Bugünlerde Kıbrıs'ta mürekkep yalamış birçok insan işini gücü bırakmış memleketinin derdine düşmüş vaziyette. Akademisyenler, iş insanları, emekli yöneticiler kurdukları gönüllü çalışma grupları içinde ülkelerini bağımlılıktan kurtaracak, kendi göbeklerini kendilerinin kestiği yeni bir ekonomik modeli bulmaya uğraşıyorlar.
Akşamları iş çıkışlarında, hafta sonu tatillerinde hatta öğle aralarında toplanıyor ve bir çıkış yolu arıyorlar. Bu beli ki incinmiş bir halkın gururunu tamir çabasıdır. Kıbrıs'ın yaklaşan begonvil rengi baharı bu kez adada gayri resmi bir dayanışma iklimini muştuluyor.
Türkiye hükümetinin tavrının Kıbrıs'ta nelerin değişmesine sebep olduğunu bu çalışma gruplarının üyesi bir iş insanı olan Ali Tüzünkan ile görüştük.
'' 'Something must be done' dan 'I must do something'' yaklaşımına
- Tayyip Erdoğan: ''Sen kimsin be adam, şehidim var gazim var'' dedi ya, hadi ben de sana sorayım, sen kimsin Ali?
Biz Kıprıslı Türk'üz. Türkiye'dekiler kadar da Türk'üz. Biz de Cimbom kazanınca tur atarız, biz de Aşk-ı Memnu izleriz. Sizden bir farkımız yoktur. Ama biz ayrı bir toplumuz. Kişisel olarak ben de, toplum olma vasfını çeşitli mücadeleler ve kayıplar sonucunda kazanmış bu yapının bir parçasıyım.
Hayatının yarısını Türkiye'de diğer yarısını Kıbrıs'ta geçirmiş, halen geçiren bir iş adamıyım. Anavatan'ın ne anlama geldiğini bu topraklar üzerindeki menfaat ve kaygılarımızın nasıl ortak olduğunu bilen birisiyim. Kıbrıslı Türklerin bir toplum olarak var olmaları olgusuna ne kadar saygısı varsa Anavatan düşüncesine de o kadar saygısı olan birisiyim.
- Peki, ortalığın karıştığı şu mitinge gelen süreci bir anlatır mısın, nasıl ortaya çıktı bu durum?
KKTC'de otuz yıldır devam eden bir ekonomik kriz olduğunu biliyoruz. Burada işleyen bir ekonomik modelin oluşturulamamış olması sır değil. Annan planı döneminde yabancıların adaya olan ilgisi neticesinde oluşan göreli rahatlamanın da bitmesiyle bu kronik kriz iyice derinlik kazandı. Dolayısıyla son zamanlarda bunalımın aşılması için Türkiye'nin verdiği yardımlarda bir artış oldu. Türkiye'deki mali disiplin artınca Kıbrıs'ta da bir ekonomik tedbir zorunluluğu ortaya çıktı.
- Türkiye Ada'ya daha çok para gönderir hale geldi öyle mi?
Evet, baktığımızda öyle gözüküyor. Ancak burada bakılması gereken bir diğer konu da nüfus artışıdır. O açıdan yaklaştığınızda kişi başına düşen yardımın ciddi oranda düştüğü görülebilir. Fakat böyle bir hesap yapamıyoruz çünkü biliyorsun adanın nüfusu şu anda bilinmiyor.
- Neden?
Burada nüfusun bilinmesi istenmiyor. Bu siyasi bir durum. Bir sayım yapıldı ama bize açıklanmadı. 245 bin gibi bir rakam telaffuz edilse de bunun bir gerçekliği olmadığı tahmin edilebiliyor. Adadaki satılan ekmek sayısının 750 bin olduğunu ya da tekil cep telefonu abonesinin 450 bin olduğunu düşünürsek bu anlaşılıyor.
- Peki, ekonomik olarak güçsüz olan bir yerde nüfus neden artıyor? Göç vermesi gerekmez mi?
Burada göç veren bölümü ağırlıklı olarak okumuş Kıbrıslı Türk kesimi oluştururken asıl göç alınan kesim iş gücü yoğun işlerde çalışacak Türkiye'den gelen işçilerden oluşuyor. Kumarhanelerde, otellerde, inşaatlarda çalışacak ucuz işçiler geliyor. Bu sosyal dengeyi tamamen bozan bir yapı elbette.
Çatışma da zaten buradan çıkmaktadır. Peki, nedir bu olan bitenin üzerine Türkiye'nin bize önerdiği? Bir ekonomik paket önerildi. 13.maaşın kaldırılmasından KİT'lerin özelleştirilmesine, Doğu Akdeniz Üniversitesi'nin yeniden yapılandırılmasından Kıbrıs Türk Kooperatif Bankası'nın özelleştirilmesine bir sürü madde içeren bir tedbir paketi geldi.
Bunlar ilk bakışta ekonomik akla uygun öneriler olmalarına karşın işin elbette bir de sosyal boyutu var: o da bütün bu tedbirlerin karşılığında ne olacağına ilişkin halkta oluşan bir güven ve umut sorunu ile ortaya çıkmaktadır. Kıbrıs'ta herkesin hemfikir olduğu konu; ortada bu bedelin ödenmesi karşılığında ele neyin geçeceğine ilişkin bir belirsizlik olduğudur. Sözgelimi ''Kendi çocuklarımızın yurtdışına göçmelerini önleyebilecek miyiz?'' ya da ''Bunun sonunda Türkiye'den çok daha fazla göç alacak mıyız?'' gibi kaygılardır bunlar. Bu endişeleri destekleyen de olumsuz gelişmeler olunca insanlar da bir infial duygusu uyandı.
Sadece ekonomik kaygıları neticesinde bu kadar insan meydanlarda toplanmış değildir. En basitinden Kıbrıs'ta toplam memur sayısı 12 bin civarıdır. Oraya toplanan insanların sayısı bunun çok çok ötesindedir. Orada çok ciddi miktarda özel sektörden insanlar da vardır. Peki, o insanların kaygıları neydi ve o kaygılarda gerçeklik payı var mıydı, diyerek baktığınızda bunun tamamen var olduğunu görüyorsunuz. Bakın bizim Başbakanımıza ne dedi Tayyip Erdoğan : '' Senin maaşin kaç para?''
- Nasıl hissedildi adada bu?
Toplumumuzda erkeğe maaş sorulmasının ayıp olduğunu herkes bilir öyle değil mi? Tayyip Erdoğan elbette o maaşın kaç para olduğunu biliyordu. Bunu bir amaçla sordu. Bunda bir şüphe yok. Bizim başbakan aslında buna bir cevap vermeliydi ama veremedi. Bu belki de önceden kurgulanmış bir şeydi. Basit gibi görünen ağır bir hakaretti.
İşte Tayyip Erdoğan'ın bu davranışı bizim toplumumuzda var olan bir kaygıyı çok açık bir biçimde doğrular özellikteydi. Buradaki algı, tedbirlerin kaynaklandığı ekonomik sebepler bahane edilerek adadaki Kıbrıslıların toplumsal varlığına ilişkin bir tehdidin oluştuğu yolundaydı.
Buradaki düşünce budur. Bundan sonra yapılacak olan özelleştirmelerin Türkiye'deki hükümetin sempati duyduğu çevrelere verileceğini düşünmek müneccimlik olmayacak herhalde. Telekom dairesi, Ercan Havaalanı, Doğu Akdeniz Üniversitesi, Kıbrıs Elektrik Kurumu gibi kurumlar özelleştirilmek üzere bekliyorlar. Doğal olarak toplumun öz varlıklarının kimlerle ve ne şekilde özelleşeceğine ilişkin ciddi kaygılar baş gösterdi toplumda. Haksız da değildir sanırım.
- Peki, toplumda ekonomik bir tehdidin dışında sosyal bir tehdit algısı da var mı? Seküler bir toplum olarak Kıbrıslıların kendilerini son gelişmeler de sıkıntıda hissedip hissetmediğini kastediyorum.
Kıbrıslılar birbirlerini severler. İyi davranırlar. Ama sen de bilin dindar değildirler. Böyle bir yaklaşımımız yoktur. Bu ülkede yoğun göç dalgasından önce neredeyse hiç bir adi suça rastlanmadığını biliyoruz. Hırsızlık, cinayet ya da tecavüz nedir burada neredeyse bilinmezdi.
Bu anlamda bizlerin dini vecibeleri yerine getirmeyen ama evrensel değerlere, insanlık değerlerine bağlı bir toplum olduğumuz açıktır. Manevi değerlerimiz kuvvetlidir. Burası sevgi cumhuriyetidir. Ailelerimiz buradadır ve birbirlerine bağlıdır.
Biz hala oğlumuzla yılda bir görüşmeyik, her gün görüşürük. Ama din işine gelince '' Elhamdülillah Müslaman mıyık? Müslümanık.'' O kadar yani. Şimdi bu kadar bütçe açıkları, sağlıkta, eğitimde eksikler vs varken, Lefkoşa'nın en merkezi yerine bir cami ve külliye yapılması yönünde karar alındı mesela. Kıbrıslıların kesinlikle böyle bir talebi yoktur. Anlıyorum ve kabul ediyorum ki göçle gelenlerin buna ihtiyaçları olabilir, saygıda duyarım ama seçilen yer bu açıdan simgesel ve manidardır.
- Neden?
Bunu Taksim'e cami gibi düşünmelisiniz. Lefkoşa'nın civarında bir sürü boş arsamız vardır. Oralara yapılsa kimsenin bir şey diyeceği yoktur. Ama siz bunu belli bir yerde diretiyorsanız özellikle egemenliğimizi genişletmek için yapıyorsunuz demektir. Burada bu böyle algılanmaktadır. Türkiye buraya kendi kültürel birikimini ve tarzını aktarmaktadır. Bu elbette bir rahatsızlık yaratmaktadır. Örneğin bakın ben buna bir ilginç örnek daha vereyim. Eskiden hep ''Kıbrıslı Türk'' diye konuşulurdu öyle değil mi?
- Şimdi ne deniyor?
Kıbrıs Türkü! ''Bu ne fark eder?'' diyeceksiniz. Çok şey fark eder. Adana Türkü, Hatay Türkü gibi bir şey değildir bu. Burada bir toplumsal varlıktan söz ediyoruz. Kıbrıslılık orada es geçilmektedir. Diğer yerlerle bilinçli olarak aynılaştırılmaktadır. Farklı bir toplumdan bahsedildiği vurgusu azaltılmaktadır. Tüm sorunlarına ve sorgulanabilirliğine karşın bizim ayrı bir devletimiz ve ayrı toplumsal varlığımız vardır. Bu söyleyiş bunu içermemektedir. Bu vurgu sanki ''Kıbrıs'taki Türkler'' düşüncesine yol açan bir durumdur. Bu adada Türkiye ile fiili entegrasyona gidecek bir sürecin sosyal, ekonomik ya da kültürel hazırlıkları olarak algılanıyor. Ne biliyim her yönden bir eşitleme çabası olarak gözüküyor. Kıbrıs'taki maaşlarla Türkiye'deki maaşları eşitlemeden tut da dindarlık oranını benzetmeye çalışmaya kadar...
- Peki, adadaki gündelik yaşamda bir muhafazakarlaşma hissediliyor mu?
Gözle görülür bir biçimde hissediliyor hem de. Doğu Akdeniz Üniversitesi'nin cemaat tarafından alınacağı söylentilerinden tut da Lapta'da liselerde okul çıkışında türban takan öğrencilere kadar birçok durum var. Bunlar söylenti bile olsa bu söylentileri doğuran bir toplumsal endişenin varlığını gösterirler.
Mitingin adı neydi? ''Toplumsal olarak varoluş'' Bunun atlanmaması lazım. Yoksa bireysel olarak geçersin Rum tarafına orada yaşarsın. Pek çoğu evrensel mesleklere sahip, dil bilen,iyi eğitimli, entelektüel Kıbrıslı insanların burada oluş sebebi''Aman çok para kazanalım'' değildir. Kendi topraklarında toplumsal varlıklarını devam ettirmektir.
- Peki bu kadar tehdit algısı orada neyi değiştirdi? Bu son olayların tezahürü ne oldu?
Çok iyi bir şey oldu Kıbrıs'ta. Yeniden toplum olduğumuzu hatırladık. Burada bir mail dolaşıyor orada diyor ki: '' 'Something must be done' dan 'I must do something' yaklaşımına.'' Bugün böyle bir davranış biçimi değişimi yaşanıyor adada. Artık bir şeyler yapmak vaktidir. Yurtdışında çalışırken Kıbrıs'a dönenlerin ben dahil hepsi şimdi anlıyorlar ve diyorlar ki: '' Biz buraya bunun için geldiydik.'' Bilgimizi aktarmak ve kendi planımızı ortaya koymak için buradayız. Şimdi biz bunu bir fırsat olarak düşünüyoruz. Bu fırsat da toplumsal varlığımızı garanti altına alacağımız bir sistemi el birliği ile oluşturmaktır. Bunun için herkes bilgi birikimini ve emeğini cömertçe paylaşmaktadır. Düzeni oturtmalıyız. Benim de içinde bulunduğum bir çalışma grubu kurduk ve kendi ekonomik planımızı yapıyoruz. Neyimiz var, neyimiz yok sayarak, planlayarak bir ekonomik model yazıyoruz. Üstelik bu sosyoekonomik de bir plan çünkü öyle olmak zorunda. İçimizde çok yetkin arkadaşlarımız var. Akademisyenler, iş adamları, adaya yerleşmiş emekli yabancılar vs var. Derdimiz ekonomik tedbirleri gevşetmek değil hayır belki de daha da sıkmak ama karşılığında ne kazanacağımızı ve kazanacağımızın bizim olacağını bilerek bunu yapmak. Şu anda adada bunu çalışan belki de beş altı tane grup var. İnsanlar işlerinden çıkınca geceleri, öğlen aralarında hatta işlerini güçlerini bırakarak bu planları oluşturmaya çalışıyorlar.
- Bunu yapabilecek bilgi var mı?
Çok ciddi olarak var. Bizim içimizde Amerika'daki, İngiltere'deki büyük üniversitelerden dereceyle mezun arkadaşlar, Avrupa'da iş tecrübesi olan insanlar, buradaki yedi üniversiteden akademisyenler, emekli olup adaya yerleşmeden önce çok ciddi şirketlerde üst düzey görevler yapmış yabancı vatandaşlar gibi birçok gönüllü insan var. Harıl harıl çalışılıyor. Ben hayatımda böyle bir enerji ve heyecan görmedim. Bu bizim ikinci toplum oluş sürecimiz.
- Açar mısın?
Birincisi 15 Temmuz 1974'deki Yunanistan'da olan darbe. O darbe olmasaydı biz hiçbir zaman bir arada bir toplum olarak yaşamak bilincinde olmayacaktık. Köylerde grup grup Kıbrıslı Türkler olarak yaşayacaktık. O darbe ve sonrasındaki müdahale bize toplum olma fırsatını verdi. Ancak geçen zaman içinde dejenere olduk ve bu bilinçten uzaklaştık. Fakat şimdi dönüşüm başladı. İkinci büyük uyanış AKP ile yaşanan bu kriz olmuştur. Bu bize bir toplum olmamız gerekliliğini yeniden ve çok güçlü bir biçimde hatırlatmış oldu. Şerden çıkan hayır bu olmuştur.
- Son olarak oradan buraya bakınca Türkiye nasıl görünüyor?
Bazı arabalarda ileri vites bilin, geri vitesin hemen yanında olur. Yanlışlıkla ileri atarken geri takan. Buradan Türkiye'nin ileri demokrasi meselesi bize biraz öyle görünüyor. (BB/EÖ)