* Fotoğraf: AA
Makalenin İngilizcesi için tıklayın
Türkiye’de ilk COVID-19 vakası resmi olarak 11 Mart’ta duyuruldu. O gün “ hastanın Avrupa temaslı ve erkek olduğunu, Türkiye genelinde yayılmayı önleyici tedbirlerin alındığını belirten Koca, "Bir veya birkaç vaka, salgın değildir, karantinaya alınmış bir hasta bir toplumu tehdit edemez" demişti.
Üzerinden 20 gün geçti. O günden bu yana hekimler, bütün sağlıkçılar aynı şeyi söylüyor: “bize, sağlıkçılara korunmak için yeterli malzeme sağlayın”.
Neden?
En fazla riskle karşı karşıya kalanlar ve hastalanırlarsa hizmet veremeyecek olanlar onlar. Hizmet vermek istedikleri, işe yaramak istedikleri için “yoksa, biz yokuz” diyebilirlerdi (demeli miydiler?), demediler, demiyorlar. Israrla dile getirdiler, getiriyorlar:
* aktif sürveyans sistemi (hastalığa ilişkin sistematik olarak veri toplama, analiz yapma, yorumlama) kurulsun ve sistematik bir biçimde filyasyon (hastaları ve bilinen hastalarla temaslıları bulma) uygulaması yapılsın,
* bunun için çok sayıda test yapılsın,
* süreç sağlık bakanlığı çekip çeviriciliğinde şeffaf ve iş birliği içinde yönetilsin,
* bütün sağlıkçılara, hekimlere -gerektiğinde görevlendirmek üzere- eğitim verilsin,
* tıbbi bakım için ventilatör başta olmak üzere alt yapı ve malzeme temini sağlansın,
* sağlık kaynaklarının kamusal bir anlayışla herkese eşit, ücretsiz olarak sunulması için gerekli düzenlemeler yapılsın (…)
Uzatmak mümkün ama misal olsun:
İşi bilen herkes/Dünya Sağlık Örgütü “test, test, test” derken ve Türkiye’de günde en az birkaç on bin PCR testi yapılabilecek alt yapı varken, yapılmadı. Neden? Çünkü Bakan “yayılmayı önleyici tedbirleri” almıştı ve “bir veya birkaç vaka” salgın değildi!
Ocak sonundan bu yana 40 günün üzerine çok değerli bir 20 gün daha geçti gitti.
***
Televizyonlarda, sosyal medyada vs konuşan bilim insanları -hatta Sağlık Bakanı bile/sanki- şu önümüzdeki birkaç gün, bu hafta çok kritik diyor. Tedbirlerin seviye seviye arttırılması (?!) da buna işaret ediyor olsa gerek.
Niye kritik?
Amerika’dan, “son derece kırılgan ve sosyal güvencesiz bir nüfusa hizmet veren” bir hastanede çalışan bir acil hekiminden aktaralım:
“Hastane’nin acil hasta biriminde yüksek ateş sebebiyle bekleyen 150 insan var. Kimileri test yaptırmak istiyor, kimisi acilen tedavi görmeli. Ölmek üzere değilseniz doktoru görmek için 8-10 saat beklemeniz gerekecek. Yatarak tedavi görmenize karar verilirse de yatak verilmesi bir gün daha sürecek. (…) Çok fazla insanı entübe etmemiz gerekiyor. Hemen hemen tüm ventilatörlerimiz kullanımda ve yoğun bakım üniteleri dolu. Çevre hastanelerden ilave ekipman tedarik ettik fakat bu, geçici bir çözümden fazlası değil. Yakında ventilatörleri hastalar arasında paylaştıracak mıyız? (…) Önümüzdeki hafta seçim şansımız olmayabilir. Evine yolladığımız yüzlerce hasta, solunum yetmezliği gerekçesiyle topluca hastaneye gelebilir.”
Kuvvetle muhtemel ki “bu hafta çok kritik” diyenler yukarıdaki tabloya benzer bir sürecin eşiğinde olduğumuzu düşünüyorlar, biliyorlar. 2-3 hafta içerisinde Türkiye’nin acillerinde, hastanelerinde de sağlıkçılar, hekimler işe yaramakla çaresizlik arasında ellerinden geleni yapmaya çabaladıkları bir kabusa uyanabilirler.
“O an” gelmesin, olmasın istiyoruz.
Ne var ki “herkes kendi OHAL’ini uygulasın” diye başlayan devletin kriz yönetimi, daha sürecin 20 günü dolmadan “bizbizeyeteriz” mottosuyla vatandaştan maddi destek talebine dönüşerek deyim yerindeyse havlu atmış durumda.
Durum böyleyse, hiç arzu etmediğimiz “o an”dan önce sağlıkçılar, hekimler ettikleri yeminin de bir gereği topluma karşı açık ve dürüst olmalı, söylemeliler:
Bütün çabamıza rağmen biz size yetemeyebiliriz!
O an acilde, yoğun bakımda, ventilatör başında… senin annen, benim kardeşim, onun eşi, sevgilisi, babası, dayısı, teyzesi, çocuğu… aynı anda hekimlerden gerekli ve yeterli hizmeti beklediğinde, bütün çabamıza rağmen biz size yetemeyebiliriz!
Bu ülkenin hekimleri, sağlıkçıları bir yandan hasta olmayıp ayakta kalmaya çalışırken öte yandan ettikleri yemine bağlı olarak ayrımsız herkes için ellerinden geleni yapmaya uğraşacaklar. Bilelim ki buna rağmen hiç istemediğimiz o an’da kabahat onlarda değil, olmayacak.
Sağlıkçıların tüm uyarı ve çabalarına rağmen kritik bir eşiğe geldik, içindeyiz artık. Belki de alkışlara dünden daha fazla bugün ihtiyaç var, olacak.
Bütün bir toplum olarak hepimiz, bir yandan ısrarla devletten bugün ve gelecek güvencemizi karşılayacak taleplerimizin peşine düşmeli, öte yandan yeniden her gün akşam 9’da alkışlarımızla yaşam isteğimizi ve sağlıkçıların/hekimlerin üzerine yüklenecek “o an”ların sorumluluğunu paylaştığımızı duyurmalıyız. (EB/TP)