich Maria Remarque "Batı Cephesinde Değişen Bir Şey Yok" adlı başyapıtında tek tek toprağa düşüp yitip giden gencecik Alman askerlerinin hikâyesini, kendisi de en sonunda toprağa düşecek olan Paul Baumer'in hikâyesi üzerinden anlatır. Hem de toprağa düşen sözcüklerle...
Remarque, savaş karşıtı bu yapıtında insana verdiği önemi yalın ve çıplak bir şekilde dile getirir. Batı Cephesinde Değişen Bir Şey Yok Nazi Almanya'sının kitap yakma eylemlerinde ilk yakılan kitap olur.
Erich Maria Remarque gibi Andre Malraux da "İnsanlık Durumu" adlı başyapıtında "insanların kendilerinde fark edemedikleri asaleti tasvir etmek" amacıyla aynı trajediyi yazar. Hem de toprağa düşen sözcüklerle...
Hem Erich Maria Remarque hem de Andre Malraux hepimizin insan olduğu gerçeğini yalın ve çıplak bir şekilde anlatır.
Edebiyata toprağa düşen sözcüklerle giren savaşın vahşeti sinemada da yansımasını sözcükler, görüntüler ve müzikle bulmuştur. Sinema da tıpkı edebiyat gibi yaşamdan beslenir ve bir yerlerde durup kaydeder yaşamı.
İşte "Serseri Aşıklar" (1960) ile sinemada adını duyuran Jean-Luc Godard da "Müziğimiz" adlı filminde Malraux ve Remarque gibi savaşın vahşetini bizlere gösterir. O bunu sinemasal yolla yapıp anlatır. Anlatmakla kalmaz "sorgulatır." Sorgulatmakla da kalmaz, tüm bu vahşete sebep olan insanlar -bizim- için Tanrı'dan "bağışlanma" diler.
2004 yapımı Müziğimiz filmi, Godard'ın yetmiş dört yaşındayken Saraybosna'ya yaptığı ziyaretlerden sonra çekilir.
Filmde Nade Dieu (Olga) Sarah Adler (Judith Lerner), Rony Kramer, Mahmud Derviş, Juan Goytisolo, Pierre Bergounioux, Jean-Luc Godard rol alır.
Müziğimiz, kurgusal karakterlerle gerçek karakterlerin bir arada verildiği bir filmdir. Filmin gerçek karakterleri Filistinli şair Mahmud Derviş, yazar Pierre Bergounioux, filozof Juan Goytisolo ve filmin yönetmeni Jean-Luc Godard'dır.
Filmi de izlerken gördüğümüz gibi Godard, Saraybosna'da bir öğrenci grubuna "simge/fotoğraf" ve "metin" üzerine bir seminer verirken Mahmud Derviş de İsrailli bir gazeteciye kendi ülkesi olan Filistin'in trajedisini anlatır.
Cehennem ve Bağışlanma
Müziğimiz, Dante'nin "İlahi Komedya"sından esinlenerek üç bölüm/krallık halinde verilir.
Birinci bölüm I. Krallık: Cehennem adlı bölümdür.
"Masallar zamanında... Silahlı insanlar yeryüzüne çıkıp birbirini yok etti... Burada kelle uçurma takıntılarıyla korkunçlar... Beni şaşırtan şey hala hayatta kalanların olması... Bize zulmedenleri bağışladığın gibi sen de bizim günahlarımızı bağışla... Evet, bağışladığımız gibi bağışla... Evet, bağışladığımız gibi bağışla... Ölümle iki şekilde yüzleşebiliriz: İlki imkanlılığın imkansızlığı gibi...Diğeri imkansızlığın imkanlılığı gibi...'Ben' başka bir insan..."
Bu bölüm en kısa bölümdür. Her şeyin anlatılmak/söylenilmek/gösterilmek istendiği bölümdür belki de. Savaş imgeleriyle doludur... Gördüklerimiz gerçek savaş görüntüleridir... Uçaklar, tanklar, savaş gemileri, patlamalar, saldırılar, öldürmek için ateş açan ve doğrultulan silahlar, ölümler, kıyımlar, yerlerde sürüklenen bedenler, meydanlarda savaşan askerler, bombalanan, yakıp yıkılan ve yok edilen şehirler/kasabalar/köyler, "savaş oyunu" oynayan çocuklar, Tanrı'ya yakaranlar...
Bu bölümün tamamı siyah-beyaz ve renkli görüntülerden oluşur. Görüntüler "cehennem" tasvirini yansıtacak şekilde verilir. Bu vahşet dolu sessiz gerçek görüntülere "müzik" ve "sözcükler" -yukarda alıntılanan sözcükler- eşlik ederek Tanrı'dan yaratılan "cehennem" için "bağışlanma" dilenir.
Barış çığlığı
İkinci bölüm II. Krallık: Araf adlı bölümdür.
"New York'ta yaşıyor bile olsam, kâbuslarım var... Hayfa'dan bir dostum düşmanı değil, kendisinin İsrail'i değil Filistin'i düşlediğini söyler..." (İsrailli gazeteci kız)
"Zamanı gelmedi mi? Çağda yüz yüze gelmenin zamanı gelmedi mi? Uçurumun ucunda buluşuyoruz... Rüzgarlar kanamalarına rağmen başlangıcımızı ve sonumuzu anlatacak... Ve günlerimiz efsanenin külleri içinde gömülü kalacak..." (Kızılderili kadın)
"Gerçeğin her zaman iki yüzü vardır... Troyalı kurbanların seslerini Yunan şairi Euripides'in ağzından duyduk... Oysa Troya kendi hikâyesini asla anlatmadı... Büyük şairleri olan uluslar ya da ülkeler şairleri olmayan ulusları mağlup etme hakkına sahip mi? İnsan şiir yazmadan güçlü kalabilir mi? Daha düne kadar tanınmamış bir ulustan geliyorum... Ve Troya şairi, yok olanlar adına konuşmak istiyorum... Zaferde olduğundan daha çok yenilgide ilham ve insanlık dramı vardır... Galiplerin tarafına aitsem kurbanların dayanışma gösterisinde yer almak isterim... Çünkü siz bizim düşmanımızsınız ve ilgi sizin üzerinizde, bizim değil... İsrail'i bir düşman olarak görme talihsizliğini yaşadık... Aynı zamanda İsrail'i bir düşman olarak görme mutluluğunu yaşadık... Bize yenilgi ve farkındalık verdiniz..." (Filistinli şair Mahmud Derviş)
"Çek ve tersine çevir, film yapımında iyi bilinen terimlerdir... Göreceğiz ki aslında gerçeğin iki yüzü vardır... Örneğin; İsrail 1948'de 'vaat edilmiş ülke'ye doğru suya girdi... Filistinliler ise suya boğulmak için girdi... Çek ve tersine çevir... Çek ve tersine çevir... Yahudi halkı kurguya dönüştü... Filistin halkı belgesel oldu..." (Jean-Luc Godard)
Bu bölüm en uzun bölüm olup müzikle açılır. Gösterilen coğrafya, savaş sonrasının Saraybosna'sıdır. Savaşın izleri hala görülmektedir. Çünkü savaş en derin yaraları açar. Çünkü savaşın izleri silinmez hiçbir zaman.
Bu bölümde gösterilen coğrafya Saraybosna olsa da İsrail'in "vaad edilmiş topraklar"a gelişi, İsrail-Filistin savaşı, Ortadoğu'da yaşanan ve belki de hiçbir zaman bitmeyecek olan günümüz savaşlarına da göndermeler vardır.
Yaşlı bir kadın ile küçük bir kızın koşa koşa getirdiği ve bir masaya bıraktığı kitap, durmadan tekrarlanan ve düşündürten sözcükler, katledilen Kızılderililer, İsrailli gazeteci kız ile Filistinli şair Mahmud Derviş arasındaki konuşma (yukarda alıntılanan sözcükler), Godard'ın "mutluluk" ve "boşluk" ifade eden fotoğrafın gerçekliğine dair öğrencilere verdiği seminer ile Homeros, Faulkner, Hannah Arandt'e de göndermeler vardır.
Ayrıca Osmanlı sultanı Kanuni döneminde yapılan, ancak Saraybosna'daki savaş sırasında tahrip olan Mostar Köprüsü'nün (Yaşlı Kadın) yeniden restore edilmesi anlatılarak, restore edilmek istenenin aslında geçmiş ve geleceği mümkün kılmak olduğu anlatılmak istenir. Böylece insanlığın acısını "suçlululuk"la birleştirerek "bağışlanma"ya gönderme yapılır.
Bu bölümde yer alan karakterler gerçek ve kurgusal olup iç içedir. Mahmud Derviş, İspanyol yazar Juan Goytisolo ve Godard'ın kendisi "gerçek" karakterlerken, kendilerine yapılan katliamları sorgulayan Kızılderililer, "barışın olduğu bir yer görmek istiyorum" diyen ve ailesi Yahudi soykırımına uğramış gazeteci Judith Lerner -Hannah Arandt gibi- ile İsrail-Filistin savaşının sona ermesi için ölmenin başka bir anlamı da olacağına inanan, onu arayan ve kendisini onun için adayan sinema tutkunu Olga gibi karakterler de "kurgusal" karakterdir. Ancak gerek gerçek gerekse kurgusal karakterler yaratılan "cehennem"i sorgular.
Bu bölümün en önemli sahnelerinden biri Tel Aviv'li, ailesi de soykırımı yaşamış İsrailli Olga'ya dair bölümdür. Sinema tutkunu Olga çektiği filmini Godard'a teslim ettikten sonra Saraybosna'dan ülkesine döner. Kudüs'te bir sinema salonunda kendisiyle birlikte herkesi havaya uçurmak ister. Omzundaki kırmızı çantasıyla insanların önüne atılır. Eylemini gerçekleştirmeden önce herkese çıkmak için beş dakika süre verir. Kendisiyle savaş için değil barış için ölmek isteyen herhangi bir İsrailli olursa bundan büyük bir mutluluk duyacağını söyler. Ancak bir tek kişi bile onun bu "barış çığlığı"nı duymak istemez ve onu yalnız bırakırlar. Omzundaki çantasının içine tam elini atacağı sırada polisler tarafından bedeni kurşunlarla paramparça edilir. Oysa elini atacağı istediği kırmızı çantada yalnızca kitapları vardır.
Sinema tutkunu Olga'nın "barış çığlığı", "müziğimiz"e karışır ve son bölüme geçilir.
Cennetteki Amerikalılar
Üçüncü bölüm III. Krallık: Cennet adlı bölümdür.
"Yan yana iki kadın... Onlardan biri benim... Diğerini ise hiç görmedim... Ama kendimi tanıyabilirim... Sanki uzaktan görülen bir hayal gibi..." (Olga)
Bu bölümde Araf bölümünde insanların savaş için değil barış için kendisini adamasını isteyen ve kendisini adayan sinema tutkunu Olga, burada bir gezinti yaparak bize "cennet"i gezdirir.
Deniz kıyafetleri giymiş Amerikan askerlerinin koruduğu ve güzel çiçeklerin, yemyeşil ağaçların, coşkun suların aktığı, insanların eğlendiği, bir adamın "Geri Dönüşü Olmayan Cadde" adlı kitabı okuduğu, tel örgülerle çevrilmiş bir sahildir burası. Cennet olsa bile burada askerlerin elinde silah olması Amerika'nın her yere olduğu gibi cennete de hakim olmak istemesini yansıtması açısından düşündürücüdür.
Film, "Güzel, açık bir gündü... Çok uzağı görebilirsiniz, ama Olga'nın çıktığı yeri göremezsiniz" sözcüklerine karışan "müziğimiz" ile biter.
Godard'ın sinemasal yolla dünyanın hal ve gidişini sorguladığı "Müziğimiz" filmi mutlaka izlenilmesi gereken bir film. Ölümlerle ağırlaşan toprağa yeni mezarlıklar açmak isteyenlerin savaş sesleri yerine Olga'nın çıktığı yeri görmek, barış çığlıklarını duymak ve barışın sesi olmak adına izleyin. (KT/YY)