Farklı iklimlerde iki seçim süreci yaşadık.
Biri Nisan baharında, güllük gülistanlıktı, diğeri Şubat kışında kasvetli ve isli... Öyle ki Türkiye ve Kürdistan'da seçim havası yok. Oysa sonuçları hükümsüz sayılan Haziran seçimi öyle miydi?
HDP'nin barajı aşıp yüzde 13,1 oy alması, hakikaten de o "buzdolabına kaldırılan" çözüm sürecinin olgunlaşıp barış getireceği yönündeki beklentiyi arttırmıştı. Hemen her parti seçmeninde de aynı beklenti vardı hatta. HDP seçmeni AKP'nin sürece samimi yaklaşmadığına inansa da, HDP'nin başarısının AKP'yi ciddiyete, samimiyete zorlayacağını düşünüyordu. Hemen her gün HDP'ye bir saldırı olmasına, bir üye ya da yöneticisinin gözaltına alınmasına veya tutuklanmasına rağmen... HDP seçmeninin 7 Haziran akşamındaki sevinci, aslında barışa yaklaşmış olmanın sevinciydi.
Olmadı ama; işler yine sarpa sardı, bombalar patladı, çatışmalar oldu, asker, polis, gerilla, sivil... Yüzlerce insan yaşamını yitirdi.
Suruç patlaması mı? Ceylanpınar'da iki polisin öldürülmesi mi?
Hangisinin Türkiye'yi adeta bir iç savaşın eşiğine getirdiği üzerine yürütülen tartışmalara, atışmalara girmek çok gereksiz... Zira Kürt meselesi gibi bir konuda, hele de artık bu meselenin muhatabı askeri gücü de olan ve Ortadoğu siyasi dengelerinin önemli bir yerinde duran PKK ise, daha önemlisi, Kürt meselesi Kürtlerin kolektif haklarının tanınmasının ötesine taşınıp uluslararası ölçekte kompleks ve çok değişkenli bir sorun haline gelmişken -Rojava'daki statüsel değişikliği ve bu eksendeki siyasi yaklaşımları kastediyorum-, kuramsal olarak ise sorun iktidar aygıtının fıtratındaki demokrasi karşıtlığıyken, bu tartışma ve atışmaların, AKP hükümetinin aleni bir manipülasyonundan öte anlam taşımadığı açıktır.
Sorunlar günümüzde zihinlerin ve çıkarların uyuşmazlığından çıkıyor ve yine çözüm, o uyuşmazlıkta düğümleniyor.
Çözüm sürecindeki uyuşmazlık neydi peki?
AKP'nin IŞİD üzerine oturttuğu "stratejik derinliği" belki de orta-uzun vadede PKK'ye karşı "yeni yöntemlerle" silahlı mücadele yürütmekti. Yani belki de bir "akıl" şöyle düşündü: "PKK'yle başkasının silahıyla, onun askeri yöntemleriyle mücadele edelim." Bu aklın aklına belki de çok güvenildi, bir sürü hazırlık ve ilişki içine girildi ve sonuç Rojava Devrimi ve Kobanê Direnişi'nin başarısı olunca, hesaplar alt üst oldu. Türkiye'deki Kürtlerin 6-8 Ekim olaylarındaki öfkesini de hesap bozan diğer önemli bir unsur olarak not etmek gerekir tabi.
Bunlara HDP'nin seçim başarısı da eklenince, üstelik AKP'nin tek başına iktidar olmasını engelleyen bir başarı, AKP açısından işler artık iyice "idare" edilemez hale geldi. İç ve dış siyaset, çöktü. Bu durumda Türkiye'nin Haziran seçimlerinden sonra yaşadığı travmatik olayların, o aklın öngöremediği olaylar olduğunu düşünmek politik saflık olur; olup bitenin hesaplanan şeyler olduğunu düşünmek de farz olur. En uzun MGK toplantısı falan...
***
AKP'nin hesaplarını bozan yegane unsurun "direniş" olduğu açık... Daha özel ifade edersek, hesapları da, ezberleri de bozan demokratik cephenin direnişidir -ki bu direnişin çatısı ulus-devlet anlayışı yerine "demokratik ulus" anlayışını ve siyasetini benimseyen HDP'dir.
AKP'nin hesapları bozulduğunda çılgına dönüp saldırganlaştığı biliniyor. Bugünlerde daha bir hırçınlaştığı da... O halde direnişi yükseltmek yine tek çare...
Yani yine direneceğiz; oy vereceğiz, oyumuzu kendi hanemize yazdıracağız, oyumuzun takipçisi olacağız.
"Velev ki" olmadı, biz yine direneceğiz. "İktidar her yerde" olacaksa, "direniş de her yerde" olacak yine... Çünkü insanız, demokrasiyi hak ediyoruz. (BA/HK)