Meslektaşım Metin Göktepe, öldürüldüğünde yaşıtımdı. Metin gazeteciydi, 28'ine basamadan işkence altında öldürüldü.
Evrensel muhabiri Metin Göktepe, 8 Ocak 1996'da Ümraniye Cezaevi'nde öldürülen Rıza Boybaş ve Orhan Özen'in cenazeleri için evden çıktı. Annesi Fadime hanıma, "Bugün cenazeler gelecek. Tutukluları öldürmüşler" dedi.
Polis, cenazenin olduğu bölgeye barikat kurmuştu.
Metin'in sarı basın kartı yoktu. Bu nedenle, haberi izlemesi engellendi. Israr edince gözaltına alındı.
Onunla beraber gözaltına alınanlarla Eyüp Kapalı Spor Salonu'na götürüldü.
Fadime ana oğlunu sabaha kadar bekledi ama Metin gelmedi.
Oğlu Aziz'in sabaha karşı ağladığını duydu. Aziz, "Ağabeyimi vurmuşlar" diyebildi.
Fadime ana evden çıkmak için etrafına bakındı da evin içinde kapıları bulamadı. Yalnız, bir balkonun kapısını açık gördü.
O anda Metin'e gitmenin tek yolunu o balkon kapısı belleyince atlamaya çalıştı. Komşular yetişti.
Gözaltına alınanları ayakkabılarıyla çiğniyordu polisler işkencehaneye çevirdikleri kapalı spor salonunda.
Metin'in gazeteci olduğunu biliyorlardı. Gazeteci olmak demek, "özel muamele görmek" demekti.
Coplarla, sopalarla vurdular. Bayılınca su döküp ayılttılar. Sonra tekrar vurmaya başladılar.
Ağzı burnu kan içindeydi. Dövmeye devam ettiler. İşleri bitince de bir büfenin önüne attılar Metin'i.
***
Dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Orhan Taşanlar, Metin'in gözaltına alınmadığını söyledi. Sonra bu açıklamasından geri adım attı ama yine kuyruklu bir yalan taktı peşine: "Akşama doğru serbest bırakıldı."
Bu kadarla da yetinmedi. Çay bahçesinde otururken fenalaştığını, sandalyeden düşerek öldüğünü iddia etti.
İçişleri Bakanı Teoman Ünüsan ise kuvvetle muhtemel daha inandırıcı bir açıklama olacağını düşünerek, "Duvardan düştü" dedi Metin için.
Metin resmi açıklamalarda bir sandalyeden bir duvardan düşerken, gerçeği örtbas etmeye çalışan muktedirler, içinden çıkamayacakları bir pisliğe düştüler.
Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ise "Cinayeti polis işlemiştir" tabirini "beğenmediğini" açıkladı.
Öyle ya, bir vukuat olduysa da neticede münferitti.
Yani Demirel'in deyişiyle, münferit bir hadiseden yola çıkarak devleti suçlamamak gerekirdi.
Duvar açıklaması ile dünya basın tarihine geçen Bakan Ünüsan, Metin'in gözaltında işkenceyle öldürüldüğüne dair rapor tamamlandıktan sonra, sanki bundan daha önce haberi yokmuş gibi, sanki yüzsüzlük kelimesi kendisi için türetilmiş gibi, özür diledi.
***
Dün, 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü'ydü.
Gazeteciler olarak üç gruba ayrılıyoruz:
Çalışanlar, çalışamayanlar ve çalıştırılmayanlar.
Metin gibi öldürülen meslektaşlarımız "çalıştırılmayanlar" kategorisine denk geliyor.
Basın susturuldukça, kamu vicdanı köreliyor.
Metin'in kafasından polis karakoluna uzanan darp, hepimize bir şeyler hatırlatmalı.
Her ölüm erken ölüm ama hepsi bir şeyler ifade edebilmeli arkada kalanlara.
Hala bir şeyler karalıyorsak, öldürülen, dört duvar arasında süründürülen, işten çıkartılan arkadaşlarımız için olmalı.
Can Yücel, yazının başında yer alan, bir ölümün yalnızca 9 kelimeyle ancak bu kadar keskin anlatılabileceği dizelerin devamında sorar:
"Biz ölerek mi yaşamayı öğreneceğiz hâlâ..."
Nacizane cevap verelim ustaya:
Biz aslında ölmeden yaşamayı öğrendiğimiz vakit açacağız gözlerimizi dünyaya. (BK/NV)