Haberin İngilizcesi / Kürtçesi için tıklayın
Ali Sami Yen'in henüz yıkılmadığı günlerdi. Yeni Açık tribününün gediklisiydim. Şampiyonlar Ligi maçlarında bilet fiyatından dolayı alt, lig maçlarında da aynı gerekçeden üst tarafı tercih ediyordum.
Maçlara sıkça gittiğim arkadaşımla yerimizi aldık. Önce atkı şov, sonra “Alemin Kralı Geliyor”, İstiklal Marşı ve üçlü...
Omuz omuza maç başladı. Hararetli bir maç. Derbideyiz. Rakip Fenerbahçe. Belli bir zaman sonra hep birlikte Fenerbahçe'ye sövülmeye başlandı. Eller omuzlarda, ses telleri sınırlarda, boğaz yırtıldı yırtılacak, tribünde yerin sallanışını hissediyorum.
Ne kadar küfürlü tezahürat varsa sıralıyoruz tüm tribün. Önce, “Ben Cimbombom çocuğuyum Kanarya'yı neyleyim! N.K.F.V.A.S.* “ sonra da “Nınınınınıııı Fenerbahçe... Nınınınınıııı Fenerbahçe...”
Futbol izlerken durduk yere niye karşı tarafın anasına sövmeye başladığımızı sorguladığım dönemlerdi. Yukarıda söylediğim tüm tezahüratları büyük bir şevkle söyledim. Birlikte, bir grupla bir arada aynı anda aynı şeyi söylemenin hazzıyla ve büyük bir mutlulukla.
Tezahüratın ilk kısmı iyiydi aslında: “Ben Cimbombom çocuğuyum Kanarya'yı neyleyim...” Gerisini söylerken sesim belli bir zaman sonra içime kaçmaya başladı. Evde annemle derbi izlerken bunu duyduğumda garipsiyordum salonu kaplayan sesleri. Maçta da artık dilim varmıyordu.
Hem eleştirdiğim olayı gerçekleştiren grubun bir parçası olmak istemiyordum hem de “başka bir tezahürat mümkün!” diye geçiriyordum içimden.
Ben bir an o kötü tezahürattan kaçıp mırıldanma taklidiyle maçı izlemeye çalışırken önümüzdeki parmaklıkta ayağa kalkıp sahaya sırtını dönmüş ve herkesi bağırtmakla görevli amigonun omzuma vurmasıyla sarsıldım: “Bağırsana lan adam gibi! Ne biçim taraftarsın!”
“CİMBOMBOM!” deyiverdim geçti gitti. Söylemek istemiyordum üstüne bir de ‘adam olamamak’la suçlanıyordum. Birinin anasına sövmediğim için tribünde ezilmiştim. Sövmeden var olunamayan bir alan olduğunu o zaman anladım tribünlerin.
Devre arasında şu anaya sövmeli tezahürata farklı bir söz yazıp arkadaşıma söylenmeye başladım: “Abi şimdi sen de, ben de birbirimizin anasının adıyla, giyimiyle ilgili küfürsüz sakin söz esprisi yapsak bile birbirimize kızıyoruz. Yani bu kadar önem verdiğimiz annelerimizi neden çok daha ağır bir cümlenin, eylemin öğesi yaparak karşımızdakini sinirlendirmeye çabalıyoruz? Bana yapılsa, sana yapılsa kızacağımız çok belli? Oğlum mesela N.K.F.V.A.S. tezahüratını falan ben söylemeye utanıyorum. Annem Fenerli, tezahürattan ötürü olan ananeme oluyor. Neden? Hem de maçın herhangi bir öğesi bile değillerken başka bir türlü direk futbolcunun kötülüğüne bir şey söylesek olmaz mı? Mesela, 'Senin ayağını kırayıııım, Fenerbaahçeee!' desek...”
Cevap net: “Saçmalama oğlum. Senin annenle, anneannen sayılmaz... Hem o ne öyle ya! Yok kolunu ısırayım falan de hatta...”
Maçları sık sık birlikte izlediğim arkadaşıma bile mantıklı gelmemiş üzerine bir tartışma sürdürememiştik. Gerçi yaşımız 18'i yeni aşmış kafa henüz ÖSS'den yeni kurtulmuş, tam olarak basmıyor bu işlere...
Yine de onunla bile bunu tartışmak pek mümkün değilse tribünlerin genelini nasıl değiştirebilirdim?
Çok sonra, karar ne kadar saçmalıktan ibaret de olsa, kadınların tribünlere gelişiyle bu durum tersine döner diye, 'tribün cezası' olan bir maçta binlerce kadının tribünleri doldurduğu maçı merakla izlemiştim.
Bir şey değişmemişti. Binlerce kadın, yine cinsel içerikli küfürler ederek tek bir ağızdan bağırmaya başlamıştı. Sonuç vahimdi. Suçlular ise kadınlar değildi. Çünkü kadınlar, yerlerini doldurduklarının yaptığını yapıyordu.
O ortamda başka bir şeyin olma ihtimalini düşünmelerine izin vermeyen erkek tribün kültürünün hapsolduğu cinsel şiddetin dışa vurulduğu sözlerin yer aldığı tezahüratlardan kaçamamıştı kadınlar. 'Biz' orada yoktuk, ama 'biz' o anda orada daha çoktuk!
Futbol oyununu kazanmanın vücutta salgılayacağı serotonin hormonu ile rakibinin en yakınındakiyle cinsel ilişki yaşayacağını bağırdığında vücutta salgılanan serotonin hormonu arasında eşit bir ilişki kuruyoruz biz testosteronu fazla olanlar.
Bu yüzden bir gol olduğunda yaşanılan hazzı en güzel anlatan sözlerin Socrates'e ait olduğundan hepimiz de hemfikiriz: “Hayır, hayır! Bu bir gol değildi! Bitmeyen bir orgazmdı. Unutulmaz.”
Brezilya Milli Takımı'nın efsane futbolcusu Socrates, 1982 Dünya Kupası'nda Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler (SSCB) Birliği Milli Takımı ile oynanan karşılaşmada skoru 1-1'e getiren golünü Andrew Downie'nin yazdığı 'Doctor Socrates' isimli kitapta böyle aktarıyor.
Bastırılmış bir erkeklik, ki o erkeklik de neyse, ile doğup büyüyüp gelişip yetişip erişkin oluyoruz. Neden bastırılır, bastırılan nedir henüz anlayamasam da o bastırılanın dışa vurumu, ortamda bile olmamasına rağmen karşı cinse yapılan sözlü şiddet olarak evrene yayılıyor.
Bastırılmış erkeklik deyince de bu durumun Türkiye tribünlerine ve kültürüne özgü olduğunu sanmayın.
31 Aralık 2015’te Köln, tarihinin en karanlık yılbaşı gecelerinden birisini geçirdi. Ana Tren İstasyonu'nda 497 kadın toplu taciz mağduru oldu. Hertha Berlin taraftarları ise 25 Ekim 2017 günü rakibini kızdırmak için “Yılbaşı akşamı bile kız kardeşleriniz yalnız dans ediyor” pankartı açtı.
Sadece Köln'ün değil tüm Almanya'nın toplumsal travması büyüklüğünde olan bir durumu bile 'alay' konusu yapabilecek kadar vahşi bir şey bu erkeklik.
Juventus-Barcelona Şampiyonlar Ligi Finali'nin oynandığı gün, 6 Haziran 2015'te Şili'de Santiago'daydım. Aynı evde yaşayan dört erkek arkadaşımın yanında konaklıyordum. Mücadele 15.45'e denk geliyordu Şili'de. Evde beş erkek olmamız bir yana, Barcelona'nın kalesinde Şilili Claudio Bravo, Juventus'un orta sahasında ise Arturo Vidal vardı.
Hakemler ise Türkiye'dendi. Orta hakem Cüneyt Çakır, yardımcıları Bahattin Duran ve Tarık Ongun, çizgi hakemleri Hüseyin Göçek, Barış Şimşek, ekstra yardımcı yedek hakem Mustafa Emre Eyisoy'du.
Maç başlamadan, ev arkadaşım bana seslendi: “Hakem Türk, sinirlendiğimde Türkçe küfretçem. En çok ne diyorsunuz hakemlere?” İşte aranan kültürler arası tanışma, paylaşma ortamı.
Sonuçta, Şevket Altuğ'un İngilizce öğretmenine “Hastır Pezevenk Osman“ demeyi öğrettiği filmle büyüdük. Filmin hakkını vermem lazımdı!
Ama aklıma gelenlerin hepsini saysam, ortamdaki üç beş kız arkadaşımız kalkar giderdi. “Seksist şeyler söyletme bana...” dedim anlatamadım, “Sen yine evde söyle ama Türk birine sakın söyleme, en çok 'İbne Hakem' deniyor...” Cinsel şiddeti yeniden ürettiğim anlardan biriydi, hafif bir utanma ve sıkılma sarmıştı beni. “İb” hecesi Şilili için zordu. Başka bir şey öğretmemi istedi. “Siktir git“ dedim. Kolay geldi. Maç boyu Cüneyt Çakır'ın her düdüğüne, bazen de sırf söylemiş olmak için söyledi bunu.
Son dönemde gerçekten kendimi iyi hissetmediğim anlardan biriydi bu. Özellikle değişebileceğini umut ettiğim bir şeyin yeniden üreticisi olmayı sevmemiştim.
Şimdi, o arkadaşım ne bu anıyı, ne de o kelimeleri hatırlıyordur. Bunun değeri yok bile. Kendi alt kültürümün bana başka bir şey sun(a)mamış olmasının çaresizliği çok daha ağır basmıştı. (VA/APA)
Not: Çok saygıdeğer hakemler Cüneyt Çakır, Bahattin Duran, Tarık Ongun, Hüseyin Göçek, Barış Şimşek, Mustafa Emre Eyisoy'dan af diliyorum.
*N.K.F.V.A.S. = Ne Kadar Fenerli Varsa Anasını Sikeyim
52 HAFTA 52 ERKEK
1 Delirmiş Olmalıyım - Murat Çelikkan
3 Sur-Karşıyaka-Cebeci-Babıali - Tuğrul Eryılmaz
5 Acı Var Rocky - Hakan Bıçakcı
6 Yüzleşmekten Korkuyorum! - Yekta Kopan
7 Taşrada Bir Akşam - Tayfun Pirselimoğlu
8 Erkek Şiddetinin Üç Hali - Murat Yetkin
9 Biz Erkekler Kadınlar Konusunda Çok Samimiyetsiziz - Atilla Taş
10 Muhteşem Erkeklik! - Şener Özmen
11 Oğlum Tanımalı Babasını - Korkut Akın
12- Haberi Yapan Muhabir Kadının da Durumu Farklı Değil - Gökhan Durmuş
13-Benim Adım Hatun - Ahmet Ümit
Bu kampanya Sivil Düşün AB Programı kapsamında Avrupa Birliği desteği ile hazırlanmıştır. Bu kampanya içeriğinin sorumluluğu tamamıyla İPS İletişim Vakfı/bianet’a aittir ve AB'nin görüşlerini yansıtmamaktadır. |